Araştırmacı-Yazar İhsan Köse Yazdı: Dokuz * Kız Kardeş(idiler) İkinci Bölüm

A+
A-

İhsan Köse / Araştırmacı-Yazar

Çok güzel, Yakacıklıların deyimiyle şurup gibi, şahane bir bahar sabahı. Günümüzde, eski iskele diye bilinen Kadıköy iskelesinden vapura doluşuyoruz. Sonra, keyifli bir yolculuk için hareket.
Her şey çok normal giderken, mendirekleri geçince birdenbire bir duvar gibi önümüzde oluşan yoğun sisin içinde kalıyoruz. Dışarıya bakınca en fazla iki, üç metreden ötesini görmenin imkânı yok. Makinelerini stop ettiren vapurda, herkes şaşkınlıkla birbirlerinin yüzlerine bakarak ne olacağını anlamaya çalışıyor. Ben de meraktan vapurun giriş sahanlığına inerek ne olup bittiğine bakınıyorum.

Bu arada, yakından ve uzaktan devamlı vapur düdükleri gelmeye başlıyor kulaklarımıza. Ama bir şey görmenin mümkünü yok. Sadece etrafımızı sarmış beyaz bir duvar her tarafta.
Derken, bir vapurun düdük sesi giderek bize yaklaşan bir şekilde tekrar etmeye başlıyor. “Yahu, bu da neyin nesi? Düdük sesleri neden bu kadar yakınlaştı?” demeye kalmadan, bir sadme ile bütün bir vapur sallanıyor.”Eyvah!”diyoruz

“Ya biz başka bir vapura çarptık, ya da kıyılardaki kayalara bindirdik galiba.” diye içimizden geçirirken, yanımızdan adeta bizim vapura sürtünerek geçen, daha eski model vapurlardan baltaburun “Heybeliada’yı hayal meyal görüyoruz. Vapur, bir hayalet gibi yanımızdan geçerek, sisin içinde kayboluyor.

Sisle mücadelemiz epeyce bir süre devam ediyor. Bir ara, sis aralanınca kendimizi Ahırkapı çakarının yakınlarına gelmiş olarak buluyoruz. Kıyıdan öttürülen bekçi düdüklerine kulak vererek, kâh yoğunlaşan kâh açılan sis içinde, kıyı kıyı, zar zor Sarayburnu’nu geçip, nihayetinde Karaköy İskelesi’ne bağlanıyoruz. Vapurdan indiğimizde görüyoruz ki geminin baş kısmında, isminin yazılı olduğu yerden aşağıya doğru, yaklaşık bir buçuk metre kadar bir yarık oluşmuş.

Bu macerayı yaşadığımız vapur da Dokuz Kız Kardeşlerden, Fairfieldler’den biri, güzeller güzeli ANADOLU KAVAĞI idi. Heybeliada’dan aldığı darbe ile burnundan bir yarıkla kurtulan sevgili ANADOLU KAVAĞI, epey bir süre daha hizmetlerine devam ettikten sonra, ne yazık ki bir yangına kurban gitmiş ve Salacak sahilinde karaya oturtularak yaşadığı hayatın dışına itilmişti. Yüreğimizde bitmeyecek bir yangındı artık A.KAVAĞI.

Birtakım güzel hatıraların içinde, bizlere hoş insanlık derslerinin de sunulduğu bir Fairfield yapımı vapur daha: HARBİYE.

Bu vapurun çay ocağında çalışan bir güzel insan vardı. Sabah, akşam, hiç sormadan, artık çok iyi tanıdığı müşterilerine “Çayınız beyim,Filiz!”diyerek, demlenmiş çaylarını sunardı. İşin güzel yanı neydi biliyor musunuz? Bu çayları dağıtan kişi, para toplamak için tekrar yanınıza gelmezdi. Paraları, aydan aya toplar, müşterilerinin beyanına göre verilen parayı alır ve sadece “Allah bereket versin. “diyerek, işinin başına dönerdi. Tam Fairfield kardeşlerin güzelliğine yakışan bir davranış.

