BÖYLE Mİ BİTMELİYDİ, BU GÜZEL ÖYKÜNÜN SONU?

A+
A-

Anladım ki aldanmışım

Her söylenene kanmışım

Çalmışlar vatanda emeğimi.       

Esat YAVUZTÜRK

 (Güncel Sanat Dergisi)

“Giden Gelmez Dağları”ydı; geçen haftaki söyleşimizin konusu. Aksekili ünlü iş insanlarımızdan Dr. Mehmet Çetin Duruk’tan başka hiç kimse, “Yazında sözünü ettiğin o videoyu bana da gönderir misin?” demedi. Demek ki, yeterince etkili bir söyleşi olmamış; amacıma ulaşamamış, becerememişim!

Ya da, “Hüseyin Erkan, sen uyuyorsun her halde. Biz o videoyu kaç kez izledik. Dahası, gidip o dağları da gördük.” demişlerdir; haklı olarak. O güne dek izleme olanağı bulamayanlar da -internet kullanmakta ustalaştıkları için- cep telefonları ya da bilgisayarlarından hemen bulup doya doya izlemişlerdir; mutlaka o videoyu!

O söyleşinin sonunda, “Turizm Bakanlığımızın haberi var mı acaba? Bu doğa harikası zenginliğimizi duyurup tanıtmak için ne yapmaktadır?” diye sormuştum.

Birkaç arkadaşım aradı hemen: “Söyleşini ilgiyle okuduk. Çok güzel bir müjde veriyorsun. Sağ ol da yazının sonu berbat olmuş! Turizm Bakanlığını niçin göreve çağırıyorsun? Gidip bozsunlar diye mi o güzellikleri?” diyerek bir güzel azarladılar beni!

İşte onlardan biri, Yüksek Ziraat Müh. akademisyen dostum Abdullah Tavmen… 1968’de Ağrı’da yedek subay olarak aynı birlikte çalıştığım askerlik arkadaşımın yazdıkları:

“Yazını okuyunca, büyük bir merak uyandı bende, Giden Gelmez Dağları hakkında. Ancak bu dağları tanıtmak için Turizm Bakanlığını göreve çağırıyorsun ya işte o an, ‘Ey vah!” dedim. Doğa harikası başka yöreleri tanıtan yazılar da hep tedirgin etmiştir beni. Çünkü karabasan gibi bir sermaye çöküyor hemen, bu değerlerimizin üzerine. Ve o güzelim yerler betonlaştırılıyor kısa sürede. Para tutkunu, yalnızca kendi çıkarını düşünen bu güruhta ne doğaya saygı var, ne insana! En tipik örneklerden biri Uzungöl kıyıları…           

İşte bunu için dostum, bırakalım; her güzellik doğa içinde olduğu gibi kalsın. Ta ki, buraları uygarca bir düşünce ve çağdaş bir bilinçle değerlendirecek nesiller gelene kadar…”

Bu uyarıyı yapmakta haksız mı, benim değerli dostum?

Aksine bu güzel eleştirisi için teşekkür borçluyum; sevgili asker arkadaşıma.

Mesleği dolayısıyla Giden Gelmez Dağlarını yalnızca görmekle kalmamış, ayrıca bilimsel olarak incelemiş olan değerli Yerbilim Prof. Dr. Ali Yılmaz ne yazmış bakalım:

“Torosları baştan başa dolaşmış bir kimsenin Giden Gelmez Dağlarını görmemesi mümkün mü? O bölgede ayrıca kuzeyden güneye doğru açılan eski bir su yolu da var. Aslında bu su yolu doğal mı, insan yapısı mı tam belli değil. Bu su yolu, meslektaşlarımın “Toros Platformu” olarak tanımladığı Toroslara özgü kireç taşlarını kuzeyden güneye doğru kesmekte… Ama videoyu izlerken benim de anılarım depreşti ve duygulandım.

Ayrıca şuna kesinlikle inanıyorum: İnsanlığa dair yüzyıllardır öğrendiklerimizin toplamı, evrensel bilginin yanında küçücük bir damla bile değil.”

