KONKORDATO CUMHURİYETİ: BORCUN VARSA DUA ET, ZENGİNSEN DİLEKÇE YAZ YETER!

A+
A-

Eskiden bir şirketin batması mahcubiyet sebebiydi.

Şimdi konkordato ilan etmek bir çeşit “marka imajı yönetimi” hamlesi, “vizyoner strateji” sayılıyor.

Basın bültenleri hazırlanıyor, LinkedIn postları atılıyor, sosyal medya yöneticileri “krizi fırsata çevirdik” temalı içeriklerle durumu cilalıyor.

Bir de üstüne şu açıklamalar geliyor:

“Yeniden yapılandırma sürecine girdik…”

“Bu, stratejik bir karar…”

“Makroekonomik dalgalanmalara karşı önlem alıyoruz…”

Oysa gerçek şu:

Bunun adı ekonomik iflas değil, ahlaki iflastır.

Vizyon Dedikleri…

Bugün birçok “vizyoner” holding ve şirket yöneticisi, uzun vadeli hedeflerden, sürdürülebilir büyümeden, dijital dönüşümden bahsederken, birkaç ay sonrasını görememekte.

Yıllık planlar yapılıyor ama günlük nakit akışı hesaba katılmıyor.

Çünkü sistem, batmayı göze alabilenlere, “nasıl olsa beni kurtarırlar” rahatlığıyla yaşamayı öğretti.

Peki bu ne biçim finansal sistem ki, öngörü becerisi bu kadar zayıf, ne biçim kurumsallık ki, borcunu yönetemeyen bir yapı hâlâ “lider kuruluş” diye sunuluyor?

Asıl mesele şu:

Bu şirketler batmıyor, bilinçli olarak sıfırlanıyor.

Batırılıyor, yapılandırılıyor, “hata değil strateji” deniliyor.

Borç Küçüğe Felaket, Büyüğe Lütuf

Küçük esnaf borcunu çeviremediğinde; mahkemelik olur, icra gelir, evine haciz düşer.

Çocuğunun bisikleti, eşinin takısı bile masaya gelir.

Ama holdingler borca battığında…

Toplantı odalarında konkordato dilekçesi hazırlanır.

Bir avukat, bir muhasebeci, bir de ‘dayı’ varsa, sistem çalışır.

Dost gazeteciler süreci yumuşatır, bankalar yeniden yapılandırır, işçiler çıkarılır, taşeronun alacağı dondurulur.

Çünkü bu ülkede konkordato; zenginin zarif bir çıkış yolu, yoksulun sonu demektir.

Konkordato: Yeni Nesil Dokunulmazlık Zırhı

Konkordato artık ekonomik bir kavram değil, sınıfsal ayrıcalığın hukuki kostümüdür.

Bazıları için “yeniden doğuş”, bazıları için “batış senedi.”

Bazıları için lüks aracın camından el sallayarak geçilen bir süreç,

Bazıları için ise alacaklı listesinin en alt sırasına gömülüp unutulmak.

Peki bu şirketler gerçekten mi krizden etkilendi?

Hayır.

Kriz bahanedir, konkordato niyettir.

Çünkü biliyorlar:

Sistemin düğmeleri onların önünde ama faturasını halk ödeyecek.

Tedarikçiye ödeme yapılmaz.

İşçiye kıdem tazminatı verilmez.

Yıllarca güvenip iş yapan kobiler borç batağına saplanır.

Ama şirketin sosyal medya hesaplarında hâlâ aynı cümle yazar:

“Değer yaratmaya devam ediyoruz.”

Borcunu Alan Gariban, Borcunu Aklayan Patron

Bugün Türkiye’de bir “konkordato kültürü” oluştu.

Bu kültür, iflası bile sınıfsal hale getirdi.

Yoksulun borcu adli bir sorunken, zenginin borcu teknik bir süreçtir.

Elbette, bu sistem içinde sorumluluğunu bilen, çalışanını mağdur etmeyen, tedarikçisine sadık kalmaya gayret eden bazı istisnalar da vardır.

Ancak sistem o kadar bozulmuştur ki, dürüst olan dahi ya görünmez kalır, ya da en sonunda aynı bataklığa çekilir.

Ve bu durum artık bir ekonomi sorunu değil; bir etik çöküş halidir.

Bu yazıda herhangi bir şirket, holding ya da kurum ismi vermedik.

Ama eğer kendini bu yazının içinde bulduysan…

Gömlek sana uyduysa giy tatlım.

Terzisi kimmiş, biz tahmin edebiliyoruz.

Son Not:

Konkordato sisteminin bu şekilde işleyebilmesi;

bir ülkede hem denetimin, hem vicdanın, hem de kamuoyunun susturulmasıyla mümkündür.

Siz sustukça onlar “kurumsal kriz yönetimi” adı altında yeniden ve yeniden batmayı sürdürecek.

Ama unutmayın:

Gerçek vizyon, borcu değil; güveni yönetebilme becerisidir.

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın