Dr. Christopher Mott Yazdı: Çok Kutuplu Batı Asya’nın YükseliÅŸi: OrtadoÄŸu Neden Hegemonyaya Direniyor?

A+
A-

Dr. Christopher Mott / IPD’de (Barış ve Diplomasi Enstitüsü) AraÅŸtırma Görevlisi ve ABD DışiÅŸleri Bakanlığı’nda eski araÅŸtırmacı

Tarih boyunca, Orta DoÄŸu’ya yalnızca birkaç güç baÅŸarıyla hükmetmiÅŸtir. Bunlar arasında AhameniÅŸ İmparatorluÄŸu, Makedonyalı İskender ve RaÅŸidun ve daha sonraki Emevi Halifeliklerinin İslam imparatorlukları yer alır. Ancak, bu vakalar, savaÅŸ ve siyasi parçalanmanın en uzun kayıtlı tarihlerinden birine sahip bir bölgede aşırı uç örneklerdir. ÇoÄŸu zaman, Batı Asya’daki hegemonya, bir zamanlar Avrupa’da olduÄŸu gibi, bölgesel güçlerin dış yönetime boyun eÄŸmek yerine birbirlerini dengelemesiyle, elde edilmesi zor olmuÅŸtur.

Anadolu, İran platosu ve Nil Nehri Vadisi, tarihsel olarak rekabet eden bölgesel güçler için coÄŸrafi ve kültürel dayanak noktaları olarak hizmet etmiÅŸ ve herhangi bir bireysel gücün kapsamlı kontrolüne direnen bir dizi devleti beslemiÅŸtir. Göçler ve yeni elitlerin geliÅŸi (çoÄŸunlukla Avrasya bozkırlarından) demografik kompozisyonları deÄŸiÅŸtirse bile, bu bölgelerin coÄŸrafi gerçeklikleri sürekli olarak kendilerini yeniden öne çıkararak doÄŸal olarak güçlü ve savunulabilir devletler oluÅŸturmuÅŸtur. Bu denge, Sanayi Devrimi ile birlikte Avrupa’nın geniÅŸlemesi, deniz güçlerine Küresel Kuzey dışındaki bölgesel dinamikleri etkilemek için benzeri görülmemiÅŸ bir kapasite saÄŸlayana kadar devam etti.

Dünya Savaşı Sonrası Hegemonik Proje

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle Neokonservatiflerin etkisi altındaki ABD ve müttefikleri, muhtemelen Sovyet yayılmacılığını “kontrol altına almak” için Orta DoÄŸu’da baskın bir rol kurmaya çalıştılar. Bu çerçevede, ABD liderliÄŸindeki Batılı güçler, petrol ve gaz fiyatlarını istikrara kavuÅŸtururken, kilit kaynakları fiili olarak Amerikan koruması altına almayı amaçladılar. Nixon yönetimi hariç, bu iki partili strateji yalnızca yerli devletlerin bölgesel güçler olarak ortaya çıkmasını engellemeyi amaçlamakla kalmadı, aynı zamanda tüm dünyayı neoliberal bir sistem altında birleÅŸtirmesi beklenen küreselleÅŸmiÅŸ, piyasa dostu bir ekonomik ideolojiyi de teÅŸvik etti. Ek olarak, Amerikan gücü Arap devletlerini İsrail’i tanımaya ve onunla iliÅŸkileri normalleÅŸtirmeye zorlamak için sistematik olarak kullanıldı. Bu, adı dışında her ÅŸeyiyle hegemonik bir projeye denk geliyordu.

Bu hegemonik politika, 1989’da Sovyetler BirliÄŸi’nin çöküşünden daha uzun sürdü. General Wesley Clark, 11 Eylül’den sonra Pentagon planlayıcılarının, nihai hedefi İran hükümetini devirmek olan, doÄŸrudan ve dolaylı askeri müdahalelerle Orta DoÄŸu’yu yeniden ÅŸekillendirmek için bir kampanya öngördüklerini açıklamıştı. Teröre Karşı Büyük SavaÅŸ baÅŸlığı altındaki strateji; Irak, Libya, Suriye, Somali ve Sudan’ı hedef aldı; bu ülkeler, o zamandan bu yana yoÄŸun ÅŸiddet, iç istikrarsızlık ve hatta devlet baÅŸarısızlığı yaÅŸadılar ve birçoÄŸu, isteyerek veya istemeyerek, Amerikan askeri operasyonları için aktif tiyatrolar haline geldi.

Amerikan Gücünün Sınırları

7 Ekim’in ardından Orta DoÄŸu’da yaÅŸanan güncel geliÅŸmeler, ilk bakışta neoconların bölge vizyonunun gerçekleÅŸtiÄŸini düşündürebilir. İsrail Lübnan’da kendini gösteriyor ve Suriye’nin bazı bölgelerini iÅŸgal ediyor, Hizbullah artık savunma konumunda ve bir zamanlar Arap milliyetçiliÄŸinin kalesi olan Suriye büyük ölçüde çöktü. Ancak, bu koÅŸullar hegemonik projenin baÅŸarısını göstermekten ziyade baÅŸarısızlığını vurguluyor.

OrtadoÄŸu’da tek kutuplu olma dönemi geride kalırken rejim deÄŸiÅŸikliÄŸinin amansızca sürdürülmesi Amerika’nın konumunu zayıflattı. Bu müdahalelerin sonucundan ortaya çıkan  sosyo-kültürel deÄŸiÅŸim ve ekonomik maliyetleri ABD güvenliÄŸi için çevresel nitelikleri göz ardı edilse bile konuyla ilgili yapılacak detaylı bir analiz, ABD çıkarlarına karşı çıkan birçok hükümetin ortadan kaldırılmasına raÄŸmen, bölgedeki Amerikan egemenliÄŸinin II. Dünya Savaşı’ndan bu yana herhangi bir zamandan daha uzakta olduÄŸunu ortaya koyacaktır.

Bölgesel Güçlerin Yükselişi

ABD Orta DoÄŸu’da güç projeksiyonu için muazzam kaynaklar harcarken; tarihi medeniyet dayanıklılığı ve jeopolitik güçleri olan yerel devletler, bölgesel siyasetin birincil itici güçleri olarak kendilerini sessizce yeniden öne sürdüler. ABD ve bir dereceye kadar Rusya nüfuzlarını kaybederken, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi yerli ve orta güçler çok yönlü bir dış politika aracılığıyla jeopolitik aÄŸlarını ve ekonomik dayanıklılıklarını güçlendirdiler. Bu dönüşüm, odağı Çin, Rusya ve ABD arasındaki sıfır toplamlı büyük güç rekabetinden, bölgenin kendi güç dengesi dinamikleri tarafından ÅŸekillendirilen çok merkezli bir dünyaya kaydırıyor.

Türkiye bu değişime öncülük etti.0 NATO korumasından yararlanırken bağımsız ilişkiler peşinde koştu. Özellikle Rusya ile geleneksel ittifak kısıtlamalarına meydan okuyan, uzun zamandır Amerikan’ın bölgedeki çıkarlarının düşmanı olan İran; rakiplerinin ve muhaliflerinin bölgesel çıkarlarını dengeleyen zayıflamış ancak büyük ve aktif bir alt devlet aktörleri ağını harekete geçirmeye devam ediyor. Bunu yaparken, her iki ülke de kültürel ve coğrafi olarak köklü güç alanlarını canlandırıyor ve bölgesel kutuplar olarak geleneksel statülerini geri kazanıyor. Bu süreç de Anadolu ve İran arasındaki tarihi gerginlikleri yeniden canlandırıyor.

Irak vakası bu dönüşümü örneklemektedir. ABD iÅŸgaline ve istilasına raÄŸmen Irak, bugün Washington’dan çok Tahran’la uyumlu olup Pers ve Sasani dönemlerini anımsatan tarihi bir örüntüyü yansıtmaktadır. Benzer ÅŸekilde, bir zamanlar ABD ve müttefiklerinin müdahale anlamında odak noktası olan Suriye, artık Türkiye’den büyük ölçüde etkilenmektedir ve Selçuklular ve Osmanlılar altındaki statüsünü hatırlatmaktadır. Türkiye ve İran arasındaki bu tür bölgesel rekabetler, özellikle Mezopotamya ve Kafkasya’da yoÄŸunlaÅŸacaktır.

Gerçekçi Zorunluluk

Uluslararası ilişkilerin en tutarlı görülen okulu Realizm, yükselen güçlerin özerkliklerini en üst düzeye çıkarırken bölgesel çıkar alanlarını güçlü komşulardan ve süper güç müdahalelerinden korumaya çalıştıklarını ileri sürer. Bu tür koşullarda, ideolojik uyum veya enternasyonalizm gibi idealist amaçlara yönelik normatif taahhütler yerine coğrafi yakınlığa dayalı güvenlik endişelerine öncelik verirler.

Bölgesel rakipleriyle güven problemi yaşayan yükselen devletler, yalnızca güvenlik endişeleriyle değil aynı zamanda ulusal egemenliklerini teyit etmek ve iç siyasi desteği attırmak için de sıklıkla farklı ve fırsatçı dış politikalar izliyorlar.

Bu Orta Güçler, tarihsel misyonlarına atıfta bulunarak kendilerini yeniden öne sürdükçe doğal olarak dış büyük güçlere karşı şüpheci hale gelirler. Kendi yakınlıklarının ve iktidarda kalmalarının, gerekli ve kalıcı olmaktan ziyade takdiri ve geçici olan uzak aktörler üzerinde tırmanma hakimiyeti sağladığını kabul ederler.

 Çok Kutuplu OrtadoÄŸu’da İsrail’in Konumu

ABD ile benzersiz ittifakına rağmen- belki de bu ittifak sayesinde- İsrail bile bu dinamiklere karşı bağışık değil. Türkiye ve İran gibi bölgeyi tanımlayan bir güç olmayan İsrail, güvenlik adına çevresindeki sınırları ve güç yapılarını yeniden şekillendirmeye kendini adamış revizyonist bir devlet olmaya devam ediyor. ABD politikası İsrail çıkarlarını rutin olarak güçlendirse de (genellikle bölgesel istikrar pahasına) bu dış sponsorluk ve askeri desteğe güvenmenin uzun vadeli sonuçları var.

Tıpkı Ukrayna’da olduÄŸu gibi, İsrail gücünün yapay olarak artırılması (vekaleten) komÅŸu bölgesel güçler tarafından agresif bir dengelemeyi davet ediyor. İsrail komÅŸularının çıkarları pahasına geniÅŸlemeye devam ederse, aktörü olduÄŸu çatışmaların sayısını artırma riskiyle karşı karşıya kalmaya devam edecektir. İsrail’de güvenlikten sorumlu aktörlerin bazıları bu tehlikenin farkında. Ayrıca Washington’un İsrail’e olan sarsılmaz desteÄŸi, Amerika’nın hayati ulusal çıkarları ve siyasi uygunluÄŸu Orta DoÄŸu’da devam eden iç içe geçmiÅŸlikle giderek daha fazla uyumsuz hale geldikçe, daha fazla hatta tepkiylekarşı karşıya kalabilir .

Dahası, İsrail’in nükleer tekeli bölgesel gerginlikleri artıran yapısal bir dengesizlik yaratıyor. İran ve Türkiye güçlendikçe, bu orta güçlerin nükleer yayılma olasılığı artıyor ve bu da dış büyük güçlerin İsrail adına müdahale etme yeteneÄŸini daha da azaltıyor. Alternatif olarak, İsrail en güçlü komÅŸularıyla diplomasi ve daha kısıtlı politikalar yoluyla iliÅŸkilerini normalleÅŸtirirse ve Washington’a olan bağımlılığını aktif olarak azaltırsa, uzun vadede daha sürdürülebilir bir güvenliÄŸin tadını çıkarabilir. Batı’nın bir karakolu olarak görülmektense bölgenin yeni güvenlik mimarisinde uygun bir Batı Asya devleti olarak yer alabilir.

Bütün bunlar, bölgesel güç dengesi politikalarını ödüllendirirken küresel hegemonya fantezisini cezalandıran, tek kutup sonrası dönemin daha geniş bir sistemsel eğilimiyle örtüşüyor.

İran Sorunu ve Rejim Değişikliği Yanılsaması

Orta DoÄŸu’ya iliÅŸkin müdahaleci zihniyetteki kritik kör nokta, İran’daki rejim deÄŸiÅŸikliÄŸinin bölgesel dinamikleri kökten deÄŸiÅŸtireceÄŸi varsayımıdır. İran; Lübnan ve Suriye’de büyük gerilemeler yaÅŸarken ve hükümeti önemli iç huzursuzluk ve hatta belki de bir halefiyet kriziyle karşı karşıyayken, İslam Cumhuriyeti’nin çöküşü Amerikan müdahalesine veya İsrail geniÅŸlemesine karşı direniÅŸi ortadan kaldırmayacaktır.

İster milliyetçi ister monarÅŸist ve hatta batı tarzı liberal bir demokrasi olsun İran’da yaÅŸanacak herhangi bir rejim deÄŸiÅŸikliÄŸi, İran’ın coÄŸrafi ve güvenlik zorunluluklarını ve Fars devletinin tarihi kırmızı çizgilerini miras alacaktır. Washington ile ilk yakınlaÅŸma ve hatta Rusya’dan stratejik uzaklaÅŸma Tahran’daki stratejik sürekliliÄŸi deÄŸiÅŸtirmeyecek, aynı zamanda Türkiye ve Azerbaycan ve Katar gibi kilit müttefikleriyle stratejik rekabetini hızlandıracak ve yoÄŸunlaÅŸtıracaktır.

İsrail yanlısı bir İran da yeni bölgesel fay hatları yaratabilir ve Türkiye, İslam dünyasında İsrail’in önde gelen düşmanı rolünü üstlenebilir. Teokrasi sonrası bir İran, İsrail ve büyük Arap ülkeleri de dahil olmak üzere diÄŸer devletler tarafından Ankara’nın neo-Osmanlı emperyal gündemine karşı bir denge unsuru olarak memnuniyetle karşılanabilir ve mevcut ittifakların yeniden yapılandırılmasına yol açabilir. Herhangi bir senaryoda gerçek politika, ani kesintiler azaldığında kendini yeniden gösterecektir. Tahran’daki teokrasinin düşüşünün, Amerikan yanlısı bir Orta DoÄŸu’nun yolunu açacağı varsayımı bu nedenle büyük oranda hatalıdır.

Sonuç: Çok Kutuplu Ortadoğu Burada Kalacak

Liberal uluslararası düzen altında küresel hegemonyaya yönelik savaÅŸ sonrası deneyim, ne benzersiz ne de kalıcı olduÄŸunu kanıtlıyor. DoÄŸal veya kaçınılmaz bir düzen olmaktan ziyade, süper güçler tarafından mümkün kılınan ideolojik bir yapıydı. Önce Sovyetler BirliÄŸi ve Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin birbirleriyle rekabet eden hegemonik vizyonları ve daha sonra Amerikan tek kutuplu hakimiyeti. Güç küresel olarak dağıldıkça o dönem artık geride kalıyor ve dünyanın en güçlü devletlerini bile stratejik önceliklerini yeniden gözden geçirmeye ve daha kısıtlı bir jeopolitik gerçekliÄŸe uyum saÄŸlamaya zorluyor. Orta DoÄŸu bu deÄŸiÅŸimi örnekliyor.

Dünyanın ekonomik ve endüstriyel çekim merkezleri Kuzey Atlantik’in ötesine kayarken, yükselen orta güçler daha fazla stratejik özerklik iddia ediyor. Artık Washington veya Pekin tarafından yönetilen bir süper güç liderliÄŸindeki küresel sistemde çevresel aktörler olarak hizmet etmeye istekli deÄŸiller, kendi yollarını çiziyorlar. Bu çok düğümlü dünya saÄŸlamlaÅŸtıkça, Orta DoÄŸu’ya tekil bir hegemonik düzen dayatmak sadece olasılık dışı deÄŸil, yapısal olarak da imkansız hale geliyor.

Çok kutuplu bir Batı Asya’nın ortaya çıkışı, bölgenin doÄŸal dengesine dönüşün sinyalini veriyor. Bu dengede, her biri belirli jeopolitik eriÅŸime ve farklı stratejik zorunluluklara ve kısıtlamalara sahip tarihsel olarak yerleÅŸik bölgesel güçler, daha istikrarlı ve kendi kendini idame ettiren bir düzende birbirlerini dengeliyor.

Pax Americana’nın sonu, Orta DoÄŸu’da kaos veya güç boÅŸluÄŸu anlamına gelmeyecek ayrıca uzun süredir devam eden bölgesel rekabetleri de ortadan kaldırmayacaktır. Bunun yerine, çok kutuplu bir Batı Asya’nın ortaya çıkışı, bölgenin doÄŸal dengesine dönüşü iÅŸaret ediyor.

Ancak açık olan ÅŸey, Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin- veya baÅŸka herhangi bir büyük gücün- döktüğü kan ve harcadığı servetin bölge üzerinde kalıcı bir hegemonya saÄŸlamayacağıdır. Tarih bir kez daha küresel haçlı seferleri yerine gerçekçiliÄŸi haklı çıkarmak için geri döndü ve güç dengesi siyasetinin- hegemonik hakimiyetin deÄŸil- Orta DoÄŸu’nun jeopolitik manzarasını ÅŸekillendirmeye devam edeceÄŸini garantiledi.

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

POPÜLER HABERLER