Bağımlılık, genellikle yalnızca bir maddenin kullanımına indirgenerek ele alınır. Bu dar bakış açısı, çözüm önerilerini de kısıtlar ve sorunun temel dinamiklerini göz ardı eder. Oysa bağımlılık, bireyin içsel dünyasında kök salmış çok daha derin bir olgudur. Kullanılan madde, bu karmaşık sürecin görünen yüzüdür, görünmeyeni ise, kişinin yaşamla kurduğu anlam ilişkilerindeki kopukluk, içsel boşluk hissi ve yitirilmiş bağlardır.
Bağımlılık, kimi zaman duygusal yoksunlukla, kimi zaman toplumsal dışlanmışlıkla beslenir. İnsan, anlam bulamadığı bir yaşamda bir şeye tutunmak ister. Bu tutunma çabası, bazen bir maddeyle, bazen bir davranışla ya da zararlı bir ilişkiyle şekillenir. Ancak bağımlılığın gerçek kaynağı, bu bağlanılan unsurda değil, o unsur aracılığıyla doldurulmaya çalışılan boşluktadır. Bu nedenle bağımlılıkla mücadele, yalnızca maddenin terk edilmesiyle sınırlı kalırsa çözüm hep eksik kalacaktır.
İyileşme süreci, kişinin bu boşlukla yüzleşmesini ve onu sağlıklı yollarla doldurmasını gerektirir. Sanat, spor, üretken faaliyetler, toplumsal katılım, anlamlı ilişkiler ve kendini gerçekleştirme çabası; bireyin içsel dengeyi kurmasına yardımcı olur. Bu süreç, yalnızca bireysel değil aynı zamanda toplumsal bir meseledir. Çünkü bağımlılık, bireyin yaşadığı çevreden, ilişki kurduğu insanlardan ve maruz kaldığı yaşam koşullarından bağımsız biçimde gelişmez.
Modern yaşamın getirdiği bireyselleşme, hız, dijitalleşme ve rekabet ortamı, insanlar arasındaki bağları zayıflatırken; birçok kişide aidiyet, değerli görülme ve kabul edilme gibi temel insani ihtiyaçları da gölgeler. Bu eksiklikler, kişiyi daha kırılgan hale getirir ve bağımlılığa zemin hazırlar. Bu noktada toplumsal dayanışma ağlarının yeniden kurulması, kapsayıcı ve güçlendirici politikaların hayata geçirilmesi büyük önem taşır. Çünkü bir kişinin iyileşmesi, yalnızca onun çabasıyla değil, aynı zamanda çevresinin sunduğu imkânlarla ve destekle de doğrudan ilişkilidir.
İyileşme, bir dönüşümdür, yalnızca bırakmaya indirgenemez. Kısa bir öykü ile anlamaya çalışalım:
Odasının kapısı ağır bir gıcırtıyla kapandığında, dış dünya artık onun için yalnızca bir uğultuydu. Üzerinde beyaz, kalın kumaştan yapılmış bir gömlek vardı, hareket edemesin diye tasarlanmış, dirençsiz kalması içindi. Parmakları titremedi, çünkü hareket etmeye bile takati yoktu artık. Onun isteği dışında her şey düzenlenmişti: yemeği, içeceği, tuvaleti. İhtiyaçlarını karşılayacak kadar yaşam işlevi vardı. Fazlasına gerek duyulmuyordu.
İlk gün bağırdı. Kapılara vurdu. Duvarlara yaslandı, gözlerini tavana dikti. İkinci gün iç çekmeleri hıçkırığa dönüştü. Beşinci gün boş bakışlarla karşı duvarı izlemeye başladı. Gözleri uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken, zihni maddeyi aramadı. Çünkü ulaşamazdı. Ulaşamadığı her şey yavaş yavaş yok olmaya başladı. Vücut hâlâ çalışıyor, boşaltım düzenli devam ediyordu. Sistem tıpkı bir makina gibi işliyor ama insan tarafı yavaş yavaş kabuğunu kırıyordu.
Yirminci güne gelindiğinde, dışarıdan bakan biri onun “temizlendiğini” söyleyebilirdi. Madde artık vücutta yoktu. Arınmıştı, sözüm ona. Ama içeride bir çatlak hâlâ sessizce yayılıyordu. Anlam yoksunluğu, kopukluk, boşluk… Bunlar hâlâ onunla birlikteydi. Ve dışarı çıktığında ne onu karşılayacak bir bağ vardı ne de sarılacağı bir neden.
İyileşme olmuş muydu? Belki vücudu arınmıştı ama zihni hâlâ tutunacak o maddeyi arıyordu…
Çünkü iyileşme, bir dönüşümdür. Yalnızca bırakmakla sınırlanamaz. Dönüşüm, insanın hayatla yeniden bağ kurduğu, boşluğu anlamla ördüğü, mücadeleyle yoğrulmuş bir süreçtir. Odaya kapatmakla değil, o odanın dışında ona uzanan bir elin sıcaklığıyla başlar asıl iyileşme.
Yaşamla yeniden bağ kurmak, bu bağın içinde kendini yeniden var etmek ve boşluğu üretken, umut verici yollarla şekillendirmek, sürecin temelidir. Her bireyin bu mücadelede yalnız bırakılmaması, toplumsal sorumluluk bilincinin güçlenmesi ve önleyici yaklaşımların yaygınlaştırılması gerekir. Bağımlılığı yalnızca bir birey sorunu olarak göremeyiz, kolektif bir yaralanma biçimi olarak görmek, çözüm yollarını da bulmamızı sağlar.
Bu nedenle bağımlılıkla mücadelede, maddenin ötesine geçilmelidir, anlam arayışını merkeze almak zorundayız. Gerçek iyileşme, kişinin yaşamla kurduğu bağda, kendini yeniden var etmesinde ve dayanışma içinde bir kimlik kazanmasında gizlidir. Mücadele, yalnızca bireyin değil, hepimizin ortak sorumluluğudur.
Yorumlar (0)