DAĞIN BİLGELİĞİ

A+
A-
Yörük Kültüründe Doğa, Ahlâk ve Yaşam
Yörük olmak; dağda yaşarken yalnızca doğaya katlanmak değil, onunla konuşmak, onunla sırdaş olmak, onunla bir olmak demektir. Dağlarda doğan her çiçekten, esen her rüzgârdan, bulutların yürüyüşünden, kuşların alçaktan ya da yüksekten uçuşundan neyin ne zaman geleceğini anlayan bir akıl vardır Yörük’te. Bu, kitapsız bir ilimdir. Bu, dağın diliyle konuşan bir bilgeliktir.
Yörüğün meteorolojiye ihtiyacı yoktur; çünkü göğe bakar, yeryüzünü okur. Dağların yüzü değiştiğinde havanın rengini, pelit ağaçlarının meyve verişinden kışın sertliğini bilir. Yılanı çadırdan uzak tutmanın yolunu da bilir, yılanı doyurmadıkça zarar göreceğini de… Çünkü Yörük, yırtıcıyı düşman değil, dengenin bir parçası olarak görür. Bağını bozan domuz, kümesine giren tilki, keçisini yiyen çakal onun gözünde lanetlenmesi gereken mahlûk değil, doğanın kendi yasasını sürdüren bir halkasıdır. O yüzden kin gütmez, doğaya karşı hasım olmaz.
Yörük, ormanı korur çünkü bilir ki orman yoksa hayat yoktur. Suya saygı gösterir çünkü su kirlenirse yaşam kurur. Yaylayı temiz tutar çünkü bilir ki kirli bir yayla, kirli bir ömrün öncüsüdür. Bu nedenle Yörüğün yaşadığı dağda, ormanda orman muhafaza memuruna ihtiyaç kalmaz. Her Yörük kendi yaylasının, kendi dağının, kendi göğünün bekçisidir.
Yörük çadırının kapısı yoktur, çünkü misafire engel olmaz. O çadıra girenin kim olduğunu da, hangi niyetle geldiğini de bilir. Her dağ köyünde, her yaylada bir Yörük çobanı, istihbarat kadar keskin bir dikkate sahiptir. O yüzden dağlar sadece otlak değil, aynı zamanda bir milletin gözüdür, kulağıdır.
Yörük, doğrudan yanadır. Sözün eğrisi olmaz. Gönlünde ne varsa dilindedir. “Şirinlik bilmez,” derler, çünkü doğruyu söylemekle yükümlüdür. En son söylenmesi gerekeni, en başta söyleyiverir. Bu yüzden kırılır ama eğilmez, üzülür ama eğilmez, acı çeker ama kendinden ödün vermez. Bu da onun insan terbiyesidir.
Yörükler, doğayla kurduğu bu sağlam bağın içinden sadece bir kültür değil, aynı zamanda bir sağlık anlayışı da çıkarır. Doğal beslenir, kendi sütünü sağıp kendi yağını yoğurur. Yaşamları şehre benzemediği için gönlü de şehre benzemez. Dağ gibi saf, su gibi berraktır.
Yörük ailesinde çocuk, sadece büyütülmez; yoğrulur. O çocukta mertlik, yiğitlik, korkusuzluk, dobra oluş bir karakter olarak değil, bir mecburiyet olarak şekillenir. O çocuk “alp” olur, gerektiğinde savaşmayı da, gerektiğinde barışmayı da bilir. Çünkü onun öğretmeni dağdır, kitabı ateştir, yolu yıldızdır.
Yörük’ün hayatında sadakat olmadan sevgi eksik, sevgi olmadan yaşam eksik, yaşam olmadan insan eksiktir. Her şey birbirine bağlıdır. Tıpkı doğada olduğu gibi. Tıpkı ekosistemde olduğu gibi. Bu yüzden Yörük, sadece bir yaşam biçimi değil; bir ahlâk, bir felsefe, bir insanlık davasıdır.
Bugün unutulan birçok değer, Yörüğün göç yolundaki çadırında saklıdır. Bilimin ulaşamadığı sezgi, modern insanın arayışta olduğu huzur, kentlerde kaybolan mertlik ve sadelik… Hepsi o kara çadırın içindedir. O çadırın dumanı tüttükçe, dağlar da, milletler de, kültürler de tüter.

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın