İmparatorluktan Cumhuriyete Uzanan Miras
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekilişiyle birlikte Cumhuriyet Türkiye’si, yeni bir politik tahayyülün aktörü olarak uluslararası sistemde yerini aldı. Tarih sahnesinden bu çekiliş, sosyo-politik açıdan sadece bir rejim değişikliği değildi, sosyal açıdan çok katmanlı ve çok dilli bir imparatorluk yapısından, modern ulus-devlet modeline geçiş anlamına geliyordu. Ernest Gellner’in ulus-devlet teorisinde belirttiği gibi, modern devletin temel hedeflerinden biri, kültürel ve dilsel homojenlik aracılığıyla sosyal bütünlüğü sağlamaktır. Türkiye’de de bu anlayış, sınırların tahkimiyle eş zamanlı olarak içeride müşterek bir kimlik inşa etme çabasında kendini gösterdi.
Ancak bu “yeni” kimlik inşası, geçmişteki sosyal çeşitliliği sessizleştirerek ilerledi. Osmanlı’nın çok katmanlı yapısının bıraktığı kültürel ve etnik miras, yeni dönemde bastırılmış hafızalara dönüştü. Bu hafızalar, toplumun kimi kesimlerinde sessizlikle ve görünmezlikle biçimlendi. Bryan S. Turner’ın “haklar rejimi” perspektifiyle bakıldığında, Cumhuriyet’in vatandaşlık anlayışı, eşitlik ilkesini farkların tanınması değil, farkların silinmesi yoluyla tesis etmeye çalıştı. Böylece sosyal aidiyetin ve bireysel taleplerin kamusal alandaki görünürlüğü sınırlanmış oldu.
Homojenlikten Farklılığa: Sessizliklerin Politik Anatomisi
Cumhuriyet’in erken döneminden günümüze uzanan çizgide ulusal bütünlük söylemi, çoğu zaman, politik merkezileşmenin aracı hâline geldi. Devlet aklı, bir “çekiç” gibi işlev görerek, birbirinden ayırt etmeksizin sosyal grupları, kimlikleri ve kategorileri “örs” haline getirerek çekiçlemiştir. Devlet aklı sabit kalırken farklı dönemlerde farklı aidiyet biçimleri – kimisi ‘marjinal’ addedilen ideolojik yönelimler, kimisi ‘tehdit’ olarak görülen etno-kültürel kimlikler, kimisi ise toplumsal meşruiyetini dinî referanslarla kuran yapılar – bu örsün üzerinde dövüldü. Dönem dönem bir ideolojinin, bir dilin ya da bir inanç biçiminin görünürlüğü tehdit sayıldı; ulusal bütünlüğün gerekçesi olarak gösterilen bu strateji, gerçekte kolektif hafızayı kesintiye uğratan ve sosyo-politik katılımı daraltan bir işleyiş biçimine dönüştü. Gellner’in öngördüğü gibi, ulus-devletin istikrar arayışı, müşterek semboller ve müşterek bir dil etrafında sosyal bütünlüğü hedeflese de bu, çoğu zaman “sessizleştirme” stratejileriyle yürütüldü.
Bu noktada kolektif hafıza kritik bir kavram hâline geliyor. Kolektif hafıza, geçmişin seçilmiş parçalarını içermekle kalmamakta, o, bir şekilde de olsa hangi toplulukların ne zaman, nasıl susturulduğunu taşıması anlamında önem kazanmaktadır. Bu susturulma, bazen bir dilin unutulması, bazen bir ideolojinin suçlanması, bazen de inancın özel alana sıkıştırılması biçiminde tezahür etti. Türkiye’de de bazı kimliklerin, dillerin ve travmaların hafızadan dışlanması, tarihsel bir eksiklik anlamında olmamak koşuluyla, sosyal aidiyet duygusunu zedeleyen bir kopuşun da göstergesidir.
Bu sessizlikler, özellikle 1980’lerden itibaren güvenlik eksenli devlet pratikleriyle daha da derinleşti. Politik karşılaşmalar ise çoğunlukla “karşı-devrim” söylemleri üzerinden okundu; farklılık talebi, sistem dışı bir tehdit gibi algılandı. Turner’ın haklar teorisi bu noktada önemlidir. Zira ona göre, vatandaşlık sadece bir aidiyet biçimi değildir, o, benzer şekilde katılım, temsiliyet ve hakların tanınması meselesidir. Bu haklar zemini yeterince genişletilmediği sürece, kapsayıcı bir sosyal sözleşmenin inşa edilmesi güçleşir.
Demokratik Uzlaşının İmkânı: Agonistik Çerçeve
Tam da bu noktada, Chantal Mouffe’un “agonistik demokrasi” yaklaşımı Türkiye bağlamı için önemli bir anahtar sunuyor. Mouffe’a göre, sosyal farklılıklar tamamen ortadan kaldırılamaz, asıl mesele bu farklılıkların çatışma yerine müzakere zemininde var olmasını sağlamaktır. Bu, “düşman” yerine “muhalif” kavramını merkeze alır. Böylelikle karşıtlıkların meşru bir zeminde tartışılması, demokratik çoğulculuğun temelidir.
Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda, güvenlik ve terör eksenli politikaların çoğu zaman kapsayıcı bir vatandaşlık tasavvurunun önüne geçtiğini görüyoruz. Oysa Turner’ın haklar rejimi perspektifiyle Mouffe’un agonistik modeli birleştirildiğinde, sosyal farklılıkların hem kurumsal hem kültürel düzeyde tanınması, kolektif hafızanın onarılması ve yeni bir kapsayıcı vatandaşlık anlayışı için teorik bir zemin sağlayabilir. Bu noktada atılabilecek adımlar arasında kolektif hafıza çalışmaları gelebilir. Çünkü bu tür çalışmalar, geçmişin bastırılmış hikâyeleriyle yüzleşmek, sosyal travmaların onarılmasını sağlamak adına önemlidir. Benzer şekilde kapsayıcı vatandaşlık da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Zira bununla vatandaşlığı bilfiil hukuki alanın bir öğesi olarak düşünmekten daha çok sosyal, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla genişletme imkanına kavuşulabilir. Son dönem izlenen politikalar arasında yetkin konuma ulaşan bu konu, özellikle bölgesel kalkınma ve sosyal adalet politikalarının güvenlik eksenli anlayıştan ayrıştırılması şeklinde yürütülmektedir.
Terörsüz Türkiye Söyleminin Ötesi
Bugün “Terörsüz Türkiye” söylemi, politik aktörler arasında sıklıkla kullanılan bir hedef olarak öne çıkıyor. Ancak bu hedef, güvenlik eksenli bir stratejiye indirgenirse, sosyal hafıza ve kimlikler arasındaki uçurumları derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmaz. Buradaki odaklanılan mesele, terörü bastırmakla kalmayıp, terörün beslendiği sosyal ve kültürel zemini dönüştürmektir. Şu hâlde Gellner’in ulus-devlet teorisi, homojenleştirici politikaların sosyal maliyetlerini ortaya koyarken; Turner, kapsayıcı vatandaşlık haklarının bu maliyetleri azaltmadaki önemini vurgular. Mouffe’un agonistik demokrasi çerçevesiyle birleştirildiğinde ortaya şu sonuç çıkar: Terörsüz bir gelecek, sessizlikle değil, kapsayıcı bir politik ve sosyal etkileşimle mümkün olabilir.
Bu yaklaşım, güvenlikçi paradigmanın ötesine geçerek, farklılıkların tanındığı ve “örs”lenmediği, kolektif hafızanın onarıldığı bir Türkiye vizyonunu mümkün kılar. Kısacası, “Terörsüz Türkiye” tek başına bir politik vaat değildir, o daha çok sosyal ve politik uzlaşma eksenli uzun vadeli bir demokratik dönüşüm projesi vaadi sunmaktadır.
Yorumlar (0)