Atatürk’ün Devlet ve Ülkü Üzerine Düşünceleri
Atatürk'ün yukarıdaki sözleri, devlet yönetimi ile milletin ülküsü arasındaki derin ilişkiyi ele almaktadır...
İnsanların çeÅŸitli nedenlerle bir coÄŸrafyadan baÅŸka bir coÄŸrafyaya yerleÅŸmesine göç denir. İnsanlar kültürel ya da ekonomik nedenlerden, doÄŸa olaylarından ya da siyasi, etnik ya da dini nedenlerden dolayı göç etmektedirler. Göçler her zaman bu zorlayıcı sebeplerden dolayı yapılmamaktadır. Bazen insanlar daha iyi bir yaÅŸam beklentisiyle gönüllü olarak göç ederler. Göç etmeye karar verenlerin hedefi çoÄŸunlukla […]
İnsanların çeşitli nedenlerle bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya yerleşmesine göç denir. İnsanlar kültürel ya da ekonomik nedenlerden, doğa olaylarından ya da siyasi, etnik ya da dini nedenlerden dolayı göç etmektedirler. Göçler her zaman bu zorlayıcı sebeplerden dolayı yapılmamaktadır. Bazen insanlar daha iyi bir yaşam beklentisiyle gönüllü olarak göç ederler.
Göç etmeye karar verenlerin hedefi çoÄŸunlukla geliÅŸmiÅŸ Batı ülkeleridir. Bunlar hem yasal hem de yasa dışı olarak gerçekleÅŸiyor. Yasadışı göç, sermaye sahipleri için ucuz emek anlamına geliyor. Bu nedenle sermaye hükümetleri büyük bir baskı altına sokuyor. Küresel kapitalist sistem işçileri eziyor. 1970’li yıllarda yaÅŸanan krizin ardından küresel kapitalizm, neoliberal ekonomi politikalarını gündeme getirerek yeni bir dönem baÅŸlattı. Fordist üretim mantığı terk edildi ve neoliberal düşünce üretim iliÅŸkilerini yeniden programladı. Bu politikalardan biri de kaçak göçmenleri ucuz iÅŸgücü olarak görmek ve kolaylıkla iÅŸten çıkarmaktır.
KüreselleÅŸen dünya ekonomisi dönemsel krizler yaratmakta ve her kriz doÄŸrudan ya da dolaylı olarak göç hareketleri yaratmaktadır. ÖrneÄŸin; 1970’lerdeki petrol krizi, küresel kapitalizmin krizi olarak yaÅŸandı. Bu kriz yeni ekonomi politikaları oluÅŸturularak aşılabilirdi ve bu dönemde kapitalist üretimin yani neoliberalizmin uyguladığı yeni politikalar ve sosyal devlet uygulamaları azaltıldı. Ücretleri düşürerek krizi ortadan kaldırmaya çalışan neoliberal politikalar ÅŸehirlerde büyük iÅŸsiz kitleler yarattı. Neoliberal politikalar gelir dağılımında adaletsizliÄŸe neden oldu. 1970’li yıllarda neoliberal politikalar rekabet odaklı uygulamaları öne çıkardı. İşgücü piyasasının esnekleÅŸmesiyle birlikte sistemsel bir deÄŸiÅŸim yaÅŸanmış ve küresel sermaye Fordist üretim iliÅŸkilerinden vazgeçmiÅŸtir. Yeni oluÅŸan bu sistemde milyonlarca insan yoksulluk girdabına düşmüş durumda. ÖrneÄŸin; 2011 yılında Suriye’de yaÅŸanan iç savaÅŸ nedeniyle çok sayıda Suriyeli Türkiye’ye göç etmiÅŸ ancak savaşın uzun sürmesi nedeniyle mülteciler Türkiye’ye kalıcı olarak yerleÅŸmeye baÅŸlamıştır. Bu durum yöre halkı arasında huzursuzluÄŸa neden oldu. Çünkü Suriyeliler ile sigortasız ve genellikle düşük ücretlerle çalışan yerel halk arasında olumsuz bir rekabet yaÅŸanıyor. İşsiz göçmenler kapitalistlere ucuz emek saÄŸlarken aynı zamanda çalışanlar için de tehdit oluÅŸturuyordu ve bu nedenle yabancılarla yerli emekçiler arasında gerilim ortaya çıktı.
Mevcut üretim iliÅŸkileri insanlara güvenlik saÄŸlamayıp krize dönüşmekte ve insanlar arasında rekabet yaratmaktadır. Bu rekabet ortamında iÅŸverenler işçileri en düşük ücretle çalıştırmayı tercih ediyor. Aslında küresel kapitalist sistemin yarattığı eÅŸitsiz toplumsal yapılar, hem ÅŸehirde yaÅŸayanların hem de dışarıdan gelen yoksulların sorumlusudur. Uluslararası Göç Örgütü’nün 2010 yılı verilerine göre 214 milyon uluslararası göçmen tespit edildi. Bu dünya nüfusunun yüzde 3’ünü oluÅŸturuyor. Kapalı ekonomiler döneminin sona ermesiyle baÅŸlayan küreselleÅŸme, toplumsal hareketliliÄŸi artırdı. Sınır ötesi seyahatler dünya çapında ciddi bir göçmen hareketliliÄŸi oluÅŸturmaktadır. Toplumsal eÅŸitsizliklerin temeli adaletsiz dağıtılmış güç iliÅŸkilerinde yatmaktadır. Yoksulluk ve buna baÄŸlı toplumsal hareketler aslında insan kaynaklı toplumsal eÅŸitsizliÄŸin bir sonucudur ve bu eÅŸitsizlik sermaye tarafından yaratılmaktadır.
Günümüzde uluslararası göç insani bir sorundur ve göçün bitmesini istemeyen sermaye sahipleri bu niyetlerini belli yollarla hükümetlere iletmektedir. Küresel sermaye ile insan emeği arasında ters orantı var. Küresel sermaye arttıkça emek daha fazla sömürülmekte, yoksulluk ve göç sorunu küresel bir sorun olmaya devam etmektedir.
Baudrillard’ın simülasyon anlayışında gerçekliÄŸin yerini imge, iÅŸaret ya da kopya alır. Hakikat sonsuzca yeniden üretilir ve kaybolur. Böylece görüntüler bağımsızlığını ilan eder ve insan yaÅŸamının her alanını kuÅŸatır. Bireysel ve toplumsal yaÅŸamda yeniden üretilenlerin yerini imgeler alıyor. Endüstriyel üretim, doÄŸrudan iletiÅŸim ve fiziksel güç iliÅŸkilerindeki eski modern düzen, yerini bilgi ve iletiÅŸim araçlarının ÅŸekillendirdiÄŸi yeni postmodern düzene bırakmıştır. Baudrillard’ın gündeme getirdiÄŸi bu gerçeklik kaybı, Batı rasyonel düşüncesinin iyimserliÄŸiyle ortaya çıkan hakikatten bahsetmemizi imkansız hale getiriyor. Aslında bu teori, Batı rasyonalizminin hakikat bilgisi ile hurafe bilgisi arasında yapılan ayrımın köklerine yönelik bir eleÅŸtiriyi ifade etmektedir. Baudrillard, Batı kültürünün kitle iletiÅŸim yoluyla hipergerçeklik adını verdiÄŸi yeni bir simulakr düzeni yarattığını belirtiyor. Göç hukukuna baktığımızda simulakr kavramı, kanunların herhangi bir gerçek hukuka dayanmaması anlamına gelmektedir. Baudrillard’a göre ÅŸu anda gerçekten var olan tek ÅŸey hukukun simülasyonudur. ÖrneÄŸin; Baudrillard’a göre Körfez Savaşı bir savaÅŸ deÄŸildir, Körfez Savaşı vahÅŸeti gerçek zamanlı olarak sunan bir medya yalanıdır, bir savaÅŸ deÄŸildir; Bu sadece Batı’nın propagandasıdır. Baudrillard, savaÅŸta binlerce insanın öldüğünü ve evsiz kaldığını kabul ederken, çoÄŸunlukla medyanın bu vahÅŸeti maskelemesini eleÅŸtiriyor.
Amerika’daki göç yasası ve yasa dışı göçmenlere uygulanması aslında gerçek bir yasayla baÄŸdaÅŸmayan uygulamalar olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bu göç yasasını bir simülasyon, bir yanılsama olarak görebiliriz. Baudrillard’ın simülakr kavramı bu duruma ışık tutmamıza yardımcı olabilir. Çünkü Amerika’da kimin yasadışı yollardan sınır dışı edilebileceÄŸini veya hangi göçmenin sınır dışı edilmeye uygun olduÄŸunu belirli siyasi ayrımlar belirliyor. ÖrneÄŸin; 20. yüzyılın başında Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde Meksikalı göçmenler vardı. 1952 yılında Meksika ile Amerika BirleÅŸik Devletleri arasında göçmenlik ve vatandaÅŸlığa kabul hizmetinin saÄŸlanmasıyla birlikte yasa dışı göçmenler yasaya uygun hale getirilmeye baÅŸlandı. Bu durum kayıt dışı göçü teÅŸvik ederek iki ülke arasındaki iliÅŸkileri zayıflattı. Daha sonra 1954 yılında 1 milyona yakın kaçak işçi sınır dışı edildi. Ancak bununla birlikte Amerika’da düşük maliyetli işçilere her zaman ihtiyaç vardı. Bu nedenle Amerika’daki iÅŸverenler yasadışı göç ve yasal göç dalgalarının artmasında önemli bir rol oynamıştır. Daha sonra yasal göçmenlerin, belgesiz ve belgeli göçmenlerin sayısı artmaya baÅŸladı.
Öte yandan BaÅŸkan Obama’nın gençlerin sınır dışı edilmemesi yönündeki öneriyi oylaması, yasanın simülasyonunun sonsuz olasılıklar kaynağı olduÄŸunu bize gösteriyor. 2012 yılında Amerika’ya çocukken getirilen belgesiz genç göçmenlerin artık sınır dışı edilmeyeceÄŸini belirten bir açıklama yaptı. Bu, belgesiz topluluÄŸun bir kısmı için yasanın yanılsamasını ve topluluÄŸun geri kalanı için yasanın katılığını ortaya koyuyor. Bu bize yasaların her zaman orijinal bir gönderge olmadan üretildiÄŸini kanıtlıyor. Gerçeklik iÅŸlevseldir ve politik bir gündemi ortaya çıkarır. Göç Yasasındaki bu yanılsamalar aslında toplum için daha iyi siyasi politikalar geliÅŸtirmemize yardımcı oluyor.
Göç ve göçe baÄŸlı sorunlar ve bunların çözümleri günümüzde tüm dünyada varlığını sürdürmektedir. Bu çözüm önerilerinin başında eÄŸitim geliyor. Entegrasyon eÄŸitiminin olası sosyal riskleri azalttığı görülüyor ve entegrasyon eÄŸitimi, ev sahibi toplumla iliÅŸkilerde daha az sorun yaratmasını saÄŸlayacak bir araç haline geliyor. Bu eÄŸitimle göçmenlerden kaynaklanan sorunlar çözümlenmeye çalışılıyor. Almanya-Türkiye örneÄŸini kitlesel bir göç deneyimi olarak verebiliriz. Bu sayede göçmen kimliÄŸi etnik ya da ulusal kimlikten ibaret görülmemektedir. Yerini, insanı eÄŸitim durumu, nesil, sınıf gibi katmanlardan oluÅŸan bir kültür alanında deÄŸerlendiren bir düzlem alıyor. AraÅŸtırmalar aynı sosyal çevreye katılan insanların aynı davranış ve tutumlara sahip olduÄŸunu göstermiÅŸtir. Buradaki sosyal çevre bir sosyal alanı iÅŸaret etmektedir. Bourdieu’ya göre insan eylemi bir uyarana anında verilen bir tepki deÄŸildir. Çünkü insanlar kendi tarihlerinin ürünü olan toplumsal aktörlerdir.
Dış aktörler tarafından belirlenen parçacıklar değiller. Bu nedenle yetişkin eğitimine katılım ancak öznel ve nesnel olanın ilişkilendirilmesiyle anlaşılabilir. Bourdieu bu ilişkiyi alan ve habitus kavramlarıyla açıklamaktadır. Burada alan, habitusun yaratıldığı toplumsal yapıdır. Bu toplumsal yapı içerisinde çeşitli asimetrik güçler bulunmaktadır ve bu, toplumsal aktörlerin sahip oldukları sermayeye göre pozisyon aldıkları bir mücadele alanıdır. Sahadaki sosyal aktörler arasındaki konumlar kültürel, ekonomik ve sosyal sermaye hacimlerine göre dağılmaktadır. Sahadaki her aktör daha avantajlı bir konuma geçmek için çabalıyor. Bu bağlamda yetişkin eğitimine katılma kararı, bireyin sahip olduğu sembolik sermayenin değerini artırma girişimi olarak değerlendirilebilir.
Bir yandan göçmenler ev sahibi toplumun normlarını ve deÄŸerlerini paylaşıyorlar. Öte yandan kendi kültürel özelliklerini de koruyabilirler. Bourdieu burada da toplumsal dünyada var olanın nesnel iliÅŸkiler olduÄŸunu söylüyor. Bunun aktörler arasındaki etkileÅŸim ya da bireyler arasındaki öznelerarası baÄŸlantılar olmadığını savunuyor. Dolayısıyla göçmenler ve ev sahibi toplum iki ayrı varlık olarak deÄŸil, aralarındaki dinamik ve ÅŸekillendirici iliÅŸki dikkate alınarak anlaşılabilir. Bourdieu’ya göre göçmenler, dış güçler tarafından mekanik olarak yerinden edilen parçacıklar deÄŸil, toplumsal aktivistlerdir ve toplumsal alanda kendi yönelimleri doÄŸrultusunda hareket ederler. Ev sahibi toplumun kültürünün kendine dayalı olup olmadığına bakmaz, sahip olduÄŸu kültürel ve sosyal sermayeye dayalı bir varoluÅŸ stratejisi geliÅŸtirir. Ancak bu durumda baskın olan ev sahibi toplumdur.
Popülizm kavramı 2017 yılında Cambridge Dictionary tarafından yılın kelimesi seçildi. Bu kavramın içeriÄŸine yönelik farklı yaklaşımlar, teori ve pratikte sürekli güncellemeyi gerektirdi. Hiçbir ideolojik temeli olmayan bu siyasal araca baÅŸvuran liderlere popülist deniyor. Popülist liderler kendilerini hem saÄŸ hem de sol kanatta gösterseler de, özellikle Avrupa’da yeniden yükseliÅŸe geçen aşırı saÄŸla iliÅŸkilendiriliyorlar. Aşırı sağın yeniden yükseliÅŸe geçmesiyle birlikte demokrasi ve popülizm arasındaki iliÅŸkilere iliÅŸkin göç politikaları da bu baÄŸlamda yeniden tartışılmaya baÅŸlandı. Almanya, 2015 yılındaki mülteci krizi sırasında Avrupa BirliÄŸi içerisinde ortak göç politikalarına öncülük etmiÅŸ ve mültecilere yönelik açık kapı politikası izlemiÅŸtir. Ancak ülkeye sığınma talebinde bulunan göçmen sayısının tahmin ve beklentileri aÅŸması, bu politikayı uygulayan dönemin BaÅŸbakanı Merkel’in iç siyasette çokça eleÅŸtirilmesine neden oldu.
SaÄŸ popülist partiler hükümete baskı yapmaya baÅŸladı. BaÅŸbakan Merkel’in politikalarından memnun olmayan seçmenler tepkisini saÄŸ popülist partilere oy vererek gösterdi. Çünkü saÄŸ popülist parti göçmen karşıtı söylemleriyle öne çıktı. Sonrasında 2017 yılının en güçlü partisi olarak ortaya çıktı. 2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi krizi, Avrupa’nın popülist liderlerinin göçmen karşıtı söylemlerini güçlendirmesine olanak tanıdı ve bu da aşırı saÄŸ politikaları meÅŸrulaÅŸtırdı. Bu durum, sınırların kapatılmasının çözüm olduÄŸunu savunan görüşleri gündeme getirdi. Brezilya’da Bolsonaro, Macaristan’da Orban ve Hindistan’da Modi gibi popülist liderler, salgını otoriterleÅŸmek için kullandılar.
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â
Â