… …”Turgut Özakman’ın yazdığı, ‘Diriliş – Çanakkale 1915’ kitabında okuduğum sahneler, gözümün önünde canlandı; birer birer. Onlar gözlerini kırpmadan kan dökerek, can ve- rerek görevlerini yapmışlardı. Ya biz?..
Biz bütün bu olup bitenlere, Cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarına yapılan saldırılara âdeta seyirci kalmıştık; bu yüzden suçluyduk. Vatanı yeniden kurtarmak için bir Çanak- kale askeri gibi canımızı dişimize takarak özverili olmak ge- rektiğini düşündüm.”
Bahattin GEMİCİ (Almanya Sevdası)
Güzel mi güzel bir kitap okudum; geçen hafta. 21 öykü var içinde. Hepsi de birbirinden ilginç ve şaşırtıcı… Daha yeni, yepyeni… Bir ay bile olmamış; raflardaki yerini alalı. Temmuz 2025…
Boyu da hacmi de korkutmuyor; gözünü insanın. Ayrıca yazı puntosu da küçük değil. Hırsız adlı ilk öyküyü okuyunca, ikinciyi merak ediverdim hemen. Derken bir de baktım; yarıya gelivermişim; bir solukta.
Öyle rahat bir anlatımı var ki yazarın, yazmamış da karşımda oturmuş konuşuyor sanki! Su içmek için mutfağa gidip dönünce eşimin elinde görmeyeyim mi kitabı? Baktım, kendini kaptırmış okuyor. Beni görünce, “Ne akıcı bir üslubu var bu yazarın! Sen biraz oyalan, şu öyküyü bitirip de vereyim.” deyip devam etti okumaya.
Bu arada yazar hakkında biraz bilgi vereyim size:
Yazarımız Ankara’nın Nallıhan ilçesinin bir köyünde doğmuş; 1954’te. İyi de ben niçin anlatıyorum ki! Kendisi anlatsın kendini:
“Yoksul bir aileydik. Babam marangozdu ama düzenli bir işi yoktu. İlkokula başlayalı iki ay olduğu halde bana ‘Alfabe’ almamış ya da alamamıştı. Her gün öğretmenden azar işitiyordum. Bir gece yarısı herkes uyurken kalktım; babamın cüzdanından 1 lira çaldım. Ertesi gün kitapçıdan 90 kuruşa bir ‘Alfabe’ aldım. Artan 10 kuruşla simit, leblebi alabilirdim ama son anda bundan vaz geçtim.
Gündüz çarşıda işin farkına varan babam akşam hepimizi sorguya çekti. Üç kardeşin en küçüğü bendim. Suçumu itiraf edince hemen kulağımı çekti, parasını istedi. Alfabeyi gösterip artan 10 kuruşu verince dayaktan kurtuldum. Bu olayın ardından annem; “Oğlum, bir daha senin olmayan bir şeye sakın elini sürme. Doğruluktan ayrılma!” diyerek bana bir hayat dersi verdi.”(*)
İlkokuldan sonra ‘Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu’nu bitirir. Ilgaz ve Kurşunlu’da iki yıl öğretmen olarak çalıştıktan sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Almanca bölümüne devam eder. 1976’da turist olarak gittiği Almanya’da çeşitli işlerde çalışır. Daha sonra asıl mesleğine dönüp 36 yıl öğretmen olarak görev yapar; Almanya’da.
Bugüne dek şiir, öykü, anı ve makale olarak Türkçe ve Almanca 29 kitabı yayımlanan yazarımız, Almanya’da yaşayan yurttaşlarımızın Alman yurttaşlarıyla eşit haklara kavuşması için verilen savaşımın ön saflarında yer alır hep. Zorluklarla geçen yaşam öyküsünün bir bölümünü bu yılın başlarında yayımlanan Hasanoğlan Sevdası adlı eserinde anlatır.
Kimden söz ettiğimi söylemeyi unuttum mu, diyorsunuz?
Söyleşimizin başındaki alıntının değerli yazarı Bahattin Gemici’dir; sözü edilen yazar. Şimdi onun yeni kitabı Almanya Sevdası’ndan iki bölüm daha okuyalım. Yazarımızın Çanakkale’nin Küçükkuyu beldesinde bir yazlığı var. Her yaz ailece orada geçirir tatilini. Bakalım, nasıl bir yermiş orası:
“O akşam balkonda keyifle çayımızı yudumladık; etrafı seyre daldık. Tepemizde gümüş tepsi bir dolunay… Önümüzde Ege’nin mavi suları… Işıkları yanıp sönen bir deniz feneri… Karşımızda Ören, Sarımsaklı, Ayvalık… Sağ tarafta sisler içinde upuzun Midilli adası… Bir taraf Asya, öteki taraf Avrupa… Kıyıya vuran dalgaların tatlı hışırtısı… Nâzım ile Abidin Dino’yu anarak, ‘İşte mutluluğun resmi!..’ dedik.”
Nasıl ama? Gerçekten de hoş bir anlatım; değil mi?
Şimdi de Almanya’daki öğretmenlik günlerinden birini dinleyelim; kendisinden:
“Ders zili çaldı. Ceyda başı eğik bir halde girdi sınıfa. Başına beyaz bir türban takmıştı. Yüzü donuk, hasta gibiydi. Usulca yerine oturdu. Şaşırdım. N’olmuştu bu kıza böyle? O cıvıl cıvıl neşeli kız gitmiş, yerine sessiz, âdeta hayata küsmüş başka biri gelmişti.
Dersin bitmesine beş dakika kala bir şarkı çaldım; arkasında oyun havasına geçtim. Çocukların bir kısmı hemen sahneye fırladı. Herkesin bakışları onun üstündeydi.
-Ceyda, oyuna kalkmıyor musun?
-Hayır öğretmenim.
-Neden kızım?
-Kur’an kursundaki hoca, “Kızların oynaması çok günahtır.” dedi.
-Bak sen!.. Niçin günahmış?
-Oyun oynarken başımıza şeytanlar toplanırmış.
Güldüm, sağa sola bakındım. (….)
Hangi cahil hoca Ceyda’ya bunları anlatmış, korkutmuş, onun yaşama sevincini, oyun zevkini elinden almıştı?
-Ceyda, tamam oynamıyorsun; o zaman bize bir şarkı söyle.
-Olmaz öğretmenim. Şarkı söylemek de günahmış!
Çocuklar, ‘Hoppalaaa!..’ diyerek buna da tepki gösterdiler. (….)
Bazı camilerde hocalar, Türkiye’den geleli henüz altı ay olmadan son model Mercedeslere biniyorlardı. Bu paranın suyu nerden geliyordu?”
Gerçekten de yazarımızın çok haklı olarak sorduğu gibi:
Nerden geliyor dersiniz, bu değirmenin suyu?
(*) Almanya Sevdası, Bahattin Gemici, Öyküler, Ürün Yayınları, Ankara 2025, 135 Sayfa
Hüseyin ERKAN
Yorumlar (0)