Hatıralarımdaki Kuştepe ve Halam

1990’lı yıllar…Kuştepe’deyiz. Nur içinde yatsın halamın avlusu geniş tek katlı bir evi vardı. Bugün yerinde yeller esse de avlusundaki incir ağacının dalları…

A+
A-

1990’lı yıllar…Kuştepe’deyiz. Nur içinde yatsın halamın avlusu geniş tek katlı bir evi vardı. Bugün yerinde yeller esse de avlusundaki incir ağacının dalları çocukluğumun hülyalı günlerine uzanırdı…

İlk kar tanelerinin toprakla buluşmasıyla müjdelenen Kış günleri, köyden kente her gelişimizde soluğu halamın evinde alırdık. Dışarıda lapa lapa yağan kar ve insanın soluğunu kesen soğuğa inat evin içini harman yerine çeviren sobanın başında kedi gibi kıvrılırdık…

İki göz odasıyla kutu gibiydi o ev. Eniştem vefat edene kadar bu küçücük evde tam 30 yıl aynı yastığa baş koymuşlar.  Halamın anlatışına bakılırsa enişte bey sert mizaçlı, huysuz bir kocaymış.  Zaman zaman bahis açıldığında ’30 yıl saçımı süpürge ettim de bir tatlı söz işitmedim” derdi.  Ne gariptir ki konu komşu Rahmetlinin arkasından konuştuğunda da toz kondurmazdı.

Yıllarca bir gün yüzü göstermedi diye yerden yere vurduğu eniştemi, baş başa kaldığımız zamanlarda özlediğini, rahmetlinin sert mizacının ardında saflıkla karışık doğal bir sevginin olduğunu anlatırken bu şirinlik muskası evin çatlamış duvarlarına doğru bakışlarını kaçırırdı.

*** *** ***

Nasıl evlendiniz diye sormuştum da kelimeler iki dudağının arasından hıçkırıklara karışarak güçlükle çıkıvermişti. Kendi kendime ‘Hay dilim kopaydı da sormasaydım. Ne kadar da kaz kafalıyım’ diye dövünüp durmuştum.

 Yüreğinin karanlık dehlizlerinden süzülen kelimeler, düşlerin parlayıp söndüğü noktadan belli belirsiz etrafa saçılmıştı.

Buğulu gözler, sancılı sözlerle görücü usulüyle evlendiklerini, anlatırdı. Rahmetli okumayı çok istemiş de ‘kız çocukları okur muymuş’ diye engellenmiş. “Hep içimde hicran yarasıdır okuyamamak” derdi.

Kayıp hayallerinden yansıyan hüzünlü görüntüsüyle kelimeleri acı bir baharat gibi göğüs kafesindeki boşluğa döke döke anlatırdı hatıralarını. Babası hayli sert mizaçlı biriymiş. Anası halamdan yana saf tutmaya çalışsa da beyinin dediğim dedik tavrına yenik düşermiş.

Anlattıkça düşünceler öbek öbek taş parçası gibi yüreğime oturuyordu.

*** *** ***

Gün olur ahşap çerçeveli küçük pencerelerin ardından bir daha hiç gelmeyeceğini söylediği yılların hüznüyle ucu bucağı olmayan Bursa ovasına doğru uzanan bakışları, birer inci tanesini andıran matemli gözyaşlarıyla karışarak Kuştepe’nin dik yokuşlarından aşağıya doğru yağmur damlaları gibi dökülür giderdi.

Çocukken geçirdiği ateşli hastalık sonrası kavurucu yaz sıcağında dahi üşüdüğünden kat kat giysiler giyerdi de, bu giysiler arkasında nasıl bir yaşam serüvenin izlerini taşıdığını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz halama çocukluğumuzun kendine mahsus saflığıyla kah acıyarak kah üzülerek bakardık.

Rahmetli pek hamarattı…Hele hele bir zeytinyağlı yaprak sarması yapardı ki damağımızda bıraktığı tat bir sonraki kış mevsimine kadar dilimizin altına gönlümüzün tahtına kurum kurum kurulurdu…

Soğuyan havalar, adı konulmamış yalnızlığın iç acıtan burukluğu gibi zehirli oklarını kendi gurbetinde sabahlayan biçarelerin yoksul gönüllerine doğru saplardı.

Adeta öcü gibi, kıvrıla döne, köpüre çağlaya akan hayat,  bugünden yarına değişen halleriyle bu semti, bu şehri zabdurapt altına alıyordu.

*** *** ***

Halam anlattıkça vicdanımın külhanında terliyordum. Ruhum saf saf bölükler halinde evin her köşesine dağılıyordu sanki. Bir yıldızın uzaklardaki ışıltısını, sokağın o  sesleri, gün batımıyla çıkan ve o matemli sessizlik hepsi birer leke gibi yıllardır orada bir yerlerde duruyordu hissediyordum..

Akşam olunca gün batımının hatıralarla derinleşen kızıllığı vuran gözlerinde söyleyemediği şeylerin hüznü belirirdi sessiz sedasız.

Bursa’da kış gecelerinin insanı iliklerine kadar donduran o soğuk yalnızlığı, sisin ardında gizlenen o ürpertici karanlığa karışarak kör bir kurşun gibi yüreğine yüreğine saplanırdı. Gün olur; Kuştepe’nin insanı bezdiren dik sokaklarında unutulmuşluğun, ötelenmişliğin, terk edilmişliğin ağıdı yükselir, hayal ile gerçek arasında sadece seslerin yankılandığı bir bilmece gibi döner dolaşır halamın boğazında düğümlenirdi.

Çoğu kez başımızı önümüze eğerdik de kalbimizle söyleşirdik. Dışarıda, yer yer kömür sobalı evleri, sokak aralarında miskin kedileri, çınar ağaçlarının dallarında soğuktan korkmayan çılgın serçeleri, Bursa’nın ığıl ığıl akan yeşilinin ninnisine kulak vererek uykuya hazırlanırdı.

Kuştepe’nin gürül gürül yanan sobaların başında uykuya daldığı o saatlerde, zihnimi kurcalayan düşünceler, halamın yaşlandıkça artan horuldamalarına aldırış etmeden ruhumun duvarlarına kara gölgeler halinde düşer ve ben kendi gurbetime doğru usul usul yol alırdım.

*** *** ***

Gözlerim uykuya çeyrek kala Kuştepe’nin dik yamaçlarında yükselen ‘Bozaa’ sesleri, adeta tatlı bir musiki gibi kulağıma çalardı. Lapa lapa yağan kar tanelerinin arasından ara ara yanıp sönen sokak lambalarının loş ışığıyla aydınlanan odamın içinde düşlerim bir parlayıp bir sönerdi.

Çocuktuk çocuk olmasına ya, eski zamanların huzurlu ezgileri minnacık gönüllerimize sığınırdı. Halamdan dinlediğim hatıraların siyah beyaz berraklığı çoook uzaklardan geçen bir geminin güvertesinden el sallarmış gibi gelirdi.

Müeezzin’in saba makamının yanık ezgileriyle okuduğu Sabah ezanı Kuştepe’nin yamaçlarında yankılanmaya başladığında ihtiyarların sabah namazını eda etmek için uykulu gözlerini ovuştura ovuştura kalkışı, buz gibi suyla titreye titreye abdest alışı, yeni yeni harlatılan sobanın üstünde çayın demlenişi çocuk dünyamda cennetten çekilmiş fotoğraf kareleri gibi ilahi izler bırakırdı.

Halam camış sütü gibi beyaz başörtüsünü bağlar, besmeleler, fatihalar, aminler arasında huşu içinde namazını eda ederdi. Halamı namaz kılarken izlemenin verdiği o tarifsiz huzuru ömrümün hiçbir döneminde tatmadım desem yalan söylemiş olmam.

Ne çok özlüyorum o günleri!

İyiden iyiye yaşlanıp da dizleri tutmaz hale geldiğinde gencecik bir delikanlıydım. Üniversiteyi kazanıp da Kastamonu’ya okumaya gittiğim de artık yataktan hiç kalkamaz hale geldiğini öğrendim. Allah biliyor ya çocukları hep iyi baktılar halama. Ömrünün son demlerinde ise yanlarına aldılar.

Vefat haberini öğrendiğimde Kastamonu’daydım. Akşam vakitleriydi. Ders çalışıyordu. Annem titrek bir sesle telefonu açtığında içime doğmuştu sanki. Yutkuna yutkuna ne oldu diye sorduğumda kelimeler güç bela döküldü ağzından:

-Halanı kaybettik oğlum!

Ölümün kurşun yükü hatıralarımın kalbine saplanmıştı.

Üç arkadaş ortaklaşa tuttuğumuz öğrenci evindeki odama, çatlamış sıvaların arasından tarifi imkansız bir hüznün utana sıkıla sızarak yüreğime oturduğunu dün gibi hatırlıyorum. Sanki içi doldurulmuş bir vahşi hayvan bedeni gibi donup kalmış, ağlayamamıştı. Benliğimin yelkenleri beni alıp uzaklara götürmüştü. Çocukluğum, evim, hatıralarım, hepsini geride bırakarak bir mahşerin içinden geçip gidiyordum sanki.

*** *** ***

Günlerce karanlık bir boşluğun içerisinde fişi çekilmiş ruh gibi gezinip durdum. Köşe bucak içimdeki yangından kaçıyordum. Kâh maziden bir yaprak bulabilir miyim ümidiyle rüzgarın peşine takılıyor kâh ucu bucağı olmayan bir zaman denizine doğru hicret ediyordum.

Günler, haftalar, aylar derken içimde bir şeylerin küllenmeye başladığını hissettim. Halamdan bana ne kalmışsa kimi zaman tebessüm kimi zaman buğulu gözlerle baktığımız bir fotoğraf albümünü andırıyordu.

Vefatının üzerinden iki yıl geçti geçmedi önünde incir ağacının faziletli bir ihtiyar gibi semaya yükseldiği o tek katlı kutu gibi evin satıldığını öğrendiğimde yıkılmıştım. Hatıralarım, sessizce bir vefalı dost gibi sararak ruhumu zincirlerini bir bir çözüvermişti. Kendi gökkubbemle yapayalnız kalmıştım sanki. İçimde bozuk bir duvar saati gibi donup kalmış geçmeyen bir zaman vardı.

Kuştepe yıllar geçtikçe ihtiyarlıyor, yaşanmışlığın ağırlığıyla beli bükülüyordu. Evler, tıpkı bir insan vücudu gibi çöküyor, nesiller kenara atılmış bir defterin bembeyaz sayfaları gibi zamanla sararıp soluyordu.

İnsanlar arasındaki mesafe bir bilinmezliğin etrafında döne döne her geçen gün daha uzuyordu. Yalnızlığın o ürperten boşluğu, insan kalbini mahrem ve başkalarını kapalı bir dünya haline getiriyordu.

Ve ben,

Bütün bu eskimişliğimin, bilinmezliğin, keşmekeşliğin, sürekli bir yerlere yetişme telaşıyla geçip giden yaşam serüvenin içerisinde halamı da, hatıralarımın Bursa’nın yamaçlarında yükseldiği o tek katlı evi de ve yavaş fakat konforlu akan o zamanı da özlüyorum.

Nur içinde yat Halacım…

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler