GENÇLİK VE GELECEK: UMUT ENDÜSTRİSİ Mİ, HAKİKAT ARAYIŞI MI?

A+
A-

Üniversiteler açıldı. Yüzbinlerce genç yeniden amfilerde, kampüslerde, kütüphanelerde yerini aldı. Bu mekânlar sadece derslerin işlendiği değil, geleceğe dair umutların, kaygıların, hayallerin ve çatışmaların da filizlendiği alanlardır. Çünkü üniversite, bir genç için yalnızca “meslek edinme durağı” değil; kimliğini bulma, hakikati sorgulama ve hayatla yüzleşme sahnesidir.

Bugün üniversiteler, bir yandan gençlere özgürlük, keşif ve üretim alanı sunarken; diğer yandan onları acımasız bir rekabet sisteminin parçası hâline getiriyor. Diploma, çoğu zaman bir “iş bulma belgesi” olarak algılanıyor. Aileler ve toplum, üniversiteyi bir kariyer garantisi gibi görüyor. Oysa üniversite yalnızca istihdam için bir araç olamaz. Gençler, ders notları ve staj belgeleri arasında sıkışırken; asıl ihtiyaç duydukları şey, özgür düşünce ikliminde kendilerini tanıyabilmek. Üniversiteler, gençlerin fikir üretmesini teşvik etmek yerine bazen onları kalıplaşmış düşüncelerin esiri hâline getiriyor. Bu yüzden pek çok öğrenci, mezun olduğunda “diploması var ama hayali yok” bir noktaya sürükleniyor.

Son yıllarda üniversite eğitimi, adeta bir “umut endüstrisi”ne dönüştü. Yüksek harçlar, yabancı dil kursları, sertifika programları, yurt dışı eğitim hayalleri… Hepsi gençlere “geleceğinizi garanti altına alacaksınız” vaadiyle sunuluyor. Fakat mezuniyetin ardından yüzleşilen gerçek, çoğu zaman işsizlik, geçici sözleşmeler veya mesleğiyle ilgisiz işlerde çalışma zorunluluğu oluyor. Bu noktada gençler, umudun ticari bir meta hâline geldiğini fark ediyor. Eğitim sistemi, onların hakikat arayışını beslemek yerine, çoğu zaman onları yalnızca ekonomik döngünün parçası kılıyor.

Oysa üniversite, sadece iş dünyasına eleman yetiştiren bir fabrika değildir. Üniversite, gençlerin hakikati aradığı bir laboratuvardır. Felsefe dersinde sorgulamak, edebiyat dersinde hayal kurmak, mühendislik dersinde üretmek, sosyoloji dersinde toplumu çözümlemek… İşte gerçek üniversite budur. Türkiye’nin geleceği, sadece teknik bilgiyle donanmış mezunlarla değil; aynı zamanda vicdanı diri, adaleti önemseyen, cesur ve özgün düşünebilen bir gençlikle inşa edilecektir. Bilim insanı, mühendis, doktor ya da avukat olmanın ötesinde; sorgulayan, eleştiren, yenilik üreten bireyler yetiştirmek esas meseledir.

Burada görev yalnızca üniversitelere değil; öğretim üyelerine, ailelere ve karar vericilere de düşüyor. Öğretim üyeleri, öğrenciyi birer sınav kağıdı ya da yoklama listesi olarak görmekten vazgeçmeli; onların fikirlerini, duygularını ve hayallerini dikkate almalıdır. Aileler, çocuklarının sadece “garanti meslek” edinmelerine değil, kendi yeteneklerini ve ilgilerini keşfetmelerine de izin vermelidir. Karar vericiler, üniversiteleri ekonomik beklentilerin ötesinde, bilimsel özgürlüğün ve eleştirel düşüncenin merkezi hâline getirmelidir.

Bugün gençlerimizin önünde iki yol var: Birincisi, umut endüstrisinin sunduğu hazır reçetelerle mezuniyet sonrası hayal kırıklıkları. İkincisi ise kendi hakikatini arayan, özgün düşünebilen, cesurca üreten bir yolculuk. Biz hangi yolu tercih edeceğiz? Gençlerimizi kalıplara sıkıştıran bir sistemin mi, yoksa onları kendi potansiyellerini keşfetmeye yönlendiren bir iklimin mi parçası olacağız? Unutmayalım: Üniversite sadece bilgi aktarımı değil, bir hakikat arayışıdır. Ve bu arayış, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en önemli yolculuktur.

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın