İhsan Köse Yazdı: Dil Kültürümüz Nereye?

Önceleri Pendik, daha sonraları da Kartal pazarlarından geç dönen Büyükbakkal Köyü köylülerini…

A+
A-

 

İhsan Köse /  Yazar

Önceleri Pendik, daha sonraları da Kartal pazarlarından geç dönen Büyükbakkal Köyü köylülerini, babam arabasıyla köylerine götürürdü. Araba bazen beÅŸ altı kiÅŸiyle gider, kiÅŸi başına taşıma ücreti de düşük olurdu. Diyelim ki adam başı yüz elli kuruÅŸ. Ama babamın cebine giren para uygun olurdu. Bazen de gidecek olan iki, üç kiÅŸi bulunurdu. Ancak kiÅŸi başına alınan para deÄŸiÅŸmezdi; yine yüz elli kuruÅŸ. Bu para da köye gidiÅŸ geliÅŸte kullanılan benzin parasına ancak denk gelirdi. Böyle, az kiÅŸiyle köye gittiÄŸimiz bir gün, dönüşte babama sormuÅŸtum merakla. “Yahu baba!” demiÅŸtim. “Arabayla az kiÅŸi götürdüğümüzde, onlardan kiÅŸi başına daha yüksek ücret talep etmemiz gerekmez mi?” Biraz da kaÅŸlarını çatarak şöyle cevap vermiÅŸti babam bana : ” Senin bu durumlara daha aklın ermez. İnsanlardan kazandığımız cebimize giren parayla zarar etmeyelim, yeter. Önemli olan insanları mutlu, huzurlu etmektir. Onun için ne kazanırsak kazanalım bize düşen “Bereket versin.” demektir. 

“Bereket versin. ” Günümüzde artık çok az kullanılan çok güzel ve anlamlı sözlerden biri. O günkü kazandığınla yetinip, ileriye yönelik bu kazancın daha da iyi olmasını dilemek, istemek. Ama önce insani iliÅŸkilerin ayakta kalmasını dileyerek, isteyerek. Rahmetli Kasap Fethi AÄŸabey de,az ya da çok yapılan her alışveriÅŸten sonra, şöyle hafifçe bir burnunu çekerek, öylesine içten bir “Bereket versin. ” çekerdi ki, anılmaya deÄŸer.

“Merhaba ” Farsça, güzel bir selâmlaÅŸma niÅŸanesi olan bu kelime ile de daha az yüzleÅŸir olduk. Halbuki, Bodrum’u Bodrum yapan ünlü yazarımız Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Åžakir KabaaÄŸaçlı ) karşılaÅŸtığı her dostuna, canı gönülden ve çok yüksek bir sesle söylediÄŸi  “merhaba”lar nasıl unutulur. Ya da Aziz Nesin’in “merhaba” diye baÅŸlayan unutulmaz, nefis yazısı. Her ÅŸey bir yana 1351 – 1422 yılları arasında yaÅŸamış, 15. yüzyıl ÅŸairlerinden Süleyman Çelebi’nin Türk Edebiyatı’na hediye ettiÄŸi Mevlidin, dinleyenlerin gözyaÅŸlarını tutamadığı ” merhaba ” bahri, yani bölümü. Bence, yaÅŸamak ve daha çok yaÅŸatmak lâzım kültürümüzle ilgili bu hazineleri.

Allah rahmet eylesin kamyoncu Hulusi Amca. Kamyoncu deyince, öyle ÅŸehirler arası çalışan bir nakliyatçı anlamayın haaaaa! Hulusi Amca, kamyonuyla mahalli çalışan bir köylümüzdü. Bir zamanlar çok makbul olan dere kumunu çekerdi genellikle Ömerli’den. Zaman zaman da Samandıra’daki tuÄŸla ocaklarından tuÄŸla taşırdı ev yaptıranlara.

Yakacık. Otobüs Meydanı. Bir yaz sabahı, kuma gitmek için kamyonunu kontrole gelen Hulusi Amca bir de bakar ki saÄŸ ön tekerlek fısssss! “Hay Allah, ÅŸimdi ne olacak?” falan derken muavini belirir yanında. TekerleÄŸi söküp tamir edeceklerdir etmesine de, bu iÅŸ de o kadar kolay deÄŸildir o zamanlar. Neyse. Yine o yıllarda otobüs meydanında tamirhanesi olan Mecit Usta’nın yanında çalışmaya gelen çıraklardan birini de çağırırlar yanlarına. BaÅŸlarlar uÄŸraÅŸmaya.

Dedim ya, o zamanlar kamyon lâstiÄŸi tamiri baÅŸlı başına bir iÅŸ. Önce kamyonun kasasına baÄŸlı olan “Pehlivan kriko” yu indirir muavin ve genç çırak zar zor. Krikoyu gereken yere yerleÅŸtirdikten sonra, kriko kolunu ıkına sıkına çevirerek tekerleÄŸi yerden iki karış yukarı kaldırırlar. Bu arada oluÅŸan ter de gömleklerin rengini yavaÅŸ yavaÅŸ deÄŸiÅŸtirmeye baÅŸlamıştır. 

Ama bu bir şey değil. Asıl sıkıntı bijonları sökmede. Epey bir zamandır sökülmemiş olan bijonlar iyice kaynamışlardır yerlerine. Sadece bijon anahtarı ile sökmek mümkün değildir bunları. Bijon anahtarının kolunun ucuna çelik bir boru geçirilerek kol uzatılır. 

“Çıkın ulan ikiniz de kolun üzerine. Zıplayın bakalım, zıplayın. ” diye bağırır çocuklara Hulusi Amca. Çocuklar birkaç kere çelik borunun üzerinde zıpladıktan sonra  “gaaaaarç” diye bir ses duyulur ve bijonun biri çözülür. Sonra aynı yöntemle diÄŸerleri. Bijonların hepsi sökülür sökülmesine de, çocuklar ve onlara destek olan Hulusi Amca kan, ter içinde kalırlar ve sucuk gibi olan gömleklerini bir tarafa atarak atletleri ile çalışmaya devam ederler.        

Lâstik bulunduğu yerden sökülmüştür. Ancak, işin sıkıntılı bir yanı daha vardır. Yanaklarından janta iyice yapışan lâstiği oradan kurtarmak. Bu da, oldukça pis, yorucu, sıkıntı veren bir iştir. Neyse, Hulusi Amca ve iki yardımcısı çekiçlerle, levyelerle dış lâstiği janttan kurtarma işine girişirler. Sonunda, lastiği janttan kurtarırlar ama canları da burunlarına gelmiştir.      

Alı al moru mor bir halde burnundan soluyan Hulusi Amca, “Alın ulan iç lâstiÄŸi, pompayla ÅŸiÅŸirin de kontrol edin bakalım delik ya da delikler nerelerde?” diye çıraklarına seslendiÄŸi sırada,bir anda yanında saka “Hayat”ı görür. Hayat, omuzluÄŸundan yere indirdiÄŸi iki teneke suyla kendisine gülümsemektedir. “Hay ömrüne bereket be Hayat. Seni Allah mı gönderdi?” deyince, Hayat, bütün sâfiyetiyle tekrar tatlı tatlı gülümser onlara. Åžoförler Kahvesi’nin set üstündeki yazlık kısmından olanı biteni izleyen, Hulusi Amca ve yamaklarının sıcakta çok darlandığını gören Hayat Mustafa’nın amcası Arif AÄŸa, iki teneke dolusu Çarşı ÇeÅŸmesi suyu yollamıştır onlara. Tenekenin biri ile ellerini, kollarını, yüzlerini, ayaklarını yıkayıp kalanını da birbirlerinin kafalarından aÅŸağı boÅŸaltırlar. DiÄŸeriyle de kana kana su içerek yorgunluklarını atarlar Hulusi Amca ve avenesi.    

“Ömrüne bereket.” Ben bu deyiÅŸi duymuyorum artık günümüzde. Belki bu yazıyı okuyanlar arasında tek tük duyanlar vardır. Çok sıkıntılı bir anınızda size el uzatan bir kiÅŸi için, ömrünün artmasını, çoÄŸalmasını dilemek, istemek. Eskilerin pek dillerinden düşürmedikleri bir güzellikti.        

Haaaaa! Unutmadan söyleyeyim. Lastik tamirinden sonra bir de elle çalışan pompa ile lâstik şişirmek vardı. Vallahi o da insanı canından bezdiren bir işti. Lâstiğe hava basayım derken, insanın içindeki hava boşalırdı acayip sesler çıkararak. Sahi, insan zayıflatmak için, bu el pompasıyla lâstik şişirtmeyi niye denemez spor salonu sahipleri? Bence zayıflatmak için bire bir alet.         

Sabah, Kartal’a ilk trene götürdüğü Yakacıklı yolculardan AşçıoÄŸulları’ndan Salih Amca, ya da TaÅŸ Ocağı’na (Yunus Çimento’nun ) sabah vardiyasına ulaÅŸtırdığı  tekkenin “Hafız” lâkaplı kiÅŸiler; hava çok kötü, fırtınalı, yağışlı veya yoÄŸun kar tipisinin olduÄŸu zamanlarda babama sorarlarmış kaygıyla: ” Emin Efendi! Bu havada acaba vaktinde varabilir miyiz istasyona ya da TaÅŸ Ocağı’na? ” diye. Babam, gayet sakin, kendinden emin bir ÅŸekilde cevap verirmiÅŸ onlara : “Evelallah.”   

Sevgili dostlar. Siz de Salih Amca, Tekke’nin Hafız gibi kaygılanmayın sakın. Benim de saÄŸlığım yerinde olup, elim de kalem tuttuÄŸu müddetçe, gerek yöremizde eskiden yaÅŸadığımız güzelliklerden gerekse de insanlarımızı mutlu edecek, rahatlatacak dünya ahvalinden dem vurmaya devam edeceÄŸim ” hem vallah hem billah. ”        

Bu yazıyı gündüz gözüyle okumak, iÅŸi akÅŸama bırakmamak lütfunu gösterenlerin günü aydın, aydınlık olsun. Ancak, gündüz iÅŸlerini tamamlayıp, akÅŸam el ayak çekildikten sonra, ” Bir ara rahat rahat yazıyı okurum.” diyenlere de “Allah rahatlık versin.” efendim.

Kalın sağlıcakla.

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

POPÜLER HABERLER