Prof.Dr.İhsan Dağı Yazdı: Suriye’de Türkiye’nin Öncelikli Hedefi Ne?
Suriye’de Türkiye için fırsat kapıları da riskler de ardına kadar açık. Önceliklerin saptanmasında yanlışlar yapılırsa riskler artar...
İhsan Köse / Araştırmacı-Yazar
16 Şubat 2022 Çarşamba televizyonlarda ve 17 Şubat 2022 Perşembe günü de gazetelerde şöyle bir haber vardı:
“Turan EMEKSİZ(vapuru) İstanbul’a döndü.”
Bu haberi duyunca ya da okuyunca sevinçten havalara uçtum. Öyle ya, önce çocukluğumuzu, sonra delikanlılığımızı, en sonunda da orta yaşlılığımızı birlikte, içiçe yaşadığımız; içinde nice hatıralarımızın oluştuğu, İstanbul’u İstanbul yapan güzel, sevimli vapurlarımızdan biri demek ki hâlâ ölmemişti. Bundan sonra bir şekilde yeniden hayatımızın içinde olacaktı. Daha ne isterdim Allah’tan.
Turan EMEKSİZ, ülkemizde Fairfields diye anılan bir grubun içinde yer alan dokuz vapurdan biriydi. Bu grup, yani Fairfieldler, halk arasında “devekuşu”,”dokuz kardeşler”diye de anılırlardı.Yani bizim kuşağın da hayatlarının tamamına tanık olduğu,birbirinden güzel dokuz hoş gemi.
1950’li yıllarda (sanırım 1952’de)İstanbul’da, Şehir Hatları’nda çalıştırılmak üzere İngiltere’deki Fairfield Gemi İnşa ve Mühendislik Şirketi’ne dokuz gemi siparişi verilir. Bu siparişler ise ancak 1960 ve 1961 yıllarında tamamlanarak Türkiye’ye teslim edilirler.
Birleşik Krallık ülkelerinden biri olan İskoçya’nın Glasgow şehrinde yapılan bu dokuz vapurun ortak özellikleri şöylece sıralanabilir:
Boyları:69.9 metre(Yaklaşık 70 metre)
Genişlikleri:13.5 metre(Yaklaşık 20 metre)
Hepsinde,800’erden 1.600 beygir gücünde çift makine var.15 mil hız yapabiliyorlar.Çift uskurlular.Kıçlarının üzerinde fırıl fırıl dönebildikleri için müthiş bir manevra kabiliyetine sahipler.Hepsi istimle(buharla)çalışan son örneklerden.Yalnız kazanları kömürle değil,motorinle ısıtılıyorlar.Bu güzellerin yolcu taşıma kapasiteleri de oldukça yüksekti:
Yaz Yolcu Taşıma Kapasiteleri:1952 yolcu(Yaklaşık 2000 yolcu)
Kış Yolcu Taşıma Kapasiteleri:1597 yolcu(Yaklaşik 1600 yolcu)
Glasgow’dan yola çıkıp da yurdumuza ulaşan ilk güzellerimiz, 1960 yılında KUZGUNCUK ve KANLICA olur. Onları birkaç ay sonra,yine aynı yıl içinde PENDİK izler. 1961 yılında ise diğer hanım kızlarımız,sırasıyla ANADOLU KAVAĞI(A.KAVAĞI), ATAKÖY, İNKILÂP, HARBİYE, İHSAN KALMAZ ve TURAN EMEKSİZ İstanbullu olurlar.
Ben de bu süreci on bir,on iki yaşında bir çocuk olarak,babamın özellikle radyodan dinlediği akşam “ajans”larından ve eve giren gazetelerden günü gününe izlemiştim. Sonrasında da İstanbul’a giderken(Bizim çocukluğumuzda İstanbul dendi mi sadece Suriçi kastedilirdi.) ve geri dönerken bu yeni vapurlara binmek büyük bir zevk olmuştu benim için.
Ömrümün büyük bir kısmında haşır neşir olduğum bu güzellerle birlikte oluşan sayısız hatıraların içine,şimdi balıklama dalma zamanı.Bazılarını da sizlerle paylaşmak için.Haydi bakalım.
Tam hatırlayamıyorum ama 1971 ya da 1972 yıllarından biri olmalı. Daha Boğaz Köprüsü falan da ortalarda yok. Aylardan da Nisan başları.Bir arkadaşımla birlikte fakülteden çıkmış,troleybüste lâflaya lâflaya Karaköy’e kadar gelmiştik. Hava da kararmak üzereydi. Muhabbete o kadar dalmışız ki,arabadan indiğimizde vapur iskelesinde karşımıza çıkan kalabalık ve onların ötesinde denizin üstünde oluşan sisin yoğunluğu suratımızda tokat gibi patlayınca kendimize geldik.
Kalabalık “Ha açıldı,ha açılacak”diye sisin dağılmasını bekliyor ve iskelede bekleyen vapura kendini atmaya çalışıyordu. Biz de kalabalığın arasına girerek vapura binmek üzere beklemeye başladık. Harala gürele derken epeyce bir süre kalabalık arasında kaldık. Sonra, beklemekten usananlar veya geceyi başka bir yerde geçirecek alternatifi bulunan bazı vatandaşlar ortadan çekilince, kendimizi turnikelerin önüne attık. Bir müddet de orada bekledikten sonra vapura daldık.
Başladık vapurda beklemeye. Saatler geçmesine rağmen sis “Bana mısın”demiyordu. Kendini vapura atanlar zamanla duruma alışmaya başlamışlardı. İnsanlar çevresindekilerle muhabbeti geliştirmişler, şamata, gırgır gırla gidiyordu. Hatta, gecenin ilerleyen saatlerinde şarkılar,türküler,göbek atmalar bile devreye girmişti. Vapurun çay ocağı harıl harıl çalışıyor,simit,poğaça, sandviç satışları rekora koşuyordu. Hatta,bir ara,gündüz saatlerinde kalabalıktan geçilemeyen iskele önündeki caddede,vapur sakinlerinin (Zira,artık gemiye iyice yerleştiğimiz için yolcu lâfını bir tarafa bırakmıştık.) bir kısmı tarafından futbol maçı bile yapılmıştı. Sıkıntı verici bir durumu,vapur sakinleri olarak kendimizi eğlendirmeye vererek,yarı uykulu bir şekilde sabah ezanını dinlerken bulmuştuk kendimizi.
Sabah, sis, denizin üzerinde ancak birkaç metre ötesinin görünmemesini sağlayacak şekilde inatla varlığını sürdürüyordu. Vapurda beklememiz öğle saatlerine doğru Beşiktaş-Üsküdar hattının açıldığını duymamıza kadar sürdü.
Akşamdan, ertesi gün öğleye kadar aşağı yukarı on sekiz,on dokuz saat bize sıcacık bağrını açarak ev sahipliği yapan, bizi ağırlayan bu güzel misafirperver vapurumuzun adı neydi, biliyor musunuz? İHSAN KALMAZ. Onu,bize bıraktığı bu güzel anılar ardından tebessümler içinde bir defa daha anıyorum.
Eskiden(Eski deyince de fi tarihini anlamayın haaaaa! Bizim neslin ömrüne bile sığan 1960’lı,1970’li yıllar.) Şehir Hatları’nın bir kolu da Sirkeci-Pendik hattıydı. Günümüzdeki gibi Sirkeci’den bindiğiniz zaman, vapurla, yani tek vasıta ile Pendik’e gelmeniz mümkündü. Hem de bugünkü gibi yerin dibine girmeden.
Akşam,yolcularını toplayan vapur,sanıyorum Kadıköy’e, oradan da Adalar ve Kartal’a uğrayarak Pendik’e ulaşırdı. Bu geminin yolcuları yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuk sonrası istedikleri yere ulaşırlardı. Sabah da, bu durumun tersi Pendik’ten başlayarak tekrarlanırdı.
Düşünsenize,yaz, kış Anadolu kıyılarına uzaktan el sallayan,Adalar’a ise yakından selâm çakan ama her zaman İstanbul kıyıları arasında yapılan zevkli bir yolculuk. Yazın,en üst güvertede,püfür püfür esen rüzgârın verdiği serinlikle mest olma. Kışınsa,dışarda yağan lâpa lâpa karın oluşturduğu muhteşem deniz manzaralarına karşı çıtırlak simidi yiyerek,tavşan kanı,demli sıcacık çayları yudumlayarak yapılan harika bir kısa seyahat.
Bu yolculuk sırasında oluşan ebedî dostluklar…Vapurla yaptıkları kısa seyahat sırasında tanışıp evlenen çiftler…Hanımların bitmek tükenmek bilmeyen muhabbetleri!arasına sıkıştırarak ördükleri el işi yelekler,kazaklar,hırkalar,bereler…
Bu yolculuklar, Şehir Hatları’nın her gün servise koyduğu değişik gemilerle gerçekleştirilirdi.Ama bu vapurların arasına zaman zaman gelin gibi güzel bir Fairfield gemisi, PENDİK de katılırdı.Bu gemi, Pendik’te, kıyıdan hayli uzakta olan iskeleye gelip bağlandığında onu görenler seyretmeye doyamazlardı. O kadar ki,günümüzde Pendik’i tanıtan broşürlerde,kitaplarda,dergilerde,onun Pendik iskelesine bağlı, kartpostal güzelliğindeki,uzaktan tıpkı bir kuğu gibi görünen resmi, bu tip yayınların baş köşesini işgal ediyor. Güzeller güzeli bir kıyı semti Pendik ve onun güzelliğini pekiştiren,birbirinden güzel dokuz kız kardeşlerden bir Fairfield, PENDİK.Ne güzel yakışmışlardı birbirlerine.
Siz,hiç kaptan köşküne çıkıp da gemi seyahati yaptınız mı?Olağanüstü bir güzellik.”Kaptan Köşkü”,hakikaten “köşk”ünvanını elde edecek kadar hoş ve sevimli bir yer.
Sanki evinizin salonunda oturuyorsunuz. Tertemiz örtüler serili masalar. Vapurların kısa süreli beklemelerinde personelin dinleneceği çok rahat koltuklar. Pırıl pırıl cam sürahi ve bardaklar. Köşkün hemen arkasında bir oda. Daha doğrusu kamara. Kaptanın kamarası. Bembeyaz,mis gibi kokan çarşaflarıyla hemen yatılıp uyunmaya hazır yatak orada. Seyir köprüsü ise,saksılarında sizi mutlu etmek için hazır çiçekler, çiçekler, çiçekler..
Eski iş arkadaşımız ve kırk yılı aşkın aile dostumuz Berrin Hanım’ ın (PEHLİVANOĞLU) eşi Burhan PEHLİVANOĞLU,Karaköy’deki iskelenin üstünde bulunan Şehir Hatları İşletmesi’nin bürosunda çalışan bir yetkiliydi.Onunla vapurda karşılaştığımız zaman,bizi ya gemi personelinin kamaralarında ya da kaptan köşkünde misafir ederdi.Başta da söylediğim gibi,bu da bizim için çok zevkli bir durumdu.
Yukarıdan bakınca,suyun üzerinde bir kuğu gibi kayıp giden geminin hareketlerini gözlemek müthişti. Dümencinin,dümeni hafifçe sağa,sola çevirmesiyle, başını istenilen yöne çevirmek için en küçük bir itaatsizlik göstermeden emirlere uyan ve denizin üzerinde sessizce kayıp giden bu nazlı kuğulardan beni en çok etkileyeni, yine Fairfield kardeşlerden biri olmuştu.İlk adı Gençlik olan ama sefere konulduğunda adı ATAKÖY olarak değiştirilen kız kardeş.Onu seyir halindeyken kaptan köşkünden birkaç kez hayranlıkla izlemiştim.O günleri şimdi mumla arıyorum. (Desenize “Ara ki bulasın!”) Sevgili ATAKÖY! Hiç unutmayacağım seni.
Fakülteye,Yakacık’ tan çok değerli bir çocukluk arkadaşımla giderdik.Onlarda devam mecburiyeti yoktu.Bizde ise üçte iki devam zorunluydu.Dolayısıyla, ben her gün okula gitmeme rağmen,arkadaşım bazı günleri pas geçerdi.
Okullara bu gidiş gelişlerimizde hem okulda hem de vapurda doğal olarak oldukça geniş bir arkadaş grubu oluşturmuştuk.Hep birlikte,şamata,gırgır gider gelirdik.
Bu arkadaş grubumuzun içinde, kızlı, erkekli, kahve falına meraklı olanlar da vardı. Ve nasıl olmuşsa olmuş,arkadaşımın iyi kahve falına baktığı,bu vapur yolculuğu yaptığımız arkadaşlar arasında yaygınlaşmıştı.Biz de onlara hizmet etmekten imtina etmedik tabiî.
Bizimki, her gün okula gelmediği için,ben grupla olan muhabbetlerde,onlardan ufak ufak tiyolar alıyor,arkadaşımın okula geleceği gün ona aktarıyordum. Meselâ,
“Halam rahatsızlanmış. Sömestirde onu ziyarete gideceğim.” şeklinde bir beyanı olan kız arkadaşımızın kahve falı arkadaşım tarafından “Size yakında bir yolculuk görünüyor.” diye yorumlandı mı yer yerinden oynuyordu,”Nasıl bildi?” diye.
Bir erkek arkadaşın diğerine,dedesinden bir miras parası geleceğini fısıldaması,bir zaman sonra arkadaşım tarafından falına bakılınca “Yahu arkadaş!Yakın gelecekte,üç gün mü desem,üç ay mı desem,sana bir yerden para gelecek.Artık Millî Piyangodan mı olur, Spor-Toto’dan mı, onu bilemem.”demesi “Vay beeeee!” nidaları arasında şaşkınlıkla karşılanırdı.
Bu palavraları bazen öylesine abartıyorduk ki, bir arkadaşın falında çok portakal ve mandalina yemenin kan grubunu değiştirdiğini söyleyerek,onu çok sevdiği portakal ve mandalinadan bile soğutmuştuk.
Şimdi diyeceksiniz ki,”Bu fal bakma işine niçin ikide birde katlanıyordunuz?”El cevap: Zira,kahveleri onlar ısmarlıyorlar,yani kahveleri bizler içiyor,bizim içtiğimiz kahve fincanlarından onların fallarına bakıyorduk. Kısaca, karşılıklı memnun olma durumu!
Lâfın ucunu kaçırdık biraz.Şimdi,bütün bunları niye anlattım biliyor musunuz?Arkadaşımın okula geldiği günlerde(O günlerde biraz da geç giderdik.)nedense,çoğunlukla aynı vapura rastlardık.İyi tahmin ettiniz, Fairfieldlerden İNKILAP’a. Onun için arkadaşım “Yarın İnkılâp yapçaz,unutma!”dediğinde, onun okula gideceği anlaşılır ve İNKILAP’ın kahveleri gözümüzde tütmeye başlardı.Şimdilerde de güzelim İNKILAP vapuru.
Devam edecek.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Yorumlar (0)