BİZ NEYİ KAYBETTİK?

A+
A-

– Biz neyi kaybettik Hocam?

Çok şeyi kaybettik!

Güzellikler elimizden bir bir kayıp gidiyor.

Bize ruh üfleyen değerler gitti…

İnsanlığımız vardı,

Değerlerimiz vardı…

Bir bir elimizden kayıp gitti.

Büyük bir ruhu kaybettik.

*

Babam 1917 doğumlu. Terziydi rahmetli.

Fakat sıradan bir terzi değildi. Ege’nin en iyi terzilerindendi…

Klasik uslubu bilirdi. Ziraatten çok iyi anlardı. Bu konuda yeni şeyler denemekten hoşlanırdı. Meraklıydı, mütecessisti. Şimdi daha iyi anlıyorum ki, aslında genetikle uğraşıyormuş. Köyümüz Kızılcabölük’te ilk defa modern elmacılığı, bademciliği o denemişti.

Trabzon hurması, fındık, Antep fıstığı yetiştirmek için ilk denemeleri yapan da babamdı.

Aşı meraklısıydı.

Göz zamanı geldi mi cebinden çakısı ve ipliği eksik olmazdı.

Yine şimdi anlıyorum ki genetiğe meraklı zevat kün sırrına da meraklı oluyor, babam da aslında “gen” ile uğraşırken “kün” sırrı ile de uğraşıyormuş.

Genetiğe meraklı kimi gördümse aslında kün demiyle hemhaldir diye düşünüyorum.

Zira genetik biliminin bir adım öncesi “kün”etiktir.

Amma etik olmak kaydıyla tabii ki.

Genle oynamak, bir nev’i kün oyununa dahil olmak demektir.

Parantez içinde söyleyeyim, genetiği bir kişi iyiye de kötüye de kullanabilir.

Babamınki “genetik”le amatörce ilgilenmek.

Yeni meyve türüne gidebilir miyim, bilinen meyveleri ıslah edebilir miyim derdi idi.

Dedim ya 1950’li 55’li yıllar…

Henüz zihniyetlerin gedosu bozulmamıştı o zamanlar…

*

Dedim ya Babam rahmetli terziydi.

Hani Aşık yunus “İdris Nebi hulle biçer diker Allah deyu deyu” der ya, o da İdris Nebi’nin yolunda bir terzi idi.

Fakat biraz daha ötesi vardı babamın.

O sadece insanları giyindirmez, varlığı da yeşilliklerle giydirmeye çalışırdı.

Bila-ücret ve hassaten zevkine aşılanacak bir ağaç gördüğünde kimin ağacı diye düşünmez, o ağacı aşılardı.

Eli çok yatkındı.

Bu hasletiyle beldemize öncülük yapardı o!

Bir kere sabahın köründe, yani sabah ezan-ı Muhammedî ile o dükkan açılırdı.

Çarşı camiinde namazlar eda edildikten sonra besmeleyle dükkan açılır, rafta duran Sahih-i Buhari’den bir iki sayfa okunup mütalaa edildikten sonra tezgahın başına geçilirdi.

Müftü Mehmed Efendi (Köseoğlu) babamın ahbabı idi.

Çoğu zaman dükkana o ve diğer arkadaşları gelir, Sahih mütalaası birlikte yapılırdı.

Henüz çayın yaygın olmadığı zamanlarda bizim dükkanda sobada çay daima kaynardı.

Müftü amca dedim de, bu Müftü amca önemli bir zattır ha!

Birinci cihan harbinde yedi sene kadar esir kalmış, Mısır’da.

Oradan birilerinin yardımıyla ipi kırıp Edirne’ye gelmiş sonra da memleket.

İstiklal harbinde Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi efendinin yanında fetvaya “Anadolu dârul harptir, burada Cuma farz değildir!

Herkes savaşa!” diye imza koyan meşhur müftü.

Köyde bizim mahalleden komşumuz aynı zamanda.

İşte bu müftü amcanın vefat ettiği sene doğmuşum bendeniz.

Hatırası bizim köyde hala canlıdır.

Babamın can ciğer arkadaşı rahmetli…

Bizim yöreyi bilgisiyle besleyip durmuş.

Kütüphanesinde haylı el yazma eser de var idi.

*

Biz neyi kaybettik?

İşte çok önemli bir soru. Ben anlatayım da siz içinden çıkarın neyi kaybettiğimizi…

VAKTİ GELDİYSE 

İnsan normal hayatını yaşayıp giderken vakit geldiyse ya aşk ile kendi gönül rızasıyla aslına yönelip gereğini yapar veya vakti geldiği halde kendi gönül rızası ile aslına yönelmezse acı verir, acıyla Allah dedirttirir.

Acıya dayanabilir misin? Dayanamazsın:

“Allah!”

“Nişledin?”

“Yandım!”

*

Bir buğday tanesi rutubetli toprak altında şişip çatlarken, patlarken, yarılırken büyüteçle bakılsa, ileri ses cihazlarıyla dinlense ne sesler çıkarıyor ne şikayetler ediyor görülür. Amma böyle olması lazım, önündeki başağı çıkarabilsin. Sancı olmadan doğum mu olur? Düdüklüde bam, bam bağırıyor yemek. İşitin ya, yandım. Seni yangına verdim. Senin derdin ağaya geçmek değil mi? Ağaya geçmek için pişmen lazım ki ağa kabul etsin. Pişsin getirin.

Hadi işine bak, yan!

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler