Doç.Dr. Yunus Emre Tansü Yazdı: Modernleşme: Kentleşme ve Dilimiz
Toplumların ve milletlerin yaşadığı coğrafya ve iklim koşulları dillerin yapılanmasında oldukça etkili olmuştur. Mesela Orta Asya’da bulunmayan...
Şeymus Çakırtaş / Belgesel Fotoğrafçısı, Yazar
“Ben ruhu zedelenmiş, sesi kısılmış, kendisini ifade etmekte güçlük çeken insanların yazarıyım” diyordu bir röportajında. 30 senesi doğduğu topraklardan uzakta, sürgünde geçen ve elli dört yıla sığan kısa bir ömür. Sarsıcı, buna rağmen dopdolu, doğduğu yerden uzak, doğduğu yerin sesine yakın bir hayat sürdü. Kaleme aldığı Kürt Edebiyatı Antolojisi kitabında kendisini: “Kürdüm, Türkiyeliyim. İsveçliyim, İskandinav’ım, evrenselim” şeklinde tanıtır.
Hep uzun yolculukların insanı oldu Mehmed Uzun. Sisler içerisinde, uçurumlardan seslendi. Uzak ve yabancısı olduğu coğrafyalara gitmek zorunda kaldı. Köklerinden, kültüründen, ailesinden, dilinden yoksun kalmasına rağmen içindeki seslerle yaşadı. Kâh dengbêj oldu, kâh sınırlarda yürüyen bir kaçak. En çok da içindeki sese tav oldu, tav oldukça içindeki ses büyüdü, romanlara dönüştü. Kolay değildi, ne de olsa yüzyıla yakın bir zamandan bu yana yasaklanan bir dilde yazıyordu.
Mehmed Uzun, nüfus cüzdanındaki bilgilere göre 1 Ocak 1953 yılında Siverek’te, toprak damlı bir evde dünyaya geldi. Bir yanı Kûrmanç, bir yanı Zaza’ydı. Kalabalık akraba çevresi, aşiret ilişkileri ve dedesinden aktarılan müthiş bir Kürdi sözcük dağarcığının hayat bulduğu bir ortama sahipti. Kendi anlatımlarına göre dedesiyle arasında güçlü bir bağ vardı. Sözcüklere, stran ve masallara dayanan bir bağ. Evlerine dedesi gelince bir başka olurdu Mehmed; içi aydınlanır, sevinçten gözleri parlardı. Dedesi de uzun paltosunun cebinden çıkardığı şekerlemeleri Mehmed’e verir; onunla konuşur sırlarını, yaşanmışlıklarını paylaşırdı. Mem u Zin, Siyabend û Xecê, Abdalê Zeynikê gibi Kürdi masal ve efsaneleri anlatırdı. Mehmet’te bir yetişkin gibi dinler, âdeta zihnine kaydederdi. Sonra annesinden, anneannesinden, babasından, evlerine gelen dengbêjlerden dinlerdi benzer ya da aynı hikâyeleri. Kalabalık bir aşiret ortamında büyüdüğü için, Kürd toplumsal yapısını sözlü anlatımlarla öğreniyordu. Evlerinde ağırlıklı olarak Kurmanci konuşuluyor, Zazaki de hayatlarında önemli bir yer tutuyordu.
Anlatılan bütün hikâyeler, yaşanmışlıklar sözle hayatına girer, dağarcığına bir bir yerleşir, sonra zihninin derinliklerinde dağılırdı. Söz Mezopotamya’nın tılsımıydı, her şey sözle başlar, sözle biterdi… Sözün ustaları olan dengbêjlerin sesinden olaylar, aşklar, savaşlar, kahramanlıklar anlatılır, kuşaktan kuşağa aktarılırdı. Halk ozanlarıydı dengbêjler. Toplumun sözlü hafızalarıydılar. Bu nedenle Mehmed çocuk yaşta olmasına rağmen, sözlü kültürün birinci yasası olan ‘ezber’ aşamasını başarıyla geçiyordu, farkında olmadan.
Okul yaşına kadar her şey kendi doğal ortamında, Kürdî makamında gelişti. Yedi yaşına geldiğinde devletin mektebine yazıldı ve hayatının ilk önemli durağı, siyah önlüklü yıllar başladı. Heyecanlıydı, içi içine sığmıyordu. Okulun ilk günü olmasına rağmen, hiç de kaygılı değildi, büyük bir istekle okula gelerek sınıflara alınacak saati beklemişti. Okul bahçesinde bulunan çocukların hemen hemen hepsi mahalleden tanıdıktı. Yaşıtlarıyla bahçede birinci sınıfların durması gereken yerde kümelenmiş olan arkadaşlarıyla heyecanını paylaşıyor, konuşuyor, gülüyordu. Üst sınıflar sıra olmuş, birinci sınıflar ise kümelenmişti sadece. Nereden bilsinler ki okulun ilk kuralı sıra olmakmış. Öğretmenlerden biri birinci sınıfları da sıra düzenine geçirdi. Mehmed sıra olurken, arkadaşlarıyla konuşmaya devam etti. İşte ne olduysa, o an oldu. Yerinde duramayan, okula başladığı için heyecanlanan Mehmed hayatının ilk şokunu yaşamıştı.
“Siverek’te ilkokulun birinci günü bir tokat yedim, bugün bile aklımdan çıkmaz. Okul bahçesinde sıraya girmeye çalışırken aramızda konuşuyorduk. Bir tokat attı İstanbullu yedek subay öğretmen, Türkçe konuş diye. Ama Türkçe bilmiyordum ki…”[1]
O tokat yüreğine kadar tesir etti, içindeki sesi incitti ve ölümüne kadar etkisini gösterdi.
Mehmed Türkçe bilmiyordu okula başladığında. Birçok arkadaşı aynı durumdaydı. Yediği tokadın yaratığı iç buruklukla okula devam etti ve içine gömülen birisi olarak; okumayı, sonra da yazmayı öğrendi. Bir süre okulu bırakmak istese de ailesinin telkinleriyle okuluna devam etti. İçi buruk olsa da okumaya karşı ilgisi canlı kaldı. Okulun ilk yıllarında kitaplara karşı merakı uyandı, sonra çizgi romanlar hayatına girdi. Okuma serüvenini bu romanlarla sürdürdü, olağanüstü bir çizgi roman merakı hayatını kapladı.
Babası çizgi roman okumasına önceleri ses çıkarmasa da bir süre sonra sıcak bakmadı ve derslerinden geri kalır diye çizgi roman okumasını engellemeye çalıştı, yasakladı. Buna rağmen Mehmed için gizli okuma günleri başladı, çizgi romanlar biriktirdi, akrabalarının, komşularının evlerinde okumaya devam etti. İlkokulu bitirdiğinde artık bir sandık dolusu Teksas, Tommiks, Zagor gibi çizgi romanları vardı.
Bir de futbolu çok sevdi Mehmed. Siverek’in dar ve dolambaçlı sokaklarında, plastik topun peşinde az koşmadı. Mahalle arkadaşlarıyla takım bile kurdu, iyi top koşturdu. Arkadaşlar arasında lakabı Tommy Mehmed’di. Liseye geldiğinde ise toplumun geneline sirayet eden siyasal atmosferden o da etkilendi. Çok sayıda parti ve grup olduğunu gördü, onları takibe alarak, futbolu, çizgi romanı hayatından silmeden yoluna devam etti. O yıllarda siyaset ülke genelinde ateşten gömlek idi; devrime giden yol ise, duvar yazılarından geçiyordu. Bu nedenle bütün legal, illegal; sağ, sol örgütler, duvar yazısı eylemleri koyuyor, kentlerin duvarları devrim, karşı devrim sloganlarıyla süsleniyordu.
Ülke genelinde iç kargaşa ve kavga haberleri yayılıyor, toplum derin krizlerle sarsılıyordu. Kriz sadece sokakta değildi. Asıl devletin derinliğinde krizin ayak sesleri geliyordu. İktidar sorunlar karşısında aciz kalıyor, toplumsal bölünmüşlük derinleşiyordu. Sistematik bir çürüme ve yozlaşma yaşanıyor, siyaset kamplaşma üzerinde şekilleniyordu. Hak, hukuk, adalet ve eşitlik ülke için yabancı kavramlardı. Bu ortamda durumdan vazife çıkaranlar, devlet adına hareket edenler ve devletin derinliklerinden beslenen karanlık güçler devredeydi.
Takvim yaprakları 12 Mart 1972 tarihini gösterince, bazı üst düzey kuvvet komutanları hükümete karşı muhtıra vererek, Adalet Partili Süleyman Demirel hükümetinin çekilmesini sağladılar, Başbakanlığa ise milletvekilliğinden istifa eden CHP’li Nihat Erim’i getirdiler. Muhtıradan sonra asıl sokaklar karışacak, toplu gözaltı ve tutuklamalar başlayacaktı. Siverek tam da bu dönemde içten içe kaynıyor, duvar yazıları bu hareketlenmenin, yan yana gelmenin yansıması oluyordu. 1972 yılının Newroz haftasında duvarlara yazılan, toplumsal eşitlik içerikli sloganlar nedeniyle çok sayıda genç için gözaltı kararı alınıyordu. Gözaltına alınıp, tutuklanan 28 genç arasında henüz 18’ine yeni giren ve futbol arkadaşlarının arasında çizgi roman kahramanı Tommy olarak adlandırılan Mehmed Uzun da vardı.
O günleri bir röportajında şu cümlelerle ifade ediyordu: “1972 yılında tutuklandım, Kürtçülükten. 18 yaşındaydım. Duvarlara yazılar yazılmıştı Siverek’te. 28 kişi birlikte Diyarbakır Askeri Cezaevi’ne gönderildik. Kürtçeyle ilk ciddi tanışmam böyle oldu. Herkes vardı hapishanede. Tarık Ziya Ekinci, Mehmet Emin Bozaslan, Musa Anter, Ferit Uzun…”[2]
Mehmed Uzun’un ikinci durağı cezaevi olur. Okuldan sonra hayatında derin izler bırakacak günler başlar. Musa Anter, kuzeni Ferit Uzun, Tarık Ziya Ekinci, M. Emin Bozarslan ve çok sayıda dengbêjle karşılaşması hayatına radikal bir yön verir. Okulun ilk günü yediği tokadı unutmayarak, dört duvar arasında anadili Kürtçe okuma yazma öğrenmeye çalışır ve ideolojik tartışmalara katılır. Hayatındaki Tommy buharlaşır, futbolu unutur yeni kişilikler yerleşir ruhuna.
En çok dengbêjlerle arkadaş olur, sözlü tarih ustalarıyla sıkı bağlar kurar, onların söylediklerini bilincine kazır. Kısa bir zamanda yepyeni birisi olur, o artık olaylara Kürdili makamda sol gözle bakan, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarından bahseden birisidir. Cezaevinde bulunanlardan her birisinden bir şeyler alır, heybesini doldurarak 2 yıl sonra tahliye olur ve baba ocağı Siverek’e döner.
Duvar yazıları, siyasi karmaşa ve devrim şarkıları, her şey mecrasında yol alır. O bu karmaşa içinde kararını verir, üniversite okumak için Ankara yolunu tutar.
Tommy Mehmed duvar yazıları yazmış mıydı bilinmez ama cezaevi kendisini tamamıyla değiştirmiş, çizgi roman okuma alışkanlığını da sonlandırmıştı. Yerine daha kalın, daha felsefi ve ideolojik kitaplar başucundaydı. Öğrencilik yılları böylelikle siyasal bir çerçeveye oturur. O artık felsefi ve ağır politik yazılar okuyor, yazıyor; Rızgari adlı politik derginin yazı işleri sorumluluğunu üstlenerek, siyasal faaliyetlere katılan bir kişiliğe dönüşür. Dergi daha çok Kürt orijinli yazılara yer veriyor, başta İsmail Beşikçi ve sisteme muhalif kimlikli yazarlar katkı sunuyorlardı.
Dergi sisteme muhalif olunca soruşturma yürütülmesi, haklarında dava açılması kaçınılmaz olur. Zaten bu nedenle çok geçmeden dergide yayınlanan yazılar nedeniyle hakkında dava açılır ve yargılama sonucu üç yıl cezaya çarptırılır. Memed Uzun verilen hükmün kesinleşeceğini, yeni davaların da ardı sıra dizileceğini anlayınca, Türkiye’yi terk etme, sınır dışına çıkma kararı alır. Arkadaşlarının yardımıyla 1977 yılında kaçak yollardan önce hayatının üçüncü durağı olan Suriye’ye geçer.
Yıllar sonra o geceyi Gazeteci Hasan Cemal’e şöyle anlatır:
“O gece sınırı arkamızda bırakıyorduk… Yüzümüzü uğura çevirmiştik, sırtımızı feleğe… Saatler süren bir yürüyüşten sonra sınırın öte tarafına geçtik. Bu yürüyüş zamanın ve hayatın sıfır noktası üzerindeydi. Hem zaman hem de hayat o sıfır noktasında duruyordu. Sınırı geçtiğimizde tekrar bir başka zaman ve hayat noktasına ulaşmış olduk. Sınırı arkamızda bıraktığımızda döndüm ve bir kez daha arkama baktım.”[3]
Kaçak yollardan Suriye geçen Uzun, bir süre burada kalır. Kaldığı sürede birçok Kürt şahsiyeti tanıma fırsatı yakalar, hikâyelerini dinler, evlerine konuk olur, kendisi gibi kaçaklarla arkadaşlık kurar sonra Suriye’den de ayrılarak, kaçak yollardan dördüncü durak İsveç’e gider. Suriye yolculuğu boyunca şiirler yazar, dengbêjlerin anlatımlarını içselleştirir.
Siverek’te başlayan yolculuk; uzak bir ülkeye savurur kendisini. Dil bilmeden, kültürüne yabancı olduğu bir ortamda hayata tutunmaya çalışır. Köklerinden kopuşun bütün sancısını yaşar, içindeki sesin çığlıklarını duyar gibi olur. Siverek’ten uzaktır ama dedesinin silueti, sözcükleri ve stranları kendisiyle İsveç’e sürgün gelmiştir. Pencereden, kapıdan gözler, gölge gibi Mehmed’i izler.
Mültecilik yılları bin bir zahmet ve sorunlarla sürer. Bir süre siyasetle alakasını sürdürür, politik dergi ve gazetelerde Türkçe, Kürtçe siyasi yazılar yazar, bir süre sonra da siyasal çalışmalardan tümden çekilir, kendini içindeki sese verir, politik arenadan kopar. İçinde yer aldığı siyasal çevrelerden birçok eleştiri alsa da siyasete mesafeli durur, kendini edebiyata adar. Söylenenlere, yazılanlara kulak kapatarak, kendi yolunda ilerlemeye, Kürtçe roman yazma amacına yoğunlaşır ve 1985 yılında “Tu (Sen)” adlı ilk Kürtçe romanı yayınlar.
2007 yılında ölümünden kısa süre önce Hasan Cemal’e yutkunarak verdiği röportajında:
‘Kürtçe roman yazmaya başladığım zaman elimde Musa Anter’in 1960′larda hapiste hazırladığı incecik bir sözlük vardı. Bir de Mehmet Emin Bozarslan’ın sözlüğü, 19. yüzyıldan kalma bir sözlüğün çevirisi… Türkiye’ye gelemiyordum. Daha çok Suriye’ye gidip Kürtlerle, halktan insanlarla, amatör şair, şarkıcılarla, Dengbêjlerle birlikte oluyor, Kürt dilini keşfediyordum. Çiçeklerin, ağaçların, kuşların Kürtçe isimlerini öğrenip kaydediyordum. Diasporada benden önce yapılmış Kürtçe edebi çalışmaları, dergileri, kitapları tarıyordum’ diyordu.
Mehmed Uzun içindeki sesi dinleyerek, İsveç gibi uzak bir ülke de Kürtçe roman yazan birisi olmuştur. O artık tanınan, bilinen, okunan bir edebiyat insanı olacaktır. Bundan sonraki ömrü, içindeki sese ses katmakla geçecektir.
“Yazarlığım, varlığım sürgün geleneğine çok fazla bağlı. Aidiyetlerimin en önemlilerinden biri de budur; ben sürgün edebiyatına ait bir yazarım. Ve o sürgün geleneği ile benim kişisel deneyimlerim olmasaydı orada mümkün değil, bu yazarlık kurulmayacaktı” diye ifade eder.
Edebiyat dünyası Mehmed Uzun’u ve Kürtçe romanı tanımaya başladığında Memed Uzun 50 yaşlarındaydı. Dünya genelinde tanınmış, kitapları değişik dillere çevrilmişti. Ama tam da bu dönemde hayatında yeni bir depremin haberini alır doktorlardan. Kısa zaman önce başlayan rahatsızlığı giderek artarken, yaptığı tahliller sonucu hayatının en verimli yıllarında, 50’li yaşlarında kanser olduğunu öğrenir. İnanmak istemese de bedeninde süren kargaşa, rahatsızlığını giderek gerçek kılıyor, içindeki sancı ve sesler, çığlıklar iç içe geçiyordu.
Kendisini muayene eden, tahlillerini değerlendiren doktor siyahî bir hekimdi. Tahlil ve tetkiklere göre kanser olduğunu söyledi Memed Uzun’un yüzüne. Bu nedenle hemen tedaviye başlanılmasını istedi ve yapılması gerekenleri tek tek sıraladı. Bu sarsıcı haber karşısında, önce afalladı, inanmak istemedi, zihninde oluşan karanlık sis tabakasını dağıtmak için, kendince bir çözüm buldu anında. Bu kara habere karşı, bütün kara renginde ne varsa, hayatından çıkarma kararı aldı ve evine gitmeden siyah renkli ne varsa göz önünden kaldırılması istedi. Dediği de oldu, ev siyah renkten arındı, siyah ciltli kitaplar bile ortalıktan kaldırıldı.
O artık ölümün pençesinde olduğunu biliyordu ve yaşadığı onca sürgünlük sancısına şimdi hayatına bambaşka bir sancı eklemişti. Kısa zamanda tedaviye başlanılmasına rağmen, kanser hızlıca yayılıyordu. Umut yok gibiydi, bedeni tedaviye cevap vermiyordu. Bir süre zarfında birkaç doktora daha gitti, sonuç, ilerlemiş mide kanseriydi. Bütün doktorlar aynı önerilerde bulunuyorlardı. “Şehirden uzaklaş, dağın başında huzurlu bir ortama çekil, ailenle, çocuklarınla zaman geçir.”
Mehmed Uzun bunun ne anlama geldiğini biliyordu ve zaman geçirmeden son günlerini doğduğu topraklarda geçirmek için Diyarbakır’a, hasret kaldığı coğrafyasına dönme kararı alır. 2006 yılının Temmuz sıcağında Diyarbakır’a indiğinde yürüyemeyecek kadar bitkin ve hastadır. Uçaktan iner inmez atmosfer değişmiş, iki bine yakın insan kendisini havaalanında karşılamaya gelmesi kendisine müthiş moral olur. Hava alanında gazetecilerin uzattığı mikrofonlara: “Ben ölmeye değil, yaşamaya geldim.” deme gücü bulur kendisinde. Durumunun daha da kötüleşmemesi için özel bir hastaneye yatırılır. Diyarbakır’daki dostları, akraba ve arkadaşları, tanıdığı, tanımadığı çok sayıda insan, Uzun için seferber olur. Sevenleri yattığı odadan görülebilecek şekilde, hastanenin karşısına devasa bir fotoğrafını asarak moral verir, çok sayıda ziyaretçisi olur. Tanınan kişilerin yanında, halktan, uzak köy ve kasabalardan insanlar hastaneye akın eder. Din adamları, sanatçılar, siyasetçiler ve en çok da dengbêjler hastalık boyunca hastane bahçesinden ayrılmaz. Gençler, öğrenciler, bütün Diyarbakır günlerce hastane bahçesinde iyileşme haberini bekler. Dengbêjler stranlarını hastane bahçesinde söyler, sesleriyle Memed Uzun’a güç vermeye çalışırlar.
Üç günlük ömür biçilen Memed Uzun, doktorlara inat, bayağı toparlanır. Hastaneden çıkarak, Karacadağ’a bakan evine yerleşir, hatta iadeyi ziyaretler bile yapar. Doğduğu Siverek’e giderek Fırat Vadisi’ni gezer. Artık morali yerine gelmiştir. Çok sayıda röportaj verir, yazacağı kitaplar üzerinde düşünür. Kısmen de olsa mutlu ve bahtiyardır artık. Ama henüz tam iyileşmediğini de bilir, buna rağmen yaşama sevincinden bir şey kaybetmeden direnir, hayata sımsıkı sarılır. 15 ay dopdolu yaşar, akrabalarıyla, dost ve sevdikleriyle, dengbêjlerin sesleriyle buluşur, onları tekrardan dinler.
Yorulmuş, yorgunluk belirtisi artmıştır. Bu nedenle hastalığının yeniden aktifleştiğini anlar. Bunun üzerine tekrar hastaneye yatmak zorunda kalır. Maalesef artık çok geçtir. 15 ay boyunca dopdolu yaşadığı ve doğduğu topraklardan ayrılma zamanı gelmiştir. Vasiyetini ifade eder. Yaşar Kemal, Ahmet Türk, Şerafettin Elçi ve Osman Baydemir cenazemde konuşsun der.
11 Ekim 2007 tarihinde bir daha uyanmamak üzere derin bir uykuya yatar ve hayata veda eder. İçindeki ses ise çığlık çığlığadır, hep de öyle kalır, kitaplarından seslenmeye devam eder. Cenazesi iki gün sonra başta Yaşar Kemal olmak üzere çok sayıda yazar, sanatçı, siyasetçi ve kalabalık bir kitlenin katılımıyla Dicle kıyısında bulunan mezarlığa defnedilir. Vasiyeti gereği Yaşar Kemal, Ahmet Türk, Şerafettin Elçi ve Osman Baydemir konuşur cenaze töreninde. Ünlü yazar Yaşar Kemal, çok sayıda insanın katıldığı cenazede kitleye hitaben yaptığı konuşmada Memed Uzun için şu düşünceleri dile getirir:
“Bir edebiyatçının cenazesine bu kadar kalabalığın gelmesi ilk defa oluyor. Siz hepiniz sağ olun. Mehmed her şeyimdi. Bu adam büyük bir adamdı. Mehmed için kitaplar yazılacak, destanlar, şiirler yazılacak. Bunca zorluklar içinde başeserler yazmayı başardı. Mehmed bir halkın gözbebeği olacaktır. Buna inanıyorum. Mehmed modern Kürt romanını yaratmış bir ustadır. Roman ne demektir, bir uygarlık demektir. Bizim Kürtçenin romanını Mehmed yarattı. Ben Kürt asıllıyım ancak Kürt yazarı değilim. Mehmed bir Kürt yazarıdır. İşini her şeyden iyi görmüştür. Kürt romanının dilinin dikenli yolunu açmıştır. Bu kültüre büyük bir katkıdır. Yüzyıllarca dengbêjlerin (halkların) dillerinden düşmeyen destanların Kürtlerin erişilmez güzellikteki şiirleri belalara uğramıştır. Sönmeye başlamışken alın size çağımızın Kürt romanını ve bunu yaratan Mehmed’dir. Türkiye’nin de romanlarıdır. Mehmed’in romanları pek çok dünya diline çevrilmiştir. Böyle de kalmayacaktır. Bu romanlar klasikleşecek, insanlığın malı olacaktır. Mehmed Uzun’un roman macerası, uzun ve yoğun bir maceradır. Bunu çok az insan yaşar. Mehmed’in doğduğu bölgede hemen herkes Kürtçe konuşur. Kürt yazılı edebiyatının, halk edebiyatının yoğunlaştığı bir bölgedir burası. Kürt dili çok zengin bir dildir ve Mellaye Cizrevi gibi şairler yetişmiştir. Dahası Kürt destanları, masalları, ağıtları, türküleri burada söylenir. Mehmed en eski kültür toprağında doğmuş, Anadolu’nun çok zengin Kürt dilinin, anadili bu çok zengin Kürt dili olmuştur. Bir de Mehmed ana dili kadar Türkçe’yi de öğrenmiştir. Türk halk dili de çok zengindir. Dede Korkut, Köroğlu destanları Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi şairlerini yetiştirmiştir. Kürt halk dili de çağlar boyunca büyük sözlü edebiyatı yaratmış. Mehmed Uzun bu iki halkın da dilini sözlü ve yazılı edebiyatlarını öğrenmiş, iki dili de kaynak yapmıştır.
Mehmed Uzun’un romanlarını okuduğumda çok şaşırdım. Bir dilin ilk romanı böyle ustalıkla, zengin bir dille gelişmiş bir roman dili yaratılarak nasıl yazılmış diye.
Mehmed’in yeteneğinde doğduğu coğrafyanın ve kültürünün elbette payı büyüktür. Kürt dilini ve edebiyatını öğrenerek dünyaya açılır ve dünya kültürünü ve edebiyatını özümser. Mehmed, Kürt dili için bir tarih olur böylece. Mehmed’in dili usta, yeni bir roman dilidir. İnsanı bu yalın dil ile öylesine büyüler ki insan böyle bir büyünün içinde öylesine kalır. Böylesine yalın dil ile yazabilmek ancak büyük ustalara hastır. Betimlemeleri, yani tasvirleri, göze batmadan insanın haberi bile olmadan destanların dili gibi örülmüştür. Betimlemelerinde yeni doğa anlatım biçimlerine ulaşmıştır. Doğası, büyük destanların anlatıldığı kadar yalın ve zengindir. Mezopotamya’nın yaşayan en eski dili olan zengin Kürt dilinde böyle romanlar bir halk için mutluluktur.
Kürt roman dilinin ilk temel taşını koymuştur. Bu onur onundur. Bu çağda yeni bir roman diline imza atmak kolay bir iş değildir. Bu güç işin altından Mehmed Uzun alnının akıyla çıkmıştır. Bu görkemli başlangıçtan sonra Mezopotamya’nın yaşayan en eski zengin dilinde ve büyük edebiyat romanları çıkacaktır.
İnsanlığa insanlık eden her şeyden önce kültürdür. Dünyada hiçbir kültüre, kültür zarar vermemiştir. Her kültür, öbür kültürü beslemiştir. Bu anlaşılmıyor. Kültürler birbirlerini öldürmezler. Kültürler birbirlerini çoğaltırlar, yaşatırlar, zenginleştirirler. Bunu bilmeyenler kendi kültürlerini öldürüyor. Yasakladığı kültürleri de öldürüyorlar. Bu cehaletten geliyor. Bir ülkede kültürlerin çeşitliliği o ülkenin zenginliği, büyüklüğüdür. İşte anlamadıkları budur. Mehmed’in romanı, kişiliği, insanlığın zenginliğidir. Bu insan dimdik durmuştur. Her zaman şiddeti kınamıştır. Yaşamı boyunca konuşmalarıyla, eserleriyle savaşa karşı koymuştur. Ne olursa olsun, kimler karşı koyarsa koysun Türkiye barışa kavuşacaktır. Ben de buna inanıyorum. Yakında bu savaş barışla bitecektir. Mehmed mezarında rahat edecektir. Savaşın sürmesi için hiçbir neden yoktur. Bu savaşı oyun sanıyorlar. Kimse hiçbir sebep bulamaz. Bugün oyun sanıyorlar savaşı. Belayı, o savaşı isteyenler bulacaktır, halklarımız değil.”
Konuşmadan sonra cenaze Ulucami avlusunda omuzlanarak cenaze arabasına konulur, binlerce insan cenazeye yürüyerek eşlik ederek mezarlığa taşınır. O artık çok sevdiği topraklarda edebi uykusuna yatar. Mezarı Dicle’ye nazır, Karacadağ’ı gören bir noktadadır. Uzun çok sevdiği toprağıyla buluştuğunda, geriye 22 dile çevrilmiş 7 roman, onlarca röportaj, deneme ve sayısız ödül kalır. Kürtçe, Türkçe ve yaşadığı ülke olan İsveç dilinde kitaplar yazan Memed Uzun, içindeki sese ses katarak edebiyat dünyasındaki yerini ölümsüzleştirir.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Yorumlar (0)