Yaklaşık üç hafta önce yine bu köşede yangınlarla ilgili yazdığım bir yazıda, yangınların çıkış sebepleri, alınması gereken önlemler ve ormanların ülkemiz için öneminden bahsetmiştim. O nedenle bugün aynı şeyleri tekrarlamayacağım. Bunun yerine, bu yangınlarla ilgili gözlemlerimi ve tespitlerimi dile getirmeye çalışacağım.
21 Temmuz 2025 saat 16.00 civarında çıkan Gürsu – Kestel yangınını evimin balkonundan endişe ve çaresizlik içinde izlemek zorunda kaldım. Hava kararana kadar nispeten daha küçük bir alandaydı. Ancak hava karardıktan sonra, 3 saat içinde Katırlı Dağı’nın büyük bir kısmı hızlı bir şekilde yandı. Geceleri her zaman gördüğüm köylerin ışıkları yangının alevleri arasında kayboldukça, “vah vah”, “tüh”, “eyvah”lara karışan dualarla sadece izledim.
26 Temmuz’da Orhaneli Yakuplar–Gedikler Köyü Meyran Dağı’nda başlayan yangın, kısa süre içinde Yakuplar, Gedikler, Çakmak, Çamoğlu ve Dursunbey istikametine; Ilıca, Dutluca, Göyak köyleri arasında yayılarak bütün yerleşim birimlerini ve Harmancık şehir merkezini tehdit eden boyutlara ulaştı.
Bütün bu yangınlarda tüm kurumlar ve STK’lar adeta seferberlik vaziyeti aldılar. Gerek Orman Genel Müdürlüğü, gerek itfaiye personeli, gönüllüler, bölge halkımızın ve köylülerimizin gayretleri anlatmakla bitmez. 50 saat uyumayan, iki saatlik istirahatle zamanı adeta unutan personel ve gönüllüleri de; lastiği patladığı hâlde bir dakika bile durmadan havuzlara tankerlerle su taşıyan köylülerimizi, ayran, su, yiyecek tedarik ederek gönderen esnaf ve STK’ları; yangın içinde motorlarıyla yiyecek dağıtan kuryeleri… Hanginize nasıl teşekkür edilir? Hangi minnet sözcüğü sizin gönlünüzün güzelliğini anlatmaya yeter? Kamyonlarından mazot çekerek yaklaşık bir buçuk ton motorini bölgeye gönderen tırcı kardeşlerim, traktörüyle Kocaeli’den gelip havuza su taşıyan çiftçi kardeşim ve daha niceleri… Unutulmayacak, zihinlerde hep birer kahraman olarak kalacaksınız.
Konunun duygusal boyutu, siyasi boyutu, teknik boyutu tartışılabilir. Ancak bazı eksiklikleri ve zamanında yapılmayan işleri de objektif olarak ele alalım ki bir daha böyle felaketler yaşamayalım. Bunlar sırasıyla:
1. En kısa zamanda çok daha büyük yangın söndürme helikopterlerinin ve denizden su alabilen, gece görüş sistemine sahip, gece de operasyon yapabilecek çok büyük söndürme uçaklarının ve helikopterlerinin tedarik edilmesi. Hemen hemen tüm yangınlar, havadan müdahale olmadığı için çok daha hızlı ve şiddetli yayılıyor.
2. Türk vatandaşı olan herkes ilkokuldan başlayarak ateş yakma, söndürme, yangın ve diğer afetlere karşı mücadele konusunda eğitilmeli. Bir felaket anında adeta sefer görev belgesi gibi belge verilmeli, bu kişiler yangın ve diğer afetlerde görevli olduğu sürece idari izinli sayılmalı. Gönüllülerin neredeyse tamamı sabaha kadar yangınla mücadele etti ve ertesi gün işine, mesaisine devam etti. Buna bizzat tanık oldum.
3. Büyük ormanların bulunduğu her yere barajlar ve göletler yapılmalıdır. Örnek olarak, Orhaneli Yakuplar’da çıkan yangına yaklaşık kuş uçumu 500 metre uzaklıkta, Orhaneli/Fadıl Köyü’nün talebi olan Darıtarla Barajı ve Kovalıdere sulama göleti ile kapalı sulama sistemi 30 yıldır adeta yılan hikâyesine döndü.
En son 2021 yılında ihalesi yapıldığı hâlde her seferinde ya tasarruf tedbirlerine takıldı ya da ödenek başka yerlere kaydırıldı. Eğer bu iki göletten birisi yapılmış olsaydı, bölge adeta bir tarım ve hayvancılık cennetine dönecek, en son çıkan yangın bir saatin içinde yayılmadan söndürülebilecekti.
4. Yörede küçükbaş hayvancılık, özellikle keçicilik özendirilmelidir. Çünkü koyun ve keçiler arazinin ve ormanın temizlik ve budama işçileri, çobanlar da gönüllü orman koruyucularıdır.
5. Özellikle “dağ yöresi” diye adlandırdığımız, Uludağ’ın ve Bursa’nın güney ve güneydoğusunda kalan dezavantajlı bölgeler özellikle desteklenmeli; toprak reformu, imar sorunu gibi sorunları çözülmelidir. Yangın söndürmeye traktörleriyle su taşıyan traktörlere baktığınızda, Gürsu yangınında en fazla 3 yaşında son model traktörler ve turbo ilaç tankerleri görürken; Harmancık yangınında patlak lastikli 30 yaşında traktörler gördük. Yine de her şeye rağmen adeta kağnılarla cepheye mermi taşıyan ninelerimiz gibi, yangına su taşımayı “yeşil vatanımızı kurtarmak” olarak gören köylülerimiz canhıraş bir şekilde hizmete koştular.
Sonuç olarak, bu yangın millet olduğumuzu bir kez daha bizlere gösterdi. Adeta kısa süren bir seferberlik hâli yaşadık. Yangında yüzlerce sembol niteliğinde görüntülere şahit olduk. Ancak bu tür musibetlere “Bir musibet bin nasihatten yeğdir.” zaviyesinden bakmak lazım. “Öldürmeyen darbe güçlendirir.” sözünde olduğu gibi, bu felaketlerden de güçlenerek çıkmak için dersler çıkarmamız gerekir. Ağlayıp sızlayarak hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Merhum Mehmet Âkif’in dediği gibi:
“Bırakın ağlamayı yâhu, bırakın feryadı;
Ağlamak fayda verseydi babam kalkardı.”
Karadenizli idam mahkûmu vatandaşa “Son sözün ne?” diye sormuşlar. “Ha bu baa ders olsun.” demiş. Sandalyeye tekmeyi vurmuşlar, ip kopmuş. Bizim son sözümüz de bu olsun.
Yorumlar (0)