BİR YOBAZ BİR YOBAZA GEL SENİNLE BERABER YOBAZLIK YAPALIM DEMİŞ

A+
A-

İran-İsrail savaşının teknik ayrıntıları üzerinde duracak değilim. Zaten tüm televizyonlarda “çarıklı erkan-ı harpler”e taş çıkartacak “sırıklı erkan-ı harpler”, şuraya bomba düştü buraya bomba düşmedi türünden ajans haberleriyle her türlü derin (!) analizi saat başı yapmaktalar.

Ben bu savaşı niçin iki tarafın da kaybettiğine ilişkin iki anıyla yetineceğim.

Birincisi İsrail’den.

Arena editörü olduğum 1990’lı yıllarda, sonradan ödül alan bir haber için Tel Aviv’deyim. Şehrin içinde bir yerden bir yere giderken Doğu Avrupa kökenli olduğunu öğrendiğim şoförle İngilizce sohbet ediyoruz. Uyanık, efendi, ilerici bir adam. Aylardan Temmuz. Tenha bir mahalleden geçerken, resim çekmek için durmasını rica ediyorum.

“Sakın ha!” diyor. “Dayak yersiniz!”

“Ama niye? Yabancı olduğum için mi?”

“Hayır. Gömleğinizin kolları kısa olduğu için. Burası en sofu yahudilerin yaşadığı semt. Kısa kollu gömleğe kızarlar, sataşırlar.”

Tabii, arabadan inmedim, ama sordum:

“Bu çağda böyle bir yobazlık nasıl olabiliyor? Onlarla konuşmuyor musunuz?”

Şoför gülümsedi:

“Bakın şu karşıdaki duvarı görüyor musunuz?”

“Evet.”

“Onunla konuşabilirsiniz, ama bunlarla konuşamazsınız!”

İşte bu duvar kafalı adamların zihniyeti şimdi iktidarda. Dünya umurlarında değil. Günlük kan istihkakları olarak şu kadar bin masum bebek kanı içip öldürmeye devam ediyrlar…

AHLAK POLİSİ

Geçiyoruz İran’a. O olaydan 10 yıl kadar sonra, bir gezi sırasında, İsfahan’dayız. Dünyanın en güzel kentleri arasında anılan koca kentin ortasından geçen ırmak kurumuş. Ama kemerli köprüler hala yerinde duruyor. Hayranlıkla onları seyrederken geleneksel siyah mantolu, saçlarının ufak bir kısmı görünen uzun boylu bir kadın İngilizce soruyor:

“Nerelisiniz? İstanbullu mu?”

Türkçe konuştuğumuzu anlamış.

“Evet, İstanbul’danız. Ben gazeteciyim.”

Yüzü aydınlanıyor.

“Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı kitabını okudunuz mu? Bizim buraları anlatmış sanki. Hele o kitaptaki ince mizah duygusu.”

O kitabı okumadığımı ama, Kara Kitap ve Yeni Bir Hayat’ı okuduğumu, söylüyorum. Orhan Pamuk üzerine sohbete dalıyoruz. O Farsça ve İngilizce tüm kitaplarını almış. Londra’da okula gitmiş, bilgisayar mühendisiymiş ama edebiyata meraklıymış. Konuşacağımız o kadar çok şey var ki.

Çevreme bakıyorum. İlerde gazino-kahve türünden yerler var.

Onu davet etsem, bir kahve içsek, edebiyattan konuşsak, roman sanatının geleceği olup olmadığından söz etsek…

Ama çekiniyorum. Çünkü burası İran, çeyrek yüzyıldır yobazların idaresi altında. Kadınların evli olmadıkları erkeklerle bir yerde kahve içmesini engelleyecek hatta hapse attıracak kanunları, ahlak polisleri var. Ne olur ne olmaz…

Sohbetimiz kısa kesiliyor.

NEREDEN NEREYE

Ne büyük gerileme…. İbni-i Sina’nın, Ömer Hayyam’ın, Hafız’ın ülkesi, şimdi kadınlarının kimlerle konuştuğunu takip ediyor ama en iyi koruması gereken insanları, Genel Kurmay Başkanı’nı, komutanlarını, nükleer uzmanlarını tüm uyarılarına rağmen koruyamıyor.

Yobazlık içerden yiyip bitirmiştir: Böyle bir devlet olamaz!

Ya İsrail? Yeryüzündeki hemen tüm özgürlükçü düşüncelerinin üreticisi bir soydan gelenler için sığınak olarak kurulmuş olan ülke? Marx’ın, Freud’un Einstein’ın, Arendt’in torunları… Yaşadıkları büyük Holokost felaketinden sonra barışın, demokrasinin, dayanışmanın karargahı olacağı hayal edilen yer…

Şimdi tekno-canavarlığın ileri karakolu…

Her ikisinde de yobazlık yenilgiyi hak ediyor! Aslında yenilen insanlıktır!

 

 

 

 

 

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın