Türkiyem- Dilaver Cebeci- Ahlat Yayınları
Dilaver Cebeci Ağabey’in şiirlerini liseli yıllarımdan biliyordum. İlk aldığım kitabı Hun Aşkı idi, 1973 yılında basılmıştı. 2003 yılında da imzalatmak nasip olmuştu.
Ahlat, Türk Anadolu’nun en eski şahitlerinden biri. Bu adla kurulan yayınevinin ilk kitabı Türkiyem.
Talat Ülker arkadaşımız var Gümüşhane Üniversitesi’nde. Yazdığı ve hazırda olan kitaplarının sayısını kendi bile ha deyince söyleyemez ama şiir ve nesir kitaplarından başka yazdığı kitaplardan biri Dilaver Cebeci’ye, bir başkası Hüseyin Nihal Atsız’a ait. Son yayımlanan iki kitabı da Nejdet Sançar ve Vasfi Mahir Kocatürk.
Türkiyem kitabında bir yazısı var Talat Ülker’in, bir kaç cümle yazayım oradan.
“Dilaver, yiğit ve delikanlı demektir. Cebeci ise Yeniçeri ordusunda silah işleriyle uğraşan, bir asker sınıfının adıdır…
Onun şiirinin heybesi gül doludur. Hilal soluklu dizelerle geceye, aşktan esrimiş duygularla güne hükmeder. Kutlu ülküleri kuşanan mısralarla varır Medine’ye ve ‘varlık sebebimiz’in önünde diz çöker. ‘Ilgar atlarla’ kutlu seferlere çıkar. Eylül zulmünün bir çok kişiye baş eğdirip diz çöktürdüğü günlerde ‘Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını/ Bir de seni çok seviyorum’ diye baş kaldırır. Ülküsünü aşk eyler, aşkın davasını bilir…”
Yıldız Sarayında Fesler ve Şamdanlar şiiri var Dilaver Ağabey’in, şöyle başlıyor;
“Osmanoğlu, hey Osmanoğlu!
Balkan siyahı perdeler inmiş gözlerine,
Omuzların çökmüş Osmanoğlu!
Burası Yıldız Sarayıdır yıldızlar gibi yalnız;
Kasem olsun ki doğup batan yıldızlara,
Çift kanatlı kapılar hahamlar kadar imansız.”
Bu şiirin nasıl yazıldığını, içinde nelerin olduğunu uzun uzun izah etmişti. Keşke elimde kalem olsaydı ya da aklım olsaydı da yazsaydım.
Kitabın editörü Taner Teber de bir mektup yazmış Dilaver Ağabey’in şiirlerinden esintilerle…
“Dilaver Ağabey,
Sana bu mektubu bir gece yarısında yazıyorum,
Sen dâr-ı fenâdan dâr-ı bekâya irtihal ettikten sonra da pek değişmedi buralar; trahomlu şairler, yazarlar, editörler Taksim gazinolarında mısra arıyorlar masaların altında. İnanır mısın, üstünde Kâbe olan seccadeleri bile Çin’de yapıyorlar artık! Aynı Çin, Doğu Türkistan’da zalim ve Filistin kan revan yine… Ama güzel şeyler de olmuyor değil! Gök yeleli bozkurtlar, kutlu ülkü erleri Çankaya yokuşunda hâlâ marşlar söylüyorlar! Türk Devletleri Teşkilatı kuruldu meselâ! Ve biliyor musun, sevenler senin Sitare’nde buluşmakta.”
Türkiyem kitabı özel baskılı, numaralı olarak tasarlanmış. 1923 adet basılmış kitap. Eskişehir’in plaka numarası olan 26 benim payıma düştü.
“Kırmızı mum” ile mühürleyip göndermişler sağ olsunlar.
Gece yarısı gelen telefonlar insanı korkutur ya.
Gece yarısı olur, ya da daha da geçer, evin telefonu çalardı. Bilirdim ki Dilaver Ağabey arıyor. “Şimdi telefon kulübesine geldim. Üsküdar sahilinde geziyorum, bir mısra yazdım, sana okumak istedim, bakalım nasıl olmuş?”
Dilaver Cebeci Ağabey’in Sitare’sini okuyalım efendim.
“Çeşmek Be-zen Sitare
Ezmen Mekon Kenâre”
Nerden çıktın karşıma böyle Sitare
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde
Kirpiklerin yüreğime batıyor
Telaşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedimin nigehban nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitare
Dün oturup hesap ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askeri mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitare
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Seninle konuşurken Sitare
Aklıma yıldızlar dökülüyor
Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde
Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında
Gökyüzü salkım salkım
Zigguratlar tıklım tıklım
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım
Gözlerine baktığım zaman Sitare
Bütün çöllere ay doğuyor
Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays’ı Antere’yi A’şa’yı
En kuytu vahaları dolaşıyorum
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare
Çadırla su arasında bir cılga var
O cılgada narin ayak izlerin var
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun
Biliyorum içinde bir sızı var
Bıçak ağzı gibi bir sızı var
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
Züheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan
Kuzeyden güneye
Güneyden kuzeye
Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde
Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri
Hiç aldırmadan benim esmer sevdama
Geviş getiriyorlar ufka bakarak
Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum
Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum
Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif
Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum
“Ah minel aşk-ı ve halatihi..”
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
Ve ikimizde ıslanıyoruz
Ben ne yağmurlar gördüm Sitare
Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
O şehirde sırılsıklam gezerdim
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
Tapınaklar insanları safra gibi atardı
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında
Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun
Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
Umay gibi yumuşak huylum
Nerden çıktın karşıma böyle
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
Ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
“güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var” diyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Ahlat Yayınları Dilaver Cebeci Ağabey’in diğer kitaplarını da yeniden yayımlayacak inşallah.
Dün Ahmet Tevfik Ozan arkadaşımızın vefatının dördüncü yılıydı.
Hani diyordu ya;
‘‘…Taş değirmen arasında bir yürek;
Taş incinir diye mahzun kanıyor!
Ümit, buzda kök salacak bir çiçek
Gönül devşirecek çiçek arıyor! …”
Erciyes’te kar diyorum, bu akşam
Benim kadar terk edilmiş değildir..
Karanlığa yar diyerek sarılmış
Ümitleri benimkinden yeşildir…
Dilaver Cebeci ile Ahmet Tevfik Ozan’a Fatihalar gönderelim efendim…
Yorumlar (0)