1961-1964 yıllarında Ergani ilçesi yakınındaki Dicle Öğretmen Okulunda öğrencim olarak yakından tanıyıp sevdiğim, Diyarbakır’ın Dicle ilçesinin Kulbin (Bozova) köyü doğumlu, ana dili Zazaca olan Prof. Ali Yılmaz kardeşime bu güzel iletisi için yürekten teşekkürler!..

Şimdi de Seydişehir Alüminyum Tesislerinden emekli, Antalya’nın İbradı ilçesinin Ürünlü (Unulla) köyünden Elek. Müh. Âlim Doğan Özcivan’da sıra. Bugüne dek hiç karşılaşmadık ama internetteki çağdaş bilinci yansıtan iletilerinden iyi tanırım; bu hemşerimi.

Önemli bir ameliyat geçirdiği için Konya’da hastanede yatmakta iken okumuş; Giden Gelmez Dağları başlıklı söyleşiyi. O durumdayken bile oldukça kapsamlı bir yorum yazmak mecburiyeti hissetmiş kendinde.

Doğup büyüdüğü Ürünlü köyündeki evler de Akseki, İbradı ve köylerindekiler gibi “düğmeli evler”miş. Beş on yıl önce Orta Doğu Teknik Üniversitesinde okuyan oğlunun girişimiyle ODTÜ öğretim üyeleri ve öğrencileri sık sık gelip incelemişler bu evleri. Özellikle  Şehir Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çetin Göksu bayılmış burada gördüğü evlere. Ayrıca Torosların harman olduğu bu bölge ile yüksekçe bir dağın yamacına kurulmuş Ürünlü köyüne ve konuksever köy halkına… Böylece onun öncülüğünde köyde üç gün süren bir çalıştay bile yapılmış.

Bununla yetinmeyen profesörümüz, bu köyden bir düğmeli ev ve bir bahçe satın alıp nerdeyse yılın üç beş ayını İspanyol eşi ile burada geçirmeye başlamış. Dahası birçok ODTÜ öğretim üyesi de bu köyü mesken edinmiş.

Birkaç yıl önce hemşerim Özcivan, çok değer verdiği bu bilim insanımızı ve akademik arkadaşlarını eşleriyle birlikte Giden Gelmez Dağlarına götürür. O dağlardaki harika güzellikleri, hayranlıkla izleyen Prof. Göksu’nun İspanyol eşi:

“Sayın Özcivan! Tanrı Türk halkına, Türk ulusuna çok cömert davranıp birçok zenginlikler vermiş ama siz değerlendirmesini bilmiyorsunuz bunları!” demesin mi?

Siz söyleyin şimdi, haksız mı İspanyol hanım?

Biz yalnızca doğal zenginliklerimizi değil, her konuda çok yetenekli gençlerimizi ve çok iyi yetişmiş aydınlarımızı da değerlendirmesini bilmiyoruz. Onları çok iyi keşfedip hapislerde çürütmeyi çok iyi biliyoruz ama! Dün öyle idi, katmerlenmiş olarak bugün de öyle…

Sözgelişi Ürünlü köylüleri, kendilerini çok seven ODTÜ Şehir Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Çetin Göksu’nun değerini bilmişler midir dersiniz? Yoksa onu ve köyden ev alan on kadar arkadaşını, “Ahlakımızı bozuyorlar” gerekçesiyle köyden kovmuşlar mıdır?

Gerçekten de Özcivan kardeşimizin köyden, İbradı, Akseki ve Antalya’dan uzakta olduğu bir gün Prof. Göksu, çok sevgili dostunu telefonla arayıp:

“Değerli Dostum! Sevgili köylüleriniz Ürünlü’ye sığdıramadılar bizi. Onun için evi de bahçeyi de satıp gidiyorum.” demek zorunda kalır mıydı?

Böyle mi bitmeliydi, bu güzel öykünün sonu?

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın