Â
*Uğur Dündar
Yarım asra yaklaÅŸan ve genellikle televizyonda sürdürdüğüm gazetecilik hayatımda, 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 Darbesi, 28 Åžubat Süreci ve 27 Nisan e-Muhtırası’na tanıklık ettim.
Hemen belirteyim, habercilik yaşamımda hiçbir patron veya meslek dışı güçten emir ve talimat almadım, evrensel meslek ilkelerimizin dışındaki hiçbir gücün önünde eğilip bükülmedim. Sadece ve sadece toplumun bilgi edinme ve gerçekleri öğrenme hakkına hizmet ettim. Bu nedenle, bilgisine başvurulan bazı gazeteciler gibi pişmanlıklar ve aldatılmışlıklardan söz ederek günah çıkartmama neden olacak bir ahlaksızlığın içinde de bilerek bulunmadım. Kaldı ki hukuk devletlerinde haber ve yorum yoluyla insanların kişilik haklarına saldırılması, yalan ve iftiralarla itibarsızlaştırılması durumunda, mağdurların bunu yapanlardan yargı önünde ceza ve tazminat davalarıyla hesap sorma hakkı mevcuttur.
Â
Yayımlandığı tarihlerde kovuÅŸturmaya uÄŸramamış, ceza ve tazminat davası açılmamış, açılsa bile beraatla sonuçlanmış haberlerin, aradan yıllar geçtikten sonra “Bu haberi niçin yaptınız?” ÅŸeklindeki sorularla gündeme getirilmesi, bunu yapanları kolaylıkla basın özgürlüğünü sorgu-
lama yanlışlığına götürür. Zira bugünün koşulları ve atmosferinden bakarak, yıllar öncesinde kalmış bazı yayınları gerçekçi ve doğru biçimde değerlendirebilmek son derece zordur. Bu bir genel bakış açısının tanımıdır. Lütfen hiç kimse üstüne alınmasın, hiç kimseyi burada ilzam edebilecek bir yorum yapmam.
Â
Kaldı ki ülkemizde basın özgürlüğü bugün itibarıyla, maalesef bırakın çağdaş demokratik hukuk devletleriyle aynı çizgide olmayı, bir zamanlar ironiyle söz ettiğimiz kabile devletleri ve muz cumhuriyetlerinin bile gerisine düşmüş durumdadır.
Â
Modern gazeteciliÄŸin babası sayılan İngiliz medya patronu Lord Northcliff, “Güç odaklarının bir yerlerde örtbas etmeye çalıştıkları ÅŸey haber, gerisi reklamdır” der. Northcliff, bu doÄŸru tanımı, saÄŸlam temellere oturmuÅŸ, demokratik kültürün sokaktaki sıradan insan tarafından bile içselleÅŸtirildiÄŸi çaÄŸdaÅŸ demokrasiler için yapmıştır.. Oysa bizim gibi geliÅŸmekte olan ve demokrasisi kesintiye uÄŸramış ülkelerde bunları söylemek kolay ama ödün vermeden uygulamak çok zordur.
Â
Evrensel meslek ilkelerine sıkı sıkıya sarılmanın bedeli ağırdır. Hele bizler gibi soruşturmacı gazetecilik yapma sevdasında olan gazeteciler için çok daha ağırdır. Öylesine ağırdır ki, Türkiye benzeri ülkelerde soruşturmacı gazeteciler bunun bedelini bazen hayatlarıyla öderler.
Â
Akıl almaz iftiralara uÄŸramak, yaftalanmak ve baskıyla iÅŸini kaybetmek ise, soruÅŸturmacı gazeteciler için adeta günlük spor haline gelir, tıpkı günümüzün Türkiye’sinde olduÄŸu gibi!
Â
Türkiye’de soruÅŸturmacı gazeteci, Lord Northcliff’in tanımı doÄŸrultusunda gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldırıp, altındaki gerçeÄŸi olduÄŸu gibi topluma yansıtmak istediÄŸinde, bu
gerçeğin bilinmesini istemeyen gücün hışmına uğrar. Nitekim, meslek yaşamımda, gelmiş geçmiş tüm iktidarların ve üzerine gittiğim güç odaklarının hışmına ve iftiralarına uğradım.
Â
Suçum, iktidarların istediÄŸini yapmamam, tam tersine halka gerçekleri göstermekte ısrar etmemdi. Kimi zaman iÅŸsiz kaldım, kimi zaman cinayet çetelerinin “öldürülecekler” listesinde yer aldım.
Â
***Â *** ***
Â
Bir taraftan soğuk savaş yıllarının işte kamplaştırdığı ve anarşi, terörün kimi zaman sokaklarda oluk oluk kan akıttığı yazık olmuş yıllar, öbür taraftan tavizkâr politikalarla, popülist politikalarla enflasyonu azdıran ve yoksulu daha yoksullaştıran, zengini daha zengin hale getiren bir ekonomi yönetimi, taşıma suyla değirmenin döndüğü.
Â
Ben 1972 yılında İstanbul’da doÄŸmuÅŸ, büyümüş bir Türk insanı vatandaşı olarak- TRT’ye girdiÄŸimde ilk defa Hakkâri’ye gittim yani gidilmesi gereken en uzak köşeden baÅŸlayayım istedim…
Â
 Kar yağışlı, kötü bir kış günü bir iki defa Zap Suyu’na kayma tehlikesi geçirdik. Tam “Nereden geldim ben buraya?” diye düşünürken Karayolları Misafirhanesinin kapısında Halil Rıfat PaÅŸa’nın “GidemediÄŸin yer senin deÄŸildir” sözünü okudum ve sarsıldım. O gece Karayolları Misafirhanesinde kaldık. Bütün kamu yöneticileri, vali ve emniyet müdürü  hariç geldiler, masamızda oturdular, bir de eÅŸkıya vardı eÅŸkıya yani resmen eÅŸkıya, eski bir eÅŸkıya. Bu çok sayıda insan öldürmüş, daÄŸa çıkmış, sonra gelmiÅŸ, hapis yatmış, aftan yararlanmış ve müteahhit olmuÅŸ.
Â
Böyle ceketi ilikli müeddep bir insan. Öteki bütün kamu yöneticileri ya zimmetine para geçirmekten ya efendim iÅŸte ahlaksızlık nedeniyle geçirdiÄŸi soruÅŸturma yüzünden sekreterini tacizden böyle bir kriminal çete gibi bir tabloyla karşılaÅŸtım ve çok irkildim. Bir tek masada içki içip kendinden geçmeyen eÅŸkıya kaldı, eÅŸkıyaya çok saygı duydum ve o gece hiç uyuyamadım, çıktım…
Â
Hakkâri yollarında sabahın ilk 1şıklarıyla birlikte yürümeye baÅŸladım, kendimi cumhuriyetin ilk yıllarında çekilmiÅŸ bir siyah beyaz fotoÄŸrafın içinde yürür gibi hissettim. Böylesine bir yoksulluk, böylesine bir yılgınlık, bezginlik…
Â
Sene 1972 veya 73.. “Eyvah, Türkiye çok büyük tehlikelere doÄŸru gidiyor, halbuki buraya en pırıltılı, gelecek vaat eden bürokratların gönderilmesi lazam” dedim. Yani orada ikinci sınıf bir vatandaÅŸ, sanki Türkiye toprakları deÄŸil, devlet kurtulmak istediÄŸi insanları göndermiÅŸ oraya ve ben “Bunu anlatmalıyım” diyerek sarsıldım o Türkiye gerçeÄŸi karşısında.
Â
Oysa biz şöyle düşünüyoruz: “Orada bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür; gitmesek de görmesek de” falan gibi.
Â
Meğer öyle değilmiş. Geldim, bunu anlatmaya çalıştım, aa baktım ki Ankara bundan fevkalade rahatsız oluyor. Benim arkama istihbaratçılar, takip elemanları falan ve sonra ben bu ülkenin gelirinin hakça paylaşılmadığını gördüm.
Â
Yani iktidar olmak, kendisine oy verenleri, kendisini iktidarda tutacakları ülkenin kaynaklarıyla beslemek şeklinde değerlendirildi.
Â
Bu böyle sürdü gitti….
Â
Hiçbir iktidar Türkiye’de gerçeklerin yazılmasını istemiyor, hiçbir iktidar gerçeklerin yazılmasından hoşlanmıyor… Bu bizim siyasetimizin maalesef rahatsızlığı..
Â
*Gazeteci-YazarÂ
Â
*Orhan Baykal- Uğur Dündar / Yalandan Kim Ölmüş / Bilgi Yay / 2013/ Syf: 163, 218, 230
Â