İnsan hayatında doğrular, çoğu zaman en ağır yüklerden biridir. Sözle kolay, ama davranışla zordur; yürek ister, bedel ister. Hele ki doğruyu söylemek; kişinin kendi çıkarına, yakın çevresine, hatta toplumun genel eğilimine ters düşüyorsa, bu yürek işidir. Ahlâkın mihenk taşlarından biri de tam burada yatar: Gerçeği görmek ve onu dile getirmek… İşte bu erdem, ne yazık ki çoğu zaman yalnızlığı da beraberinde getirir.
I. Doğruya İnanmak: Kendi Gönlünde Doğruyu Tartmak
Yörükler, göçebe hayatın içerisinde yaşarken doğaya, hayvana, insana ve toprağa karşı doğrudan bir ilişki kurmuşlardır. Bu doğrudan ilişki, onlara doğruluğun ne olduğunu sezgiyle öğretmiştir. Çünkü doğada yalan yoktur. Toprağa doğru tohumu atarsan mahsul alırsın; hayvana zamanında su vermezsen süt alamazsın. Bu basit gibi görünen gerçekler, aslında hayatın özüdür. Yörük yaşamında “doğru olmak”, sadece dilde değil, eylemde ve duruşta da kendini göstermelidir.
Bir yaşlı yörük bilgesi şöyle derdi:
“Doğru olmak, dağın sırtında yürümek gibidir evlat. Bir adım eğrilirsen, yuvarlanırsın. Doğru yürürsen, manzarayı sen seyredersin.”
Bu söz, inancın ve kararlılığın sembolüdür. Doğruya inanmak demek, menfaatin ötesini görmek demektir. Bugün toplumda en büyük eksikliklerden biri budur: İnsanların, çıkarları uğruna doğruları eğip bükmeleri, hatta görmezden gelmeleri. Bu durum, sadece bireyi değil, toplumun ahlaki dokusunu da bozar.
II. Doğruyu Söylemek: Bedelini Ödemeyi Göze Almak
Tarihten örnek vermek gerekirse, Pir Sultan Abdal’ın hayatı bu konuda çarpıcıdır. Doğruyu söylediği için zulme uğramış, ama susmamıştır. “Selam olsun gerçeğin peşinden yürüyene” demiştir. Bu yolculukta onun gibi nice hak âşığı, doğruların bedelini canıyla ödemiştir. Çünkü doğru, her zaman güçlülerin işine gelmez. Yalan, düzenin çimentosu olmuşsa; doğruyu söylemek, duvarı yıkmakla eşdeğerdir.
Yörük kültüründe de doğruları dile getiren kişi, “delikanlı” sıfatıyla anılırdı. Bu sıfat, sadece cesur olmakla ilgili değil; aynı zamanda sözü ile özü bir olmakla alakalıdır. Delikanlı adam, doğruyu söylerken korkmaz. Ama bilir ki doğru söz, kalabalıkları susturur, yalnızlıkla sınar. Bu yüzden bir Yörük atasözü şöyle der:
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, onuncusunda oba kurar.”
Yani kişi, doğruyu söylediği için dışlanabilir, ama sonunda kendi doğrusuyla kendi yolunu açar.
III. Kültürel Değerlerin Doğruya Yaklaşımı
Türk-İslam düşüncesinde de doğruluk temel bir ilkedir. Hoca Ahmet Yesevî’nin hikmetlerinde doğruluk, insanın nefsini terbiye etme yolunda ilk adımdır. Yesevî der ki: “Doğru ol, çünkü Hak doğruyu sever.”
Doğruluk burada sadece bir ahlak meselesi değil; aynı zamanda bir kulluk meselesidir. Yalan, hem kul hakkına girer hem de kişinin ruhunu karartır. Bu anlayış, yüzyıllar boyunca Anadolu irfanında yoğrulmuş ve Yörüklerin çadırına, göç yoluna, yaylasına kadar taşınmıştır.
Doğru sözlü olmak; insana itibar kazandırır, ama kolay yol değildir. Çünkü bu yol; dalkavukluğu, sahte gülüşleri ve eğilip bükülmeyi reddeder. Bu yüzden doğruyu söyleyen kişi, çoğu zaman kalabalıklardan ayrılır; yalnız ama onurludur.
IV. Maddi Delillerle Doğruluğun Önemi
Modern psikoloji ve sosyoloji çalışmaları da doğruluğun bireysel ve toplumsal etkilerini ortaya koymuştur. Yapılan bir deneyde, bireylerin küçük yalanlar söylediklerinde bile beyinlerinde stres hormonu olan kortizol seviyesinin yükseldiği, uzun vadede ise yalan söyleyen bireylerde empati duygusunun azaldığı görülmüştür.
Toplumsal düzlemde ise, dürüstlüğün yüksek olduğu ülkelerde hem ekonomik refahın hem de toplumsal güvenin arttığı bilinmektedir. Doğruluk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı toplumlarda eğitim seviyesi yüksek, yaşam kalitesi daha dengelidir.
Bu veriler, doğruluğun sadece bireysel değil; aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır.
V. Yörük Hikmetinden Bir Örnek
Bir zamanlar, Torosların eteklerinde yaşayan bir Yörük obasında, genç bir çoban vardı. Obanın beyi, keçilerden biri kaybolduğunda bu çobana sitem etti. Genç çoban, “Ben sabah saydım, eksik yoktu. Belki dağa kaçmıştır” dedi. Ancak oba beyinin oğlu gizlice keçiyi kesip dağda arkadaşlarıyla yemişti. Çoban, suçu üstlenmedi. Bey öfkeyle onu kovdu.
Aylar sonra, oğlan hastalanıp yatakta yattığında yaptığını itiraf etti. Bey, gerçeği duyunca çok pişman oldu. Çobanın peşine düşüp buldu ve onu baş çoban yaptı. Oba halkı da şunu söyledi:
“Doğru diken gibidir, elini kanatır ama yüreği kurtarır.”
Sonuç: Doğruya Sarılmak, Karanlıkta Işığa Sarılmaktır
Doğrular, çoğu zaman acıdır ama şifadır. Yalanlar tatlıdır ama zehirlidir. Yörük kültürü, bu ikisini ayırt etme bilincini kuşaktan kuşağa aktarmıştır. Bugün, bu mirası taşımak bizim elimizdedir. Doğruya inanmak, onu dile getirmek ve yaşamak; bir insanlık meselesidir.
Çünkü bir toplumda herkes yalanla idare etmeye başlarsa, sonunda hakikat unutulur. Ama bir kişi, tek başına bile olsa doğruyu söylemeye devam ederse; işte o zaman umut başlar.
Yorumlar (0)