Bugün sosyal medya; görünmenin, duyulmanın ve bir şeyler “olmuş gibi” hissetmenin en kestirme yollarından biri hâline geldi. Herkes içerik üretmeye çalışıyor. Ama aslında çok az kişi içerik üretmeyi başarıyor. Kalabalık bir dijital çarşıdayız. Herkes sesini yükseltiyor ama çok azı gerçekten konuşuyor. Çarşı Pazar fazlasıyla karışmış durumda.
Bağımlılık alanında içerikler üretmeye başladığımda bu dünyaya uyum sağlamak gibi bir derdim hiç olmadı. Beğeni alayım diye değil, insanlara küçük bir dokunuşa vesile olayım diye çıktım bu yola. Her videoda, her kelimede yalnızca ihtiyacı olan o bir kişiye ulaşmak istedim. Evet, milyonlara değil, sadece bir kişiye. Çünkü biliyorum ki bazen bir kişinin değişmesi, bir ailenin kaderini değiştirir. Bazen bir annenin gözyaşı diner, bir baba suskunluğunu bozar, bir genç bir adım geri çekilir. İşte benim içeriğim o an için, onlar için var.
Sosyal medya bana göre bir yarış yeri değil, bir yardım yeri. Takipçi sayısıyla ölçülmeyen ama vicdanla hissedilen bir çaba. Herkesin kendini filtrelediği bir dünyada ben, gözyaşı gibi gerçek kalmaya çalışıyorum. Çünkü dijitalde görünürlüğü değil, hayatta kalmayı dert eden insanlar var. Ve onlara seslenmek için sadece bir video yetebilir. Buralar ünlü olmak için ortamı müsait yerler ama yalnızca ünlü olmak için yapılanları ne içerik üretene ne de onu seyreyleyene bir faydası yok. Yalnızca kahkaha atmaksa amaç bazı komik sanılan videolar tam bir trajedi aslında…
Bazı videolar olur, binlerce kişi izler, geçer. Hiçbir iz bırakmaz. Ama bazıları olur, bir kişi sessizce izler… Kalbine iner. Günler sonra belki şunu fısıldar kendine:
“Ben galiba hâlâ kurtarılabilirim. Ben umut var!”
İşte ben, o ihtimali göstermek, o bir kişinin kendine inanması için içerik üretiyorum.
İstatistikler bana ne derse desin, bu yolculuk bir algoritma oyunu değil. Bu, bir vicdan çağrısı. Beğeni almadı diye silinen videolar görürüm. Ama o videoyu izleyip hayatta kalmaya karar veren bir gençle tanışırsam, o içerik benim için ölümsüzleşmiştir.
Her paylaşımımda sessiz bir duam vardır:
“Allah’ım, bu videoyu ihtiyaç duyan bir kişinin karşısına çıkar.” diye
İşte bu yüzden bir içerik milyonlara ulaşmasa da bir kişinin dünyasında bir yer buluyorsa, ben onu “başarılı” sayarım. Çünkü ben başarıyı ekran ışığında değil, insan gözünün içindeki ışıltıda arıyorum.
Zaman zaman şöyle mesajlar alıyorum:
“Hocam, videolarınızı hep sessizce izliyorum. Hiç yorum yapmadım ama… her biri bana çok iyi geldi.”
İşte bu mesajlar gösteriyor ki: Kalp koymayanlar da kalpten izliyor her defasında…
Yani mesele etkileşim değil. Mesele, gerçekten etkilemek.
O “kalp” simgesine basmayan ama sizin sözünüzü aklına kazıyan bir genç, bir anne-baba varsa, o video görevini fazlasıyla yapmıştır. Çünkü bazen elini kalbine götürenlerin ekrandaki o küçük kırmızı kalbe basmasına gerek olmuyor.
Ben içeriklerimi üretirken ekranın diğer ucunda bir “kitle” yok. Orada, derdi olan, belki ağlayan, belki dayanmakta zorlanan bir kişi var. Ve her videomda, her yazımda o kişiye şöyle diyorum:
“Yalnızca izlenme sayısı için bu videoyu çekmedim. Sana ulaşınca bu videoyu çekmiş olmam bir işe yaradı.”
Çünkü içerik üretmek sadece bir iş değil benim için, bu bir sorumluluk, bir şahitlik ve bir umut taşıma biçimi…
Benim derdim hiçbir zaman çok izlenmek olmadı, ihtiyacı olan o vicdana dokunabilmekti tek meselem…
Bu yüzden bir kez daha tekrar edeyim: Derdim etkileşim değil… Etkilemek.
Ve ben, her zaman ve her işimde, söylediklerime ihtiyacı olan o bir kişiyi arıyorum…
Yorumlar (0)