Felsefi terimlerle zihninizi dağıtıp ,hayret edilecek şeylerden dikkatinizi dağıtan, bilimcilik tuzağına düşmeden gerçek bilgiye ulaşmak günümüzde artık iyice zorlaştı.Özellikle günümüzde bir hakikat ile ilgili 1 milyonun üzerinde youtube videosu bulabiliyorsunuz ama maalesef bu videolardan ancak 10-15 tanesi(çok abartılı değil bence) hakikatin özü ile doğrudan alakalı ve doğru,kalanı ise ya yanlış yada batıl tevilat diyebileceğimiz çöp yığını sınıfına girmektedir.Peki hakikate nasıl ulaşacagız?gerçek bilgi nedir?gerçek bilgiyi nasıl tanırız?
Devlerin (insan-ı kamiller) resmi geçitleri yani hayatları bize çok şey anlatır.Onlardan birisi olan İbn-i Arabi Hz.’lerinin hayatı bu mesele ile ilgili bize ilginç bir seyir sunar.Ben bu pasajı ilk okuduğumda şaşkınlıktan bir iki gün sessizlik hali oldu bende,çünkü hazmı gerçekten zor bir mesele idi. Evet gelenekçi yazar değerli insan William Chittick beyefendinin “sufinin bilgi yolu” kitabının başında da yer alan,İbn-i Rüşd ve İbn-i Arabi Hz.’lerinin ilk karşılaşmaları bahsi gerçekten çok çok çok kritik bir bahis idi benim için.
Evet kabaca anlatacak olursak Endülüs en değerli alimi ,hocası ,doktoru,kadısı özetle herşeyi o gün itibariyle İbn-i Rüşd Hz.’leridir ve bu güzel insan ile İbn-i Arabi Hz.’lerinin babası dostturlar.O günlerde İbn-i Arabi Hz.’leri bıyıkları henüz terlemeye başlamış 10- 11 yaşlarında bir delikanlıdır.Girdiği halvetlerde yaşadığı değişik halleri babasına anlatır ,babası ise bu halleri dostu İbn-i Rüşd’e anlatır.İbn-i Rüşd delikanlı ile tanışmak ister. Öncelikle İbn Rüşd’ün talebi üzerine gerçekleşen bu buluşmayı, İbnü’l-Arabî’nin kaleminden aktaralım:
“Bir gün Kurtuba’da şehrin kadısı Ebû’l-Velîd İbn Rüşd’ün huzuruna girdim. Halvetimde, Allah’ın bana açmış olduğu şeyleri duyup öğrendiği için benimle karşılaşmak istemişti. Duyduklarından dolayı şaşkınlığını izhar ediyordu. Babamın arkadaşlarından birisi olduğu için babam İbn Rüşd’ün arzusu üzerine benimle bir araya gelsin diye bir vesileyle beni ona gönderdi. O esnada bıyıkları henüz terlememiş bir delikanlıydım. Huzuruna girdiğimde sevgi ve saygıyla kalkıp beni kucakladı ve şöyle dedi:
Evet?
Ben de cevap verdim: – Evet!’
Onu anladığımı düşünerek mutluluğu daha da arttı. Sonra, sevincinin sebebinin farkına vardım ve ona ‘hayır’ dedim. Bunun üzerine üzüldü, yüzünün rengi değişti. Düşündüğü şeyde şüpheye düştü. Bana şöyle dedi:
‘Senin keşf ve feyz-i ilâhî’de bulunduğun şey mantık/nazarın bize verdiği şey midir?’
Ona hem ‘evet’ hem ‘hayır’ diye cevap verdim. Bu ‘evet ve hayır’ arasında ruhlar yerlerinden, boyunlar cesetlerinden fırlar, deyince benzi sarardı, titreme geldi, birden (sanki elli yaş) yaşlandı. Ne demek istediğimi anlamıştı.
İşte bu, kutup imamın, başka bir ifadeyle müdâviu’l-kulûm’ün zikretmiş olduğu meselenin aynısıdır.
İbn Rüşd sahip olduğu bilgiyi sunup (bizim söylediğimize) uygun veya farklı olup olmadığını öğrenmek için daha sonra da babamın tavassutuyla bizimle bir araya gelmek istedi. Çünkü kendisi fikir ve teorik düşünce mensubuydu. Ardından halvete cahil girip ders görmeden ya da araştırma, okuma ve kitapları inceleme olmaksızın bu şekilde dışarıya çıkan birisini gördüğü bir devirde yaşadığı için Allah’a şükretti. (Benim tecrübem hakkında) şöyle demiştir: Bu bizim kabul ettiğimiz fakat mensubunu görmediğimiz bir hâldir. Kapıların kilitlerini açan o hâl mensuplarından birisinin bulunduğu bir zamanda bulunduğum için Allah’a hamd ederim. Bana onu gösterme ayrıcalığını bahşeden Allah’a hamdolsun.”dedi
Evet ben şimdi bu buluşma ve içeriğini Bursa da yaşanmış gibi simüle edeyim size.Düşünün ki Uludağ Üniversitesi kurucu rektörüsünüz,ünvanınız ordinaryus profesör,karşınızda Yavuz Selim mahallesinden kitaba bile erişimi sınırlı fakir bir ailenin 10 yaşında çocuğu çıkıyor ve sizin tüm hayatınız boyunca elde ettiğiniz bilgilerin çok ötesinde bir marifete sahip ve siz artık hiçbirşey yapamadan sizi böyle bir çocukla aynı asra denk getirdiği için Allah’a şükrediyorsunuz.
Evet yine biliyoruz ki (İbn-i Arabi’nin ifadelerinden),bu büyük zatın halvetlerindeki bu marifet anları saniyenin onda biri veya çok daha az bir zaman aralığında olmaktadır.Yani rica ederim düşünün İbn Arabi Hz.’lerinin elimizde 90 cilt kadar eseri var ve bu eserlerin neredeyse tamamı o saniyenin bilmem kaçta kaçında geliyor.Meseleyi vehbi ilim- kesbi ilim tartışmalarındaki tanımlar darlığına kesinlikle hapsetmeyi düşünmüyorum.Evet meselenin bir yönü bu olsada esas önemli olanın bu derin hakikatlerin temel kaynağının KUR’AN-I KERİM olmasıdır.
Evet Çağımızın Alimlerinden Birisinin Rabbani Hz.’lerine dayanarak anlattığı bir hakikat bu anlatıda vücut bulmuştur.”Bir an-ı seyyale vücud-u enver binlercesi vücud-u ebtere müreccahtır” sözü kıyama kalkmıştır.Evet bu yüksek ve gerçek bilgi ve nurun kaynağı GAYE ÖLÇÜSÜNDE VASITA OLAN HAZRET-İ RESUL VE ONUN GETİRDİĞİ KUR’AN’dır.
Gelelim yüksek metafizik bilgi hakkındaki en önemli gerceğe.Dikkatlerinizi istirham ediyorum;yüksek metafizik bilgi eğer aktarıcısı tarafından yaşanmıyorsa bu bir yüksek metafizik bilgi değildir.Peki nedir?bu yüksek metafizik bilgi hakkında konuşmaktır ve yüksek metafizik bilgi ile aynı şey değildir.Hatta bazı yorumcular Kur’an-ı Kerim’deki iki su ayırımı ve birbiri ile asla karışmaması ile ilgili ayeti bu şekilde tevil etmişlerdir.Yani yüksek metafizik bilgi ve değerleri hayatınıza hayat etmez iseniz asla dünyada potansiyelinizi gerçekleştiremeyeceksiniz ve tohum halinde kalıp asla açamayacaksınız.Oysa Allah’ın sizden bir muradı var.
Unutmayın ‘insan ‘kelimesinin ifade ettiği mananın kim ne derse desin gerçek karşılığı İNSAN-I KAMİLLER’dir, biz ise henüz taslak halinde kendisini gerçekleştirememiş insanlarız.Bu bahsi eşime anlattığımda bana “müsveddeyiz yani öylemi “dedi ve yalan söylemeyeceğim bu söz çok daha hoşuma gitti.Evet biz insan müsveddesiyiz ve yolumuzu ancak İnsan-ı Kamiller ve İnsan-ı Ekmel(SAV) ile bulabiliriz.
MUHABBETLE KALIN
Yorumlar (0)