Eğitimci-Yazar Hüseyin Erkan Yazdı: Cesur Olmalı Gençler

A+
A-

 

Gerçek edebiyat, okurken bilgilendirir.

Okuduğumuz yazı, öykü, kitap bir yumruk gibi

tepemize inip bizi uyarmıyorsa, neye yarar?”

Franz Kafka

Akseki’nin Gödene köyü ilkokulundaki sınıf arkadaşlarımdan biri de İsmail Uzun’du. Mustafa Dönmez, Hasan Çetinkaya, Emine Cingöz, Yaşar Ulukaya ve Sevim Parlar gibi o da birkaç yaş büyüktü benden.

Mustafa, Hasan ve Şerafettin Aksoy çok iyilerdi; matematikte. Hepimizden önce çözerlerdi; öğretmenlerimiz İhsan Özel ve Ali Uyar’ın sorduğu problemleri. Ama inci gibi güzel el yazısı döktürmekte hiçbirimiz İsmail’in eline su dökemezdik.

Durup dururken nerden mi aklıma geldi; ilkokul sınıf arkadaşlarım?  Aaa, hiç unutmadım ki onları! Özellikle Emine ve İsmail’den söz etmek isterim size. Neden mi?

Erzincanlı yazar Esat Yavuztürk’ün Hocanın Düdüğü(*) adlı kitabındaki Ağır Yürüyen Atilla başlıklı öyküsünü okurken bir kez daha anımsadım; sevgili arkadaşlarımı.

“Niçin, ne ilgisi var?” derseniz, anlatayım:

İstanbul’da Şişli ilçesi Mecidiyeköy’de yaşayan yazarımız, her sabah erkenden en az bir saat yürümeyi alışkanlık haline getirmiş. Bu yürüyüşlerinden birinde adının Atilla olduğunu söyleyen oldukça genç biriyle tanışır. Birlikte yürürler; bir süre. Yazara “Amca “ diye hitap eden Atilla da Şişli’de oturuyormuş. Yan yana yürürlerken, kısaca yaşam öyküsünü anlatır yazara. Benim en çok dikkatimi çeken babasından söz eden bölüm:

Üç kız kardeşi olduğunu, ancak babası yüzünden evlendikten sonra onların bir daha evlerine gelemediklerini söyleyince, “Neden? Baban onlara ne yaptı ki?” diye sorar yazar:     “Bir defa büyük ablamı evden kovdu.”

“Niye kovdu?”

“Yani ben de anlayamadım. Ablam, Alevi olan eniştem Haydar’la tanışmış. Birbirlerini sevmişler. Allah’ın emriyle istemeye geldiler. Babam küplere binip, “Ben ölürüm de kızımı bir Alevi’ye vermem!” diyerek kovdu; onları evden. Daha sonra da ablam kaçarak evlendi. Bunun üzerine babam ablamı evlatlıktan reddetti. Ablam babam ölene kadar evimize hiç gelmedi. Ancak babamın ölümünden sonra gelemeye başladı.”

“Babanın ölümünden sonra sık sık geliyor muydu?”

“Hem de eniştemle beraber geliyordu. İki de çocukları vardı.”

“Enişten nasıl bir insandı? Ablana karşı tutumu nasıldı?”

“Şeker gibi bir insan!.. Anneme çok saygılıydı. Biz de onu çok sevmiştik.

Bu bir öykü ama yazarımızın öteki öyküleri gibi ülkemizde yaşanan acı gerçeklerden sadece biri… Atilla’nın babası kızını niçin vermez bir Alevi’ye? Alevilerden bir kötülük mü görmüş?

Hayır, yok öyle bir şey! Ama onun kafasına nedeni, niçini olmayan saçma mı saçma böyle bir önyargı yerleşmiş ve o bunu hiç sorgulamadan kabul etmiş.

Milyonlarca insanımız gibi Atilla’nın babası da Aleviliğin ne olduğunu bilmeden düşmandır; Alevilere. Böyle olunca, biricik kızını niçin versin düşmana, değil mi ya? Suç onun değil ama! Sorgulamayı öğretmedik ki biz ona. Evde ezber, okulda ezber, camide ezber…

Evde korku, okulda korku, camide korku…

“Babadan, anneden, abiden, abladan korkacaksın! Öğretmenden, imamdan, hocadan… Tanrıdan, peygamberden, cehennemden, şeytandan, zebaniden korkacaksın! Boş ver sen düşünmeyi. Söyleneni düşünmeden kabul et!” saçmalığı.

Doğup büyüdüğüm köyde mezhep çatışması da yoktu; ırk ve soy çatışması da… Birimiz neysek hepimiz oyduk. Türk’tük ve Müslüman’dık. İşte o kadar!..

Gelelim; biz yine ilkokul sınıf arkadaşlarım İsmail ve Emine’ye:

İlkokul bitip de birkaç yıl geçtikten sonra bu iki arkadaş birbirlerini sever. Evlenmeye karar verince ailesine söyler durumu İsmail. Geleneğe göre oğlan tarafının kızı ailesinden istemesi gerekir; değil mi ya! İsmail’in annesi, babası Emine’nin ailesini bu amaçla ziyaret eder. Ancak herhangi bir neden söylenmeden kesinlikle reddedilir bu istek. Belki zamanla yumuşarlar ve karar değiştirirler diye bir süre beklenirse de sonuç değişmez. Nuh der, peygamber demez kızın ailesi.

Emine ve İsmail bakarlar ki, beklemekle bu iş hallolmayacak. “En iyisi biz kaçalım. Bir süre kızıp darılırlar ama sonunda kabul ederler gerçeği.” deyip el ele tutuşarak gözden kaybolurlar. Birkaç gün kavga gürültü olsa da sağduyu galip gelir; barışırlar sonunda.

Mutlu bir evliliğin temelini işte böyle cesur bir kararla atar; benim sevgili sınıf arkadaşlarım. Bu yüzden onları ayrı bir sevgi ve takdirle anarım hep.

Emine kardeşim birkaç yıl önce öteki dünyaya göçüp gitti. Akseki Tapu Dairesinde işe başlayıp oradan emekli olan İsmail arkadaşımla haberleşiriz hâlâ.

Yazar Esat Yavuztürk’ün öykü kahramanı Atilla’nın ablası ve eniştesi ile sınıf arkadaşım İsmail ve Emine gibi cesur bir karar veremeyip ailelerinin baskısına boyun eğenler, bir ömür pişmanlıkla acı çekerler hep. Anne babalarını suçlarlar sürekli. Oysa asıl suçlu kendileridir. Korkmuşlar, dolayısıyla cesaret edememişlerdir; inandıkları yolda yürümeye.

Erkek olsun, kadın olsun; genç dediğin cesur olmalı.

Mesleğini de kendi seçmeli, bir ömür birlikte olacağı eşini de…

Herkes bilmelidir ki, annenin de söz hakkı yoktur; bu iki konuda, babanın da…

“Aman annem kırılmasın, aman babam darılmasın!” diyenler çok pişman olurlar sonra.

——————————————————————

(*) Hocanın Düdüğü (Öyküler),  Esat Yavuztürk, Dorlion Yayınları, 2024

Hüseyin Erkan / Eğitimci-Yazar

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

POPÜLER HABERLER