Tevfik Ümit İsmail Kerim harikalar diyarında
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken develer tellal iken?
Bir toplumun en derin yaraları bazen gözle görünmez; beden değil ruh kanar, kalabalıkların ortasında sessiz çığlıklarla kendini belli eder. Türkiye’nin bugün en az konuştuğu ama en çok hissettiği meselelerden biri de budur: Yalnızlık.
Büyük şehirlerde yollar genişliyor, gökdelenler yükseliyor, meydanlar insan seliyle dolup taşıyor. Ama bütün bu gürültünün ortasında, kalabalıkların tam içinde insan ruhunun çölleştiğini görüyoruz. Sabahları dolu otobüslerde, gün boyu kalabalık iş yerlerinde, akşamları kalabalık caddelerdeyiz; fakat gönüllerimiz bomboş. Eskiler, “Gönül gönülde meskendir” derdi. Bugünse göz göze bakmadan yan yana yürüyor, aynı masada oturup birbirimize dokunmadan yaşıyoruz.
Yalnızlık bireysel bir mesele gibi görünse de aslında toplumsal dokuyu da çürütüyor. Depresyon, kaygı bozuklukları, intihar vakaları özellikle gençlerde artıyor. Çünkü kalabalıkların ortasında yalnız kalan birey, kendine de yabancılaşıyor. Tasavvuf ehlinin dediği gibi, “Kendini bilmeyen Rabbini de bilemez.” Kendi iç âleminden kopan insan, başkasının dünyasına da yabancılaşıyor. Bu kopuş, toplumun dayanışma ve güven bağlarını da zayıflatıyor.
Eskiden mahalle kültürü vardı. Çocuklar sokakta birlikte oynar, komşular birbirine kapılarını çekinmeden açar, bir tas çorba paylaşıldığında sofra bereketlenirdi. Bugün apartmanlarda yıllarca yan yana oturup birbirinin adını bilmeyen insanlar var. Komşuluk ilişkilerinin ölmesi, aslında toplumsal yalnızlığın en net göstergesidir. Çünkü kalpler arasındaki köprüler yıkıldığında, toplum ortak vicdanını kaybeder.
Bir de dijital dünyanın açtığı derin uçurum var. Parmaklarımız sürekli ekranlarda ama ellerimiz kimseye uzanmıyor. Sosyal medya, insanlara sahte bir yakınlık hissi veriyor. Bir genç binlerce takipçiye sahip olabilir ama dertleşecek tek bir dost bulamayabilir. Oysa “beğeniler” gerçek sevgiyi, “takipçiler” gerçek dostluğu karşılamaz. Bu da modern çağın en büyük yanılsamasıdır.
Yalnızlığın toplumsal maliyeti çok büyüktür. Paylaşmayan, konuşmayan, dertleşmeyen insanın kalbi körelir. Empati azalır, tahammülsüzlük artar, öfke topluma yayılır. Oysa Yunus Emre’nin dediği gibi:
“Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.”
Bu söz sadece ekmek için değil, yalnızlık için de geçerlidir.
Çare, yeniden insana dönmektir. Bir dostun kapısını çalmak, bir komşunun halini hatırını sormak, bir masada sohbeti koyulaştırmak… Bunlar küçük adımlar gibi görünür ama kaybolan sıcaklığı geri getirecek büyük adımlardır. Çünkü insana en iyi ilaç yine insandır.
Unutmayalım: Asıl yalnızlık kalabalıkların içinde hissedilendir. Bu yalnızlık insanı hem kendine hem de Yaradan’a yabancılaştırır. Modern dünyanın en büyük yanılgısı, teknolojik ilerlemenin mutluluk getireceği inancıydı. Hakikat ise şudur: İnsan, ancak insanla tamam olur.
Yalnızlık bizim kaderimiz olmak zorunda değil. Yeter ki kalabalıkların içinde birbirimizi görmeyi, duymayı, hissetmeyi hatırlayalım. Çünkü bir toplum, ancak gönüller arasındaki köprülerle ayakta kalır. Ve o köprüleri yeniden kurduğumuz gün, hem birey hem toplum olarak yeniden dirileceğiz.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Yorumlar (0)