Ünsüz Türk Düşünürü / Yazar
Ünsüz Türk Düşünürü’nden yorgunlara bir iç döküş…
İyi insan olmak… Ne yüce bir niyet, ne ağır bir yük. İyi insan; kırmamaya çalışan, anlamaya çalışan, taşımaya çalışan kişidir. Ama nedense, bu insanlar genellikle en çok kırılan, en az anlaşılan ve en erken tükenen olurlar. Bugün “iyi olmak” çoğu zaman bir meziyet değil, bir istismar alanı hâline gelmiştir. Çünkü artık iyi olmak; herkese yetmeye çalışmak, kendine yetememekle eşanlamlıdır.
İyi insanlar genellikle sessizdir. Söylemeleri gerekeni yutarlar, bağırmaları gereken yerde susarlar. Çünkü incitmekten korkarlar. Oysa karşılarındaki, onları hiç düşünmeden parçalar. İyi insanlar sıklıkla “dayanıklı” sanılır. Dert anlatmazlar, yardım istemezler, kırıldım demezler. Bu yüzden en son fark edilirler; bittiklerinde. Ve ne gariptir… İyi bir insan düştüğünde, çevresi genellikle ona değil, ondan aldıkları faydanın bitmiş olmasına üzülür.
Bugünün toplumunda, iyi olmak çoğu zaman “hayır diyememek”le karıştırılır. İyi insanlar, çevrelerinin sorumluluğunu kendi sırtlarına alır. Kendi yorgunluğunu unutur, başkasının konforunu önceler. Ama günün sonunda şunu fark eder: Kendini yok sayan bir sistemde, iyilik de görünmez olur. Ve bir gün gelir, bu insanlar sessizce tükenirler. Hayır diyemedikleri herkesin yüküyle ezilirler. Bir sabah uyanır, aynaya bakar ve şöyle derler: “Ben kimim?” Çünkü herkese kendinden verirken, kendinden geriye ne kaldığını fark edemez olmuşlardır.
İyilik bir karakterdir; ama sınır koyamamak bir zaaf. İyi olmak başkası için değil, önce kendin için gerekli bir eylemdir. Kendini koruyamayan bir insan, kimseyi koruyamaz. Ve evet, bazen “hayır” demek, en büyük iyiliktir — kendine. Toplum, en çok iyi insanların omzuna basarak yükseliyor. Onların nezaketi, çoğu zaman başkalarının hoyratlığına alan açıyor. Ve onlar, usul usul, sessizce siliniyor hayattan. Kendilerine ait olmayan hayatların yükünü taşımaktan, kendi hayatlarını unutuyorlar.
Peki ne yapmalı? Önce kendine dönmeli insan. Sınır çizgilerini ihlal edenleri kibarca ama kararlılıkla durdurmalı. İyi olmakla kullanılmak arasındaki farkı öğrenmeli. Çünkü herkesin yarasına pansuman olmak zorunda değiliz. Ve evet, bazen kendi yaralarımızı da sevmeyi bilmeliyiz. İyi olmak, tükenmek zorunda değildir. İyilik, kör fedakârlıkla değil; bilinçli dengeyle anlam kazanır.
Ve bir gün bu yorgun iyi insanlar, yeniden ayağa kalkacak. Bu kez kendileri için. Çünkü artık biliyorlar: “Sürekli başkalarına yetişenler, hep kendine geç kalır.”