Hayatın bazı kavşakları vardır; hesap kitapla yola çıkarsınız, ama yol sizi bir çini deseninin kıvrımında bulur. Bursa’da yaşayan Beyhan Kavasoğlu’nun hikâyesi de işte tam böyle bir dönemeçten doğmuş. Muhasebe eğitimi almış, ancak gönlü serbest bir renge, bir desenin izine vurulmuş. Çini sanatına âşık olmuş, sonra da bu aşkı çocuklara, gençlere, hatta çiniyle hiç tanışmamış yüreklere taşımayı misyon edinmiş. Onunla, çay eşliğinde, hayallerin seramiğe, boyaların duaya dönüştüğü küçük ama derin atölyesinde buluştuk…
Muhasebe eğitimi almış bir kadının, fırça ve çiniyle bu kadar güçlü bir bağ kurması… Bu yolculuk nerede başladı ve nasıl evrildi?
Hayatın kalemi bazen kaderin elindedir. Evet, babamın yönlendirmesiyle muhasebe okudum. Ama ben, hesaplar arasında değil; hayallerin, renklerin, motiflerin içinde nefes alabiliyordum. 2006 yılında İznik’te çiniyle ilk temasımda, ruhumun çok uzun zamandır beklediği bir dosta rastladığımı hissettim. Elime fırça geçtiğinde, içimde susmuş nice çocukluk sesi yeniden konuşmaya başladı. Sanki her renk, çocukluğumun bir özrüydü. Böyle başladı.

Sizce çini nedir? Bir sanat dalı mı, bir gelenek mi, bir dua mı?
Çini, sadece bir süsleme değil. O bir dilek, bir niyaz, bir hatıradır. Çini, toprağın ateşle vuslatıdır; fırça ile kaderin yazıldığı bir levhadır. Desenin içinde Osmanlı var, Mevlevîlik var, sabır var. Her çizgide bir “amin” saklıdır. Ben çini yaparken sadece sanat üretmiyorum; suskun duaları renklendiriyorum, toprağı hayal gücüyle konuşturuyorum.
“Bir çocuğun elindeki fırça dünyayı değiştirebilir”
Sizi özellikle çocuklara yönelten ne oldu? Onlar için boyama ve hikâye kitapları hazırlamanızın ardındaki motivasyon neydi?
Çocuk, henüz bozulmamış bir hamur gibidir. Onların hayal gücü henüz sistem tarafından kesilip biçilmemiştir. Ben istedim ki; bir çocuk, bir çini desenine dokunduğunda sadece boyama yapmasın, bir hikâyeye, bir ruha temas etsin. Onlar için yazdığım hikâye kitabı da bu yüzden çıktı ortaya. Desenler konuşsun istedim. Boyadıkları her renk, iç dünyalarındaki umudu büyütsün. Bir çocuğun elindeki fırça, dünyayı değiştirebilir; çünkü o fırça, yarına yazılan şiirdir.

Sanatın toplumsal iyileştirme gücüne inanıyor musunuz?
Tüm kalbimle… Bir kadının şiddet gördüğü bir evde çiniyle tanıştıktan sonra sessizliğini nasıl renge dönüştürdüğünü gördüm. Bir gencin yönünü kaybetmişken çini atölyesinde nasıl kök saldığını… Sanat bir aynadır, ama sadece göstermez; aynı zamanda iyileştirir, şifalandırır. Bir fırça darbesi bazen bin kelimelik terapiye bedeldir.
“Bu kadim sanatın sesi daha gür duyulsun istiyorum”
Sanat yolculuğunuzda UNESCO sanatçısı olma hayaliniz var. Bu sizin için neyi temsil ediyor?
UNESCO, benim için bir ödül değil; bir sorumluluk. Bu kadim sanatın sesi daha gür duyulsun, küresel sahnede daha çok yer bulsun diye bu hedefe yürüyorum. Eğer çini, dünya dillerinden birinde konuşacaksa, ben onun çevirmeni olmak istiyorum. Bu toprakların ruhunu taşıyan her desen, dünya sahnesine layıktır. Ve evet, ben o sahnede bu sesi duyurmak istiyorum.

Kadın sanatçı olmak, özellikle geleneksel bir dalda üretmek… Zorluklar yaşadınız mı? Yoksa kadın olmanın bir gücü var mı bu yolda?
Kadın olmak başlı başına bir üretim biçimidir aslında. Biz hem büyütür, hem yoğurur, hem de direniriz. Sanatta da bu böyle. Elbette zorluklar oldu; ‘Ev hanımı işte, hobi yapıyor’ diyenler… Ama ben her eleştiriyi, her küçümsemeyi bir çiniye dönüştürdüm. Kadın eli, toprağa değerken sadece şekil vermez; ruh da üfler. İşte bu yüzden, kadınlar geleneksel sanatlara başka bir ses, başka bir dokunuş katar.

Bugünkü Beyhan Hanım’a dönüp bakan 2006’daki Beyhan’a ne söylerdi?
“Sen doğru yoldasın, korkma!” derdim. Bazen bir kadının kendine inanması yıllar alır. Ama ben o ilk fırça darbesini attığımda kaderimin yönü değişmişti. O günkü Beyhan belki çekingen, belki tedirgindi ama içindeki çocuk susmamıştı. Şimdi o çocuk büyüdü, kendi hikâyesini çinilere yazıyor.
“Kadınlar sadece çocuk doğurmaz, sanat da doğurur”
Genç kadınlara, özellikle içlerinde bir sanatçıyı taşıyanlara ne söylersiniz?
Hiçbir hayal küçümsenmek için doğmaz. Toplum bazen sizi sadece “annelik” ya da “ev kadını” rolleriyle tanımlar. Ama her kadın kendi içinden bir çağrıyı duyuyorsa, ona kulak vermeli. Çünkü içimizde bir yer, sadece bizim için konuşur. Ve o ses, eğer fırça tutmak istiyorsa, bırakın konuşsun. Kadınlar, sadece çocuk doğurmaz; sanat da doğurur, umut da…

Çocuklar için hem hikâye hem de boyama kitabı hazırladınız. Bu fikir nasıl doğdu? Çiniyi çocukların dünyasına nasıl taşıdınız?
Her desen bir masal, her renk bir karakter aslında. Fakat çocuklar bu dili ancak kendilerine uygun bir hikâye örgüsüyle anlayabilir. Bu düşünceyle yola çıktım. Çocuklara çiniyi tanıtmak sadece öğretmek değil; onların içindeki sanatsal tohuma su vermekti niyetim. Hikâye kitabımda, desenler dile geliyor; her motifin ardında bir karakter, bir olay, bir duygu gizli. Boyama kitabıysa çocukların hayal gücünü serbest bırakmaları için bir alan. Renkleri ezberletmek değil, özgür bırakmak istedim. Çünkü sanat, özgürlükle başlar.

Bu kitaplar çocuğa ne kazandırır? Çini boyamak neden yalnızca eğlencelik bir uğraş değil?
Çocuk için çini boyamak, sadece renkleri taşırmak değildir. O, sabrı öğrenir, dikkat geliştirir, desenin ritmiyle estetik sezgiyi tanır. Geleneksel sanatlar, çocuğun ruhunu zarafetle eğitir. Ayrıca çini; geçmişle bugünü buluşturur, o motifin ardında tarih, coğrafya, kültür yatar. Biz çiniyi sadece sanat olarak değil; bir karakter terbiyesi olarak da görürüz. Bu kitaplar, işte tam da bunu hedefliyor: Çocuğun elini renklendirirken, kalbini de derinleştirmek.
Kitabınızda çocuklara “sanatla büyüme” fikrini nasıl aktarıyorsunuz? Anlatım tarzınız nasıldır?
Çocuklara yukarıdan konuşamazsınız. Onların seviyesine değil, hayal gücüne inmeniz gerekir. Hikâyemde motifler birer kahramana dönüşüyor. Lâle bir bilgeye, Rumi desen bir yol göstericiye… Çocuk karakterimiz bu desenlerle konuşuyor, onlarla büyüyor. Didaktik değil, mistik bir anlatımı tercih ettim. Çünkü sanatın içindeki manayı kavramak, bazen kelimeden çok bir hissi anlatmakla mümkündür. Kitap, bu hissi taşısın istedim.

Bu kitabı okuyan ve boyayan bir çocuğun ileride nasıl biri olmasını hayal ediyorsunuz?
Bir çocuğun, “Bu deseni ben boyadım” diyerek bir çini atölyesine girmesi hayalim. Ama sadece bu değil… O çocuğun hayatta da kendi desenini çizebilen biri olmasını istiyorum. Kopyalamayan, sorgulayan, hisseden ve üreten biri… Estetikle büyüyen bir çocuk, çirkinliği reddeder; hem dış dünyada hem kendi ruhunda. Bu yüzden bu kitap bir kıvılcım olsun istedim. Belki bir çocuk, bir motifle tanışır da, sonra o motifin anlamını tüm ömrü boyunca taşır yüreğinde.
Son Söz:
Beyhan Kavasoğlu’nun atölyesinden ayrılırken, çini desenlerinin gözümde dans ettiğini hissettim. Her biri bir kelime gibiydi; konuşan, dokunan, çağıran… Onun hayatı, aslında pek çok kadının potansiyel hikâyesi olabilir: Bir gün, tam da hesap yaparken kalbinizin attığı yere dönüp bakarsınız… Ve o an, her şey başlar.