Hekim-Yazar Dr. Fahrettin Er Yazdı: Afrika’da Geçen Günlerimden: Anadolu’nun Şefkat Eli

A+
A-

Dr. Fahrettin Er / Hekim-Yazar

Bu yazı, Afrika’da geçirdiğim günlere dair iki bölümlük bir serinin ilk parçasıdır. İlk bölümde, yıllar önce orada yaşadığım sahneleri, tanıdığım insanları ve hafızama kazınan insan hikâyelerini aktaracağım. İkinci bölümde ise bugünün Afrika’sını, hâlen süren sorunları ve kalıcı çözümler için atılması gereken adımları ele alacağım. Çünkü Afrika’ya yalnızca yardım götürmek için değil, oradaki insanların gözlerinde yeniden umut ışığı yakmak için gittik.

İlk Adım: Umutla Bakan Gözler

2007 yılında Başbakanlık himayesinde, TİKA’nın sorumluluğunda ve gönüllü arkadaşlarımızla çıktığımız yolculuk, hayatımın en derin izlerini bırakan serüven oldu. Yolum Nijer’e, Orta Afrika Cumhuriyeti’ne ve Somaliland’a düştü. Anadolu’dan binlerce kilometre uzakta, farklı bir kıtada ama aynı insan sıcaklığıyla karşılaştım.

Afrika topraklarına ilk ayak bastığım günü dün gibi hatırlıyorum. Uçaktan iner inmez boğucu bir sıcaklık yüzüme çarptı; gökyüzü kızıl bir perde gibiydi. Havaalanı küçüktü ama etrafımızı saran yüzlerce insan vardı. Çocuklar çıplak ayaklarıyla toprağın üzerinde koşuyor, gözlerini iri iri açarak bize bakıyordu. Yüzlerinde korkudan çok merak, endişeden çok umut vardı. O an anladım ki bizim varlığımız onlar için sadece bir sağlık hizmeti değil; yıllardır kapkara yazılmış bir tarihe düşen beyaz bir ışık gibiydi.

Ameliyathane Bahçesi

İlk günlerimiz şaşkınlıkla geçti. Ameliyat yapmaya başladığımızda yokluğun ne demek olduğunu iliklerimize kadar hissettik. Ne tam donanımlı bir hastane vardı, ne de steril koşullar. Ellerinizi yıkayacak suyu bile bulamıyordunuz. Birkaç damlalık dezenfektanla ellerimizi ovalıyor, ameliyatları çoğu zaman hastanenin bahçesinde yapıyorduk. Hastaları gölgelik bir alana yatırıyor, serumları ağaç dallarına asıyorduk. Bu sahneler, dünyanın başka hiçbir yerinde kolay kolay anlatılamaz.

 

Ama o yokluk içinde bile umut yeşerebiliyordu. İnsanlar, bütün çaresizliklerine rağmen ameliyat için kilometrelerce yol yürüyordu. Kimi sırtında taşıyarak getiriyordu hastasını, kimi günlerce aç kalma pahasına yanımıza ulaşıyordu. Çünkü biliyorlardı ki Türk doktorlar geldiyse bir çare bulunacaktı.

Hüseyin’in Cesareti

O günlerden bir hikâye vardır ki, her hatırlayışımda gözlerim dolar. Hüseyin adında, on yaşlarında bir çocuk getirdiler. Yapılan muayenede bağırsak düğümlenmesi olduğu anlaşıldı. Orada genel anestezi uygulayacak uzman doktor da yoktu, gerekli cihazlar da… Bu yüzden mecburen lokal anesteziyle müdahale etmeye çalıştık. Ancak ilaç yetersiz kaldı. Neşter derisine değdiğinde acıyla kıvrandı. Ameliyatı durdurmaya karar verdik.

Durumu anlattığımızda Hüseyin’in yüzünde kararlı bir ifade belirdi. Tercüman bize dönüp şunları söyledi:

“Masadan kalkmak istemiyor. ‘Ben ilk defa doktor gördüm, bir daha bulur muyum bilmiyorum. Ben her gün acı çekiyorum. Türk doktorlara söyleyin, ben dayanırım. Gerekirse beni bağlasınlar ama ameliyatımı yarım bırakmasınlar’ diyor.”

O an salonda sessizlik oldu. Biz gözyaşlarımızı tutamadık. Hüseyin masada, acıya rağmen bir yiğit gibi yattı. Ameliyatı tamamladık. Masadan indirirken yüzünde öyle bir tebessüm vardı ki, bütün yorgunluğumuzu unutturdu. O çocuk bana şunu öğretti: Umudu olan bir yürek, en derin acılara bile dayanabilir.

Makarnadan Bayram Sofrasına

Ameliyatlardan sonra fark ettik ki insanlar sadece tedaviye değil, yemeğe de muhtaç. Çoğu aç karna masaya yatıyordu. Biz de kendi getirdiğimiz yiyeceklerden ayırıp onlara verdik. Makarnayı kaynatıp ikram ettiğimizde yüzlerindeki mutluluğu görmeliydiniz. Belki bizim için sıradan bir yemekti ama onlar için bir bayram sofrası gibiydi. İşte o gün anladım: Aç bir karın tedavi edilmeden, yaralı bir gönül iyileştirilemez.

Keçi Ailesi Projesi: Umudu Kalıcı Kılmak

Zamanla fark ettik ki yapılan yardımlar kalıcı olmuyor. Bir gün yemek veriyorsunuz, ertesi gün yine açlıkla karşılaşıyorlar. Bunun üzerine mühendis arkadaşlarımızla birlikte “Keçi Ailesi Projesi”ni başlattık. Her bir dul kadına ya da kimsesiz aileye bir erkek ve iki dişi keçi veriyorduk. Onlara üretmeyi, geçimlerini sağlama yolunu öğrettik. Başta kıymet vermedikleri keçiler, kurduğumuz pazarla değer kazandı. Kısa sürede 1300 aileyi keçi yetiştiricisi yaptık.

Afrika’da kalıcı çözüm buydu: İnsanlara balık vermek değil, balık tutmayı öğretmek. Bizim Anadolu irfanımızın öğrettiği gibi.

İyi Yürekli Beyaz Adamlar

Afrika’da gördüğüm en çarpıcı değişimlerden biri algıydı. Yüzyıllar boyunca sömürülmüş bu topraklarda “beyaz adam kötüdür” anlayışı hâkimdi. Ama biz Anadolu’dan gidince durum değişti. Onlar bizi Fransızlarla karıştırmadılar. Türkleri “iyi yürekli beyaz adam” diye tanımladılar. Çünkü biz onlara emir vermeye, topraklarını sömürmeye değil; yaralarını sarmaya, ellerinden tutmaya gitmiştik.

Ve ben inanıyorum ki, Afrika’nın kara bahtını Anadolu insanının şefkatli eli değiştirecek. Afrikalıların dediği gibi: “Afrika’nın asırlardır gülmeyen yüzünü Anadolu insanı güldürecektir.”

Bu yazının ilk bölümünü burada noktalıyorum. İkinci bölümde, Afrika’nın bugün hâlâ kanayan yaralarını, açlık ve hastalıkla boğuşan milyonların acı tablosunu ve kalıcı çözümler için neler yapılabileceğini anlatacağım. Çünkü Afrika’ya sadece geçmişi hatırlamak için değil, geleceğe umut taşımak için gittik.

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

POPÜLER HABERLER