Bizler için HARBİYE vapuru demek, onun çay ocağının başında toplanmak demekti. Genellikle Kadir(ALTUN),rahmetli Bülent(ARTUN),Faruk (EBREN)ve ben, çıtır çıtır Kumkapı simitlerimizi alarak soluğu HARBİYE’nin çay ocağının başında soluğu alırdık. Orada, hele soğuk karlı havalarda, içimizi ısıtan sıcacık çayları içerek ve ellerimizi yakan, mis gibi kokan simitlerimizi yiyerek, günün yorgunluğunu atmaya çalışırdık.

Sevgili HARBİYE vapuru. Seni ve çalışanlarını yaşadığımız süre boyunca hep hayırla yâd edip anacağız. Zira, her şeyi günden güne daha kolayca harcamayı başaran “insanlık”, ne mutlu bizlere ki, hatıralarımızı silip, yok edecek bir aleti yapmayı henüz beceremedi. Hal böyleyken biz de tadını çıkarıyoruz.

Vapurlar, vapurlar, vapurlar…Onlarla da birlikte oluşan her şey gibi hatıralar. Vapurların dümen suyunun içinde oluşan köpükler gibi bir süre daha devam edip, sonra sonsuzluğa gark olup kaybolacaklar. Ola ki damağımızda bıraktığı lezzetler, bir başka âlemde karşımıza çıka. Bu sâfiyane istekten gayrı söyleyecek, yapacağımız başka bir şey yok. Yani garibiz, garibiz, hem de çok.

İskeleler. Vapurların olmazsa olmaz durak yerleri. Hepsi özene bezene yapılmış, insanda estetik haz uyandıran mimarî güzellikler.

Meselâ Haydarpaşa İskelesi. Kesin olarak bilinmemesine rağmen 1915-1916 yıllarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Mimarı Vedat TEK’tir. Harika çini işlemelerini ise Kütahyalı çini ustası Mehmet Emin Usta gerçekleştirmiştir.

Burası, insana, küçük bir konağa girermiş havasını veren bir huzur mekânıdır. İçerdeki eski oturma yerleriyle, çini kaplı duvarlarıyla, kapıların, pencerelerin üstlerindeki rengârenk vitraylarıyla, iskelenin ana kapısının üstünde Lâtin harfleriyle “Haydarpaşa” yazısı, yanlardaki kapıların üstlerinde ise eski yazıyla-tahmin ediyorum tâlik yazısı ile-“Haydarpaşa “yazılarıyla ömre bedel bir yerdir.

Bu iskelenin hemen girişinde, onun adeta mütemmim cüzü gibi duran, şirin, küçücük bir oda. Turnikelerden geçmek için jeton alınan yer. Kimbilir kimleri eskiterek eskimiş. Gişesinin önündeki mermer küçük tezgâh, orada yapılan para ve jeton alışverişinden, beli bükülen insanlar gibi içe çökmüş yine de “Yıkılmadım, ayaktayım.”
dercesine bir güzel iskele unsuru.

Neyse. Biz yine dönelim sevgili Fairfieldlerimize. Rahmetli Bülent’le(ARTUN)birlikte ikimiz okula gittiğimiz günlerde, kısa deniz yolculuğunun tadını daha bir çıkarmak için değişmez bir uygulamamız vardı.

Yetmişli yıllarda, sadece kapalı mekânlarda değil ulaşım araçlarının içinde de sigara içmek serbestti. Bülent ve ben, sigara içmediğimiz için, vapurun en üst güvertesine çıkar, hava şartları ne olursa olsun orada seyahat ederdik.

Orada İstanbul’un değişik mekân görüntülerini, kıyıların, denizin, Adalar’ın güzelliklerini, aramızda anlata anlata bitiremezdik. Hele, yolculuğumuz Fairfieldler’den KUZGUNCUK ya da KANLICA adlı güzellere rastlarsa(Ki genellikle de Bülent ile gittiğimiz saatlerde onlar olurdu.)keyfimize payân olmazdı.

“İhsancığım” derdi sevgili Bülent.”Bak, hem bol ve temiz deniz havalı bir seyahat yapıyoruz her zaman. Hem de bunu, bize boğazı hatırlatacak gemi isimleriyle yapıyoruz. Ara sıra kapa gözlerini! Kapa ki boğazın değişik semtlerini yalayarak gidiyoruz san kendini. “diyerek, seyahatimizi daha renkli kılacak konuşmalar yapardı.

KUZGUNCUK ve KANLICA. Bu iki güzel, bana, sanki bir gelin, bir kuğu gibi ötekilerden daha beyaz, diğer kardeşlerine göre daha alımlı, çalımlı görünürdü. Bu durum, belki de iki kardeşin ötekilerden daha önce yurdumuza gelmesinin, zihnimde onları ayrı bir yere konumlandırmasından ileri geliyordu. Kimbilir?

İşim gereği, aşağı yukarı dokuz yıl, ya Yakacık’tan ya da Pendik’ten, Bayrampaşa taraflarına gidip gelmiştim. Çok erken saatlerde işe gidip, geç saatlerde dönüyordum. Dolayısıyla oldukça yoruluyordum. Bu nedenle de genellikle vapurda olmak üzere yolculuk sırasında uyumak mecburiyetinde kalıyordum.

Bu durum KANLICA adlı güzelde de birçok kere tekrarlanması sonucu, o geminin bir çalışanı ile dost olmuştum.

Özellikle akşam işten dönerken KANLICA’ nın çay ocağının yanındaki kanepelerin camlara yakın kısmına oturur, sonra da aşağı yukarı yarım saat sürecek bir uykuya dalardım.

Az önce KANLICA’nın bir çalışanı ile dost olduğumu söylemiştim. Onunla sabah ya da akşam karşılaşır, ayaküstü birbirimize hal hatır sorar, sonra da birbirimize “İyi günler”, İyi akşamlar” dilerdik. Bunlara ilâveten, özellikle akşamları bana “Sen keyfine bak abi. Merak etme. “diye, eğer vapurda uyuya kalırsam beni uyaracağını ima ederdi.

Bir akşam, Karaköy’den dönüşte vapurda yine uyumuşum. Geminin iskeleye rampa etme sadmesiyle gözlerimi açtım. Baktım, Karaköy’deyiz. Yeni hareket ediyoruz herhalde, diye düşündüm. Ancak, milletin yavaş yavaş gemiyi boşaltmaya başladığını görünce, kendime geldim. Kadıköy’e gitmiş ve tekrar Karaköy’e dönmüştük. Şaşkınlıkla çevreme bakınırken KANLICA’nın sevimli çalışanı, kanapenin öteki ucundan sevimli bir gülümseme ile bana bakıyordu.”Abi”dedi.”Yahu, o kadar güzel uyuyordun ki, kıyamadım seni uyandırmaya. Nasıl olsa bir seferimiz daha vardı Kadıköy’e. Eğer yine uyanmazsan, bu sefer seni uyandırırım diye düşündüm. Kusura bakma!”

Ona çok çok teşekkür ettikten sonra, gönül rahatlığı içinde, bir daha vurmuştum kafamı uyumak için.

Öylesine kaynaşmıştık Fairfieldlerle. İçinde rahat rahat uyuyabilme emniyeti bile sağlayan KANLICA ile…Günümüzle kıyas edilemeyecek güzelliklerdi hepsi.

İnsanların sabah işe, akşam eve koşuşturmaları…Bazen son anda kendini vapura atma mutluluğu, bazen de kapanan turnikelerin önünde kalma acizliği…

Her daim İstanbul semalarına karışan vapur düdükleri…Öylesine ki, bazı insanlar tarafından düdük sesiyle tanınan ve “Burgaz geliyor.” , “Paşabahçe gidiyor.” diye isimlendirilmesi bile yapılan “şahsiyetli” vapurlar.
Çımacıların, kaptanlarla gayet uyumlu bir şekilde vapurları iskeleye yanaştırmaları…Denizden gelen iyot ve yosun kokularının arasına karışan madenî yağ, mazot kokularının insanın genzini yakan, bugün bile nerede olursa olsun (covid bile engelleyemez)hemen fark edilebilecek bir iş, güç, emek kokusu…

Vapurlar, vapurlar, vapurlar…Hayatımızı sarıp sarmalayan, âdeta onunla bütünleşen eski zaman vapurları…Bir bavul gibi, bir ütü gibi, bir çaydanlık gibi değil de; bir gelin gibi, bir kuğu gibi, bir gençlik numunesi gibi bizlere hep gülümseyerek bakan vapurlar…

Vapurların bir olmazsa olmazı da kaptanlardı. Genellikle Karadenizli olurlardı. Karadeniz’den de Rize’den. Tertemiz elbiseleri içinde bizlere hizmet eden, cin gibi, sevimli, esprili, şakacı insanlardı.

İşlerinde çok ustalaşmış kişilerdi onlar. Özellikle Sarayburnu, Karaköy, Eminönü çevresinde oluşan yoğun deniz trafiğinde, kendilerine emanet edilmiş gemileri tereyağından kıl çeker gibi yönetip istedikleri yere salimen ulaşırlardı. Öyle ki, bazen iskeleye yanaştığınızı bile anlamadan vapurdan inmeye başlardınız.

Bazen de, özellikle Karaköy ve Haydarpaşa iskelelerinde değişik akıntılar yüzünden gemileri iskelelere yanaştırmak oldukça zorlaşırdı. Bu yüzden epeyce tecrübeli kaptanlar bile böyle sıkıntılı durumlarda, yine onların deyimiyle “darlanırlardı.”

Yine böyle ters suların olduğu bir gün Karaköy iskelesine lebâleb dolu bir vapurla yanaşmaya çalışıyoruz. Hem de manevra kabiliyeti çok yüksek olan bir Fairfield ile. Ancak, vapurun başı yanaşırken kıçı açılıyor, kıçı yanaşırken de başı açılıyor. Birkaç kere böyle vapurun başı ve kıçı ile uğraşan kaptan sonunda vapuru iskeleye bağladı. Tam vapurdan inmeye başlamıştık ki, yolculardan biri, köşkündeki penceresinden yolcuların boşalmasını seyreden kaptana bağırdı: “Ne acemi kaptanmışsın be! Bir vapuru yanaştırmak için yarım saat uğraştın. Yazıklar olsun sana!”

Bu serzenişi duyan, zaten “darlanmış” ve heyheyleri gelmiş olan Rizeli kaptan hemen cevabı yetiştirmişti: “Ula uşağum, ne diysun sen! Bir sefer daha Kadıköy yapacağum. Ha cel pakayum benle de, tönüşte ha pu pok yiyeni sen yanaştur isceleye, pakalum becerebilecek misun?Adamu hasta etmeyun daaaaa!

Vapuruyla, kaptanı ile, çaycısıyla, dümencisiyle, iskelesiyle, çımacısıyla, cıvıl cıvıl, renkli, sevimli bir hayattı be! Geçip gitti.

Neyse. Duygusallık kantarının topuzunu daha fazla kaçırmadan, yerli yerine oturtup, esas konumuzu tamamlamak üzere kendimize destur verelim.

Turan Emeksiz. Bu ismin tarihi kişiliği bir yana, bizim neslin içinde iki önemli yerde daha adı durmadan tekrar edilirdi.

İstanbul Üniversitesi’nin merkez binasının bulunduğu bahçede iki katlı, kocaman yemekhanenin adı Turan Emeksiz’ di. Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim sanırım. Bu yemekhanede çıkan yemeklerin güzelliği dillere destandı. O yemeklerin tadı, bizim kuşağın hâlâ damaklarındadır, desem herhalde yanlış olmaz.

Orada çıkan yemekleri, bir de üst katta yer bulup da yemeğe başladığınızda, eskilerin deyimiyle “ali-ül âlâ “bir keyifle karşı karşıyasınızdır, demektir.
Zira, karşınızda bir tarafta Haliç’i, Pera’yı, öbür tarafta Salacak’ı, Kız Kulesi’ni, Sarayburnu’nu, Boğaz’ı gören kartpostallık panoramik bir görüntü. Günlerce, aylarca, yıllarca bizlere sunulan bu güzellikleri anılarımızın baş köşesine taşımaya vesile olmuştu Turan Emeksiz yemekhanesi.

Efendim. İkinci Turan Emeksiz ismi de bu adı taşıyan Fairfield kardeşlerden biri olan vapur sayesinde zihinlerimize kazınmıştı.

Onunla,1961 yılından itibaren, seferden kaldırılana kadar Kadıköy-Karaköy arasında ne kadar yolculuk yaptığımı hatırlayamıyorum bile. Ancak, kadîm arkadaşım Faruk ile birlikte hem TURAN EMEKSİZ ile, hem de diğer gemilerle birlikte yaptığımız bazı seyahatler var ki ömre bedel.

Faruk’la, keyfimiz yerinde, cebimizde de paramızın biraz fazla olduğu zamanlarda, paraya kıyarak, kendimize vapur ziyafeti çekerdik. Daha doğrusu vapurda “poğaça” ziyafeti.
Her yerde 25 kuruşa satılan çıtır poğaçalar Karaköy’deki ünlü bir pastanede 75 kuruşa satılırdı. Ama hakkını verelim, çok nefis poğaçalardı bu satılanlar. Önce, bu poğaçalardan üçer, dörder tane alırdık. Sonra doğru vapura. Vapurda da doğrudan lüks mevkiye geçerdik. Orada da ayrıca birer liraları bayılırdık. Lüks seyahat edeceğiz ya! Sonra gelsin çaylar. Aşağı yukarı Karaköy-Kadıköy arasında bir haftada harcayacağımız yol parasını keyfimiz için yarım saatte harcardık.

Sıcacık çaylarımızı yudumlarken, her defasında insana büyük haz veren İstanbul görüntülerini, vapurun dümen suyunda rızklarını çığlıklar atarak arayan martılar eşliğinde izleyerek yolculuk tamamlamak…Bunu bazen de Dokuz Kız Kardeşlerden biriyle ve genellikle beyaz kuğulardan biri olan TURAN EMEKSİZ gemisiyle yapmak…Dünya üzerindeki bütün itiş kakışlara rağmen, fırsat bulunduğunda hayattan kâm almaya çalışarak yapmak…Değmez mi yani?

Yeniden İstanbul’a getirilerek, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne emanet edilen TURAN EMEKSİZ vapuru. İnşallah seni, Sayın Rahmi KOÇ’un Fenerbahçe vapurunu müze gemi yapması gibi şanına yaraşır bir şekilde kullanırlar. Yeni nesiller de seni “Böyle güzel vapurlar da varmış bir zamanlar İstanbul’da.” diye tanımaya çalışırlar.

Sevgili TURAN EMEKSİZ. Bir an önce seni de bir kütüphane, bir kafe, bir sergi salonu olarak görmek ve ziyaretine gelmek istiyoruz. Hem de “Muhterem hanımefendiler, beyefendiler! Bugün sizlere dağların ardından, çekik gözlülerin ülkesinden bakın neler getirdim.” diye, kulaklarımızda çınlayan Burhan Pazarlama’nın sesiyle…

“Hatıra yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.” diyen Andre Gıde’in söylediğini yapmaya çalışıyorum. Artık kurtarabildiğim kadar.

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

POPÜLER HABERLER