Mülk Allah’ın, Biz Emanetçisiyiz

Seneler önce Babamla bahçede oturuyoruz. Validem, çay getirdi de içiyorduk. O sırada birkaç kedi sağa sola koşuşurken…

A+
A-

Seneler önce Babamla bahçede oturuyoruz. Validem, çay getirdi de içiyorduk. O sırada birkaç kedi sağa sola koşuşurken bahçedeki kiremitleri düşürdü de validem yüksek sesle ‘pist’ diyerek kedileri kovaladı. Kediler de haliyle bir yerlere dağıldılar.

Babam da bana döndü. Sonra da anneme öğrensin diyerek hafif laf atarak;

“Hacer” dedi. “Tapusu senin üzerinde olabilir. Ama mülk Allah’ındır. Bunun içinde kedi de var, kurt da var. Kuş da var.’’

Anlayan için ne büyük bir ders.

Erenler böyle öğretiyor varlığın birliğini, mülkün Hakk’a ait olduğunu. Mesele tam da bu esasında. Her anımızı bu dikkatle yaşamalıyız. Yani kedisi, köpeği, kurdu, kuşu yok.

Hatırlarsınız deprem bölgesinde neler neler yaşadık. Kedi viranenin içinde, sahipleri nefes alıp veriyor. Kedi de başından ayrılmıyor. Takip ediyorlar, burda canlı var diye üç kişiyi kurtarıyorlar. Bunlar mühim meseleler..

Her şeyin manevi bir sebebi vardır. Tarihi kaynaklarda da manevi sebep söylenir, şundan dolayı şöyle oldu diye. Niyazi Mısr-i Hazretlerinin Nutk-u Şerifi’nde işaret edildiği gibi her an celal-cemal, cemal-celal olur durur. Bunun önüne geçilmez. Çünkü Allah’ın varlığında, vücudunda var celal ve cemal.

Mesele, Cenab-ı Hakk’ın celali varmış diye, senin kendini ateşe atman değildir. Tedbir diye bir şey vardır. Cenab-ı Hak Hazret-i İbrahim için ateşin içinde nasıl güllük gülistanlık ortam yarattıysa bugün de nice viranelerin için de güllük gülistanlık ortamlar yaratılmaktadır. Depremde göçük altında kalan yavrularımızın sanki yeniden doğmuşçasına pırıl pırıl hayata tutunduğunu hatırlayın.

O minnacık bedeni de koruyan, diğerini öldüren de aynı kudret. O zaman biz ne gerekiyorsa onu yapacağız. Bunun manevi boyutu var. Maneviyatta ne gerekiyorsa o yapılır.

Yine bir gün babamla otururken;

“Diyanet’te yetkili olsam, her Müslümanın evinde yahut da camide, uygun zamanlarda günde bir kereye mahsus olmak üzere yedi Ayet-el Kürsi okunmasını salık verirdim.’’ buyurdu.

Allah indinde şu Yunanlı, şu Türk diye bir kavram yoktur. Tecelliyatta sıfatlar aleminde vardır. Onun da tecellisi, bizim onlara düşman olmamızı gerektirmez şeklindedir. Ehl-i vahdet, hiç kimseye düşman olmaz. Varlığa bir gözle bakar.

Onun için; ‘’Kabe’de, puthanede, hanede, viranede çağırırım dost dost.’’ Şurda görüp de, orda göremezsen o iş sakat olur. Eksikliğimiz orda zaten. Her yerde dost, bu varlık bir tek dostun yüzünden ibarettir.

Zaten açılmaya başlayıp tevhid denen ilim meydana geldikçe Allah birlik yüzünü göstermeye başlar.

Söz gelimi, birisini düşünürsün, aniden karşına çıkar. Düşünce ile tecelliyat uyum sağlar. Bu sizin Tevhide adım atmaya başladığınızı gösterir. Sonrasında ilm’el yakinden ayn’el yakin bilgiye geçersiniz.

Perde açılır, gözünüz görmeye başlar. Böylece bizatihi kendin o vahdet ehli olursun. Halk bu sefer sana yönelir. Senin vücudun merkez, halk(kesrettekiler) o merkeze doğru yönelir. Bunların detayları, kitabi olarak da bildirilmez. Yaşadıkça, yaşadıkça olur gider.

İslam, Kuran, vehdet ilmi, tasavvuf yaşayarak öğrenilen bir şeydir. Sanal bir şey değildir. Şu kadar kitap okudun, öğrendin. Uygulama olmazsa öğrenemezsiniz.

“Tevhide tapşur özünü, kimseye açma razını.’’ Sırını kimseye açma. Zahirde sebepler neyse, onları kaldırmaya bakacağız.

Türkiye’nin, İslam aleminin zaafı, Tevhid bilgisini sindirememesi.

13.Asırda Anadolu virane oldu. Moğollar geldi, yaktı yıktı gitti. Daha sonra tekrar geldiler. Yaktılar, yıktılar gittiler. Virane oldu olmasına lakin sonrasında Mevlana kültürüyle, Hacı Bektaş Veli kültürüyle, Yunus Emre kültürüyle yoğruldu. Taptuk Emre Hazretleri, Yunus’u neden diyar diyar gezdirdi zannediyorsunuz?

“Gezdim Urum ile Şam’ı’’ diyerek bütün coğrafyayı Yunuslarla doldurdu. Onlar sessiz sedasız, yanan gönüllere merhem olmaya gittiler.

‘Çalış kazan, ye yedir. Bir gönül ele getir.’ Orda çalış, dürüştür aslında eski Türkçe’de.

Bir afet oluyor, herkes karın kararınca dürüşüyor(kazanıyor), yediriyor, evini barkını açıyor.

Lakin tedbiri elden bırakmayacağız. Ya ne yapacağız?

Doğru mimar yetiştireceğiz, doğru öğretmen, doğru ekip yetiştireceğiz. Çalışkan, dürüst, malzemeden çalmayan müteahhitler, mühendisler, ustalar yetiştireceğiz

Türkiye’nin, İslam aleminin Yunus kültürüne, Hazret-i Mevlana, İbn-i Arabi kültürüne ihtiyacı var.

Sözün kısası, bütün mülk Allah’a ait. Hiçbirisi bizim değil. Tapusu bizim görünebilir. Kaç senelik ömrümüz var? Seksen. Elli yaşında bir ev sahibi olmuşuz. Otuz sene bizim üzerimizde görünüyor. Sonra? Sonrası yok. Demek ki, istersen dünyanın en zengin adamı ol, bu mal mülk sende en fazla otuz sene kalıyor. Hani senindi ya? Böyle bir şey yok. Ondan sonra; ‘’Sağlığında ayet, hadis nesine/ Son deminde muhtaç olur Yasin’e.’’

Yasin’in kendisi ol, son deminde muhtaç olma. Falan hocayı çağırsınlar da, başımda Yasin okusun.

Yasin, insan demektir. Yasin’in kendisi ol. Vesselam.

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler