Â
İhsan Köse / Araşturmacı-Yazar
Ankara-İstanbul ekspresindeyim.
Pendik’ten sonra hızla menzile yaklaÅŸan trenden sabahın ilk saatlerinde etrafı seyrediyorum. Â
Bazen yemyeÅŸil bostanların arasından, bazen deniz kıyısını yalayarak adeta onunla öpüşe öpüşe giden, bazen de belki bir daha insanların hayal dahi edemeyeceÄŸi güzellikte aÄŸaçlarla, çiçeklerin arasında kaybolmuÅŸ evler ve köşklerle köşe kapmaca oynayarak, sanki gitgide daha da hızlanan bir koÅŸu. Â
Erkenden uyanmış, evlerinin balkonundan trene el sallayanlara veya “Kalkın artık. Sabah oldu. Ben geldim.” dercesine, uyuyanlara tiz düdüğü ile selâm sarkıtarak süren coÅŸkulu bir koÅŸturma.   Â
Sanki kendisine sarılmak için,iki kolunu birden açarak bekleyen bir anneye kavuÅŸmak hasretiyle yanıp tutuÅŸan, aÄŸzından, burnundan buharlar saçarak koÅŸan, âdeta nefes nefese kalmış bir yavru gibi HaydarpaÅŸa’ya doÄŸru hızla koÅŸturan bir trende.   Â
Sonra, görevini tam anlamıyla yerine getirmiÅŸ, vakurla duran bir insan misali, peronun en başında yolcularını selâmetleyen lokomotifi ben de selâmlayarak vapura binmek için garın merdivenlerine yöneliyorum.    Â
Sabah, insanda kalan son uyku mahmurluÄŸunu da yok eden,serin poyraz rüzgârı ile dolu havayı derin derin içime çekiyorum.bMuhteÅŸem iyot ve yosun kokuları da iÅŸin cabası.Karşımda,kendisini sarıp sarmalamış zarif bir tül perdenin ardından bana göz kırpan, “Günaydın.” , “HoÅŸ geldin.” diyen “Azîz İstanbul” Merdivenlerden aÅŸağı,vapura doÄŸru inerken “İstanbul’u sevmezse gönül,aÅŸkı ne anlar.”dizesini aklımdan geçiriyordum ki…
Yakacık, Otobüs Meydanı’ndayım .Cicoz (misket)oynuyoruz.
Faruk’la(EBREN)ortağız. Mecazen söyleyecek olursak,ben sahada,o masada.Yani ben oyun oynayarak o zamanki tabirle diÄŸer çocukları yutuyorum.YuttuÄŸumuz misketleri de Faruk tekrar pazarlayıp satıyor.    Â
Faruk’un elinde iki bez torba.Bez diyorum zira, bizler “naylon”denilen nesneyi Marshall yardımı ile gönderilen süt tozlarının konduÄŸu unsurlar olarak ancak yeni yeni görmeye baÅŸlamıştık.(Bu lâfları edince de,nekadar “arkaik”olduÄŸumuz da ortaya çıkıyor ama olsun.Çaktırmayın.) Bez torbaların birinde “mika” dediÄŸimiz, diÄŸerinde ise “cam” misketler var. Mikaları, tanesi yüz paradan, on tanesi yirmi beÅŸ kuruÅŸa,cam olanları ise tanesi beÅŸ kuruÅŸtan, beÅŸ tanesini yirmi beÅŸ kuruÅŸa, meraklısına satıyoruz.    Â
Bir ara, oyun aralandığında Faruk beni bir kenara çekerek “Ulan bu herifçioÄŸlu gene bir sürü yüz parayla gelip, misket almak istedi.” diye Çardaklıların Hamdi’yi iÅŸaret ediyor. “Ulan,on taneden fazla satmasaydın.Sonra dibimiz çıkıyor yüz paraları elden çıkarmak için. Bu manyak da nereden buluyor bu eski paraları yaaaaa? Bir de ben konuÅŸayım onunla.”diyorum.    Â
Sonra,günün ilerleyen saatlerinde,avuçlarına doldurduÄŸu bir sürü yüz parayla tekrar yanıma yanaÅŸan Hamdi’yi kolundan tutarak “Nerden buluyorsun ulan,bu kadar çok modası geçmiÅŸ paraları?”diye soruyorum.O da, dedesinin kilit altında tuttuÄŸu bir dolabı anahtar uydurarak açtığını ve o dolabın bir köşesinde,büyükçe bir kâsede,bir sürü böyle demir paralar olduÄŸunu söylüyor.Sadece,ortası delik iki buçuk kuruÅŸlar deÄŸil,ortası delik bir kuruÅŸlar ve üstünde on para yazan paralar da bulunduÄŸunu ekliyor.    Â
O ara yanımızda biten Faruk’la birlikte baÅŸlıyoruz ayar vermeye Hamdi’ye. “Ulan oÄŸlum bak! Bu ortası delik iki buçuk kuruÅŸları,yani yüz paraları bile elden çıkarmak için anamız aÄŸlıyor.Kimse almıyor ulan bunları.Koca köyde,sadece kırtasiyeci Fehmi Amca ve pastaneci ÅžiÅŸman İsmail bu paraları kabul edenler. Paraları gazlamak için,Fehmi Amca’nın kuru incirden mamül karamelâlarını yemekten içimiz dışımıza çıktı.İkide bir amel oluyoruz ulan!ÅžiÅŸman İsmail desen,babasından tembihli.Sadece halka alırsak bu paraları kabul ediyor.Eeeee,bütün gün halka yemekle de mide bayram yapmıyor.Onun için sen,bize misket almak için yanaÅŸacaksan 5,10,25 kuruÅŸlardan haber ver.Dedenden,harçlık için geçerli olan bu paralardan kopartmaya çalış.Tamam mı aslanım?”diyoruz.    Â
“Ya bir kuruÅŸlarla,on paralar ne olacak?”diye aÄŸlanan Hamdi’yi hemen azarlıyoruz.”Ulan oÄŸlum,onlar daha da kötü.Kimse yüzüne bile bakmıyor.Biz,yüz paralardan kurtulmaya çalışıyoruz,senin derdin de hâlâ bir kuruÅŸ,on para!”(Yüz para ancak iki buçuk kuruÅŸ.On parayı da siz hesap edin artık.Aşık Veysel Usta,boÅŸuna dememiÅŸ “GüzelliÄŸin on para etmez/Åžu bendeki aÅŸk olmasa.”)diye.    Â
BeÅŸ kuruÅŸ,on kuruÅŸ,yüz para,on para,cam misket,mika misket muhabbetini tam bir sonuca baÄŸlamak üzere harekete geçerken…
SoÄŸuk ama açık,pırıl pırıl yıldızlı bir eylül akÅŸamı.YeÅŸilli,beyazlı,kırmızılı,mavili,sarılı ampüllerle süslü yazlık sinemanın kapısının önündeyim.Poyraz sert.Herkes,ya kazağını giymiÅŸ ya da sırtına hırkasını almış.    Â
Kapının önünde,eski okul kitapları sayfalarından yırtılıp külâh haline getirilmiÅŸ kâğıtlar içinde satılan kabak çekirdeÄŸi alıyorum.(AyçiçeÄŸi deÄŸil haaaaa,o zamanlar sadece kabak çekirdeÄŸi çitleniyordu açık hava sinemalarında.)Makine dairesinde çalan “Portofino”adlı parçanın insanın ruhunu okÅŸayan tatlı naÄŸmeleri eÅŸliÄŸinde sinemaya giriyorum.    Â
Filmin baÅŸlamasına beÅŸ,on dakika var galiba.Millet yerleÅŸmeye çalışıyor.YerleÅŸmekten kastım,poyraz rüzgârını kafadan göğüslememek için,kendine sota yer arıyor herkes.Kimi,makine dairesinin hemen dibinde mevzileniyor,kimi de “büfe”nin yanındaki duvarları siper almaya çalışıyor kendisine..    Â
Bakıyorum, bir delikanlı,elindeki galvaniz kovanın ortasına bir buz kalıbı dikiyor.Etrafına da biraz sonra “soÄŸuk gazüz”diye satışa çıkaracağı gazoz ÅŸiÅŸelerini diziyor.”OÄŸlum!”diyorum.
“Sen bu serin havada kime satacaksın bu soÄŸuk gazozları?Deli misin?”Çocuk,bana “Esas sen mi kafayı yedin?dercesine bakarak “Beyamca(yok ya,o zaman “Beyamca”deÄŸil;”abicim”
demiÅŸtir herhalde.)filmi izlemeye öyle baÄŸrıyanık delikanlılar geliyor ki “BeÅŸ Dakika Ara”da deÄŸil bir tane,çift çift götürüyorlar “soÄŸuk gazüz”leri.Sen ne diyorsun?İsterse hava kar,kıyamet olsun.”    Â
Işıklar,kısa aralıklarla üç kere yanıp söndükten sonra film baÅŸlıyor.Filmde,esas kızla,esas oÄŸlanın tanışmalarını müteakkip birbirlerine aşık olmaları…Sonra araya giren kötü adamlar,vamp kadınlar tarafından birbirlerinden ayrı düşürülmeleri…Ve binbir meÅŸakkatli durumdan sonra esas kız ve esas erkeÄŸin mutlu sonları…
İki,üç günde bir deÄŸiÅŸen filmlerde aÅŸağı yukarı tekrarlanan senaryoyu bir kez daha izliyoruz ayaklarımız buz keserekten.Uzun latalara gerdirilmiÅŸ beyaz perde de film boyunca,arkadan poyrazı yedikçe bombelenip duruyor.Bazen esas kızı,bazen de esas oÄŸlanı bombelendirip moralimizi bozsa da,sanat aÅŸkı uÄŸruna katlanıp duruyoruz bu sıkıntılara.Â
Perdede,tam “SON”yazısı görünüp de ışıklar pır pır yanmaya baÅŸlayınca…
Yakacık’ta,Hacı Kâhya Sokağı’ndaki evimizdeyim.İkindiden sonra ayaza çekmeye baÅŸlayan havaya bizim çocuklar da katkıda bulunmuÅŸlar.ÇeÅŸmeden doldurdukları kova kova suları habire boca etmiÅŸler sokaÄŸa.(Bülent YÜCEL ve Ali TEPEÖREN’in kulaklarını çınlatalım hemen.)Sonunda ortalık öyle bir hale gelmiÅŸ ki,her yer,takır takır cam gibi buz kesmiÅŸ.Öyle ki Holiday On Ice Buz Revüsü’nün pisti,bizim sokağın yanında halt etsin.    Â
AkÅŸam yemeÄŸi sırasında kulağıma tek tük takırtılar gelmeye baÅŸlıyor.Yalap ÅŸalap yemeÄŸimi yiyip,iki kızağımdan birini altıma çekip atıyorum kendimi sokaÄŸa.Hacıbaba’nın aralığına yakın,Farukların eski evin önünden baÅŸlayan pistimiz,Yukarı Hacı Kâhya ve AÅŸağı Hacı Kâhya çeÅŸmelerinin,bakkal Apti Amca’nın önünden geçip devam ederek otobüs meydanına kadar ulaşıyor.Öyle böyle deÄŸil yani,bayağı uzun bir pist.    Â
Benimle birlikte evlerinden fırlayan arkadaÅŸların sayısı kısa zamanda çoÄŸalıyor.Artık,kıç atarak,kızağın daha çok hızlanmasını saÄŸlamak isteyenler mi ararsınız,pistin en başından sonuna kadar sefasını sürmek isteyenler mi,yoksa biraz daha temkinli olanlardan Yukarı Hacı Kâhya ÇeÅŸmesi’nin hemen altından kaymaya baÅŸlayanlar mı?Otuz iki kısım,tekmili birden.    Â
İki tane tümsek,set yapmışız;üstünden atlayıp,daha bir havalı kaymak için.Setlerin ikisi de hemen çeÅŸmeleri geçince.Bizi seyretmeye gelen sokak sakinleri de bu setlerin baÅŸlarında kümeleniyorlar üçer beÅŸer.Kim tümseÄŸin üzerinden atlayıp da yamulmadan devam edecek,ya da kim tümseÄŸin azizliÄŸine uÄŸrayıp da yuvarlanacak diye bizi kerterizleyip duruyorlar    Â
Bizlerden küçük olup da,bizleri seyreden çocukların derdi daha baÅŸka.Onlar setlerin yanında bizleri seyrederken “Aaaaa,bak bu da ateÅŸ çıkardı.Az önce geçenden de çıkmıştı.Bundan bir ÅŸey olmadı,geçip gitti.”diye kayanlar hakkında çetele tutuyorlar.Zira,onlar için önemli olan,kızakların altındaki çivilerin,yer yer ortaya çıkan taÅŸlara sürtmesiyle ortaya çıkan kıvılcımlar…    Â
Gecenin ilerleyen saatlerinde,ortalıktan iyice el ayak çekildikten sonra,yaÅŸları epey ileri gitmiÅŸ “delikanlılar”ortaya çıkmaya baÅŸlıyorlar.Hem de sırtlarında on,on beÅŸ basamaklı merdivenleriyle birlikte.Åžimdi tren olma vaktidir.Aramızda epeyce saÄŸlam kızağı ve gücü kuvveti yerinde olan biri merdivenin en önüne geçiyor.Onun arkasına da,ayakları önündekinin kucağına gelecek ÅŸekilde merdivende diÄŸer vatandaÅŸlar yerlerini alıyorlar.Ondan sonra da kaptır gitsin bakalım.Kaptırmasına kaptırmak iyi de bizim meÅŸhur setler,baÅŸa belâ.Tren olanların fiyakasını bozuyorlar umumiyetle.Zira,merdivenin önündeki kızak,setten atladığında arkayı kontrol edemiyor çoÄŸu zaman.Bir anda da sekiz,on kiÅŸi birden yayılıveriyor buzun üstüne.Kimi kıçının üstünde kaymaya devam ediyor,kimi savrulduÄŸu bir kenarda,için için gülerek “Yahu bu yaÅŸta yediÄŸimiz halta bak!”diye söyleniyor,merdivenin üstünde kalan bir,iki kiÅŸi de,arkadan gelen kızaklar tarafından birkaç darbe daha yiyerek iÅŸin tuzu,biberinden yararlanıyorlar!    Â
Bir,iki,üç,beÅŸ, sekiz,on…Kaç defa kayarak inip,yürüyerek yukarıya çıktığımı hesap edemeden,gecenin bir yarısı “Artık yeter!”diye eve çaÄŸrılıyorum.KaÅŸlarım ve dudaklarımın çevresinde oluÅŸmuÅŸ buz halesiyle tam eve girerken…
Pendik’teyim. İskele Gazinosu’nda.ArkadaÅŸlarla birlikte,şıpır şıpır sahile vuran denizin dingin güzelliÄŸi içinde,yiyip içmek ve ilerleyen saatlerde de Sahil Emek’teki konseri izlemek gayemiz.    Â
Bir sürü güzellik sarmalamış etrafımızı.Meselâ plajlar.Temenye’de,Madalyon Bahçesi’nin alt tarafında mı cumburlop olmak istersiniz denize;yoksa daha yakınlarda olayım,Yosun’da,
Palmiye’de karar kılayım mı diye düşünürsünüz.Veya bir tekneye atlayıp Pavli adasında tabiatla(bir de martılarla)baÅŸbaÅŸa kalmayı mı aklınızdan geçirirsiniz.Hepsi mümkün.İçlerinden herhangi birini hemen uygulamaya koyabilirsiniz.    Â
Önümüzde,mis gibi iyot kokuları sergileyen ve biraz sonra bize sunduÄŸu nimetlerinden faydalanacağımız tertemiz bir deniz.Ardımızda ise her dem bize taze taze mamüllerini sunan bostanlar,baÄŸlar,bahçeler,zeytinlikler…     Â
Herkes,her ÅŸey o kadar tabiî ve o kadar samimi ki…Meselâ çevredeki isimler.Madalyon Bahçesi,Yosun,Palmiye Plajları,İskele ,Mehtap Gazinoları,Bülbül Bahçesi…Meselâ birbirlerine en içten duygularla seslenen balıkçı Niko,zerzevatçı Naim Efendi,Yanyalı Mehmet AÄŸa,kasap Åževki Efendi,sütçü Rasim,Hüsnü Bey gibi…     Â
Vakt-i kerahatla birlikte,nefis mezeler ve deniz ürünleriyle donatılan masamızda yeme içmenin ve bu tip sofraların olmazsa olmazı derin bir muhabbetin içine balıklama dalıyoruz;fondaki bizi sarıp sarmalayan müziÄŸin eÅŸliÄŸinde.   Â
Muhabbet,öylesine bizi sinesine çekiyor ki Sahil Emek’teki konser aklımızdan uçup gidiyor. Bir ara,içimizden biri,gecenin epeyce geç bir saatinde,aklına gelip bizi uyarıyor. “Yahu, hani konsere gidecektik?””BoÅŸver yahu assolist sabaha karşı sahne alacakmış.Gider sadece onu dinleriz biz de.”diyen de oluyor.Muhabbete devam be kardeÅŸim.Bu güzel ortamda,bu samimi gecede.Bu sefer konseri de pas geçelim.”diyenler de. Â
Gecenin geç bir saatinde ayrıldığımız gazinodan sonra, Pendik’in muhteÅŸem kokularla dolu tertemiz havası içinde dolaşıyor da dolaşıyoruz sahillerde.    Â
Ortalığın yeni yeni ışımaya baÅŸladığı saatlerde,sabah balığına çıkmak üzere ufak ufak kürek çekerek kıyıdan uzaklaÅŸan balıkçılarla birlikte…
Ayazma’da,Halim Amcaların(DİZMAN)çay bahçesindeyim. Misafirlerimizle serin çınarların altında oturuyoruz.Çarşıdan aldığımız enfes kâğıt kebaplarımızı yemiÅŸ, arkamıza yaslanarak,ilerde tadını bile unutacağımızı bilmeden, ince belli bardaklarımızla anlatılmaz güzellikteki çaylarımızı yudumluyoruz.    Â
“Bakın!” diyorum misafirlere.”Åžu aÅŸağıda,saÄŸ tarafta,deniz kıyısında toplu halde binaların bulunduÄŸu yer Kartal.Sonra,sola doÄŸru baktığınızda büyük bir boÅŸluk ve Yunus Çimento Fabrikası.Yine aynı yönde büyük boÅŸluklar, Baytar Mektebi ve Pendik.O aralardaki büyük boÅŸluklarda ise ya bostanlar,ya baÄŸlar,bahçeler,ya zeytinlikler var.Baksanıza nasıl yemyeÅŸil görünüyorlar hepsi,taaaaa Yakacık’a kadar.”   Â
“Karşımızda, denizde bize göre en solda Büyükada.Onu Heybeli,Burgaz,Kınalı sırasıyla takip ediyorlar.Bunlar da denizin ortasında ortaya çıkıp da birer zümrüt gibi bizleri selâmlayan güzellikler.”    Â
“Bakın! Bakın! Biraz gözlerinizi kısarak bakın. Açıktaki pusun arkasına girerek bizden saklanmaya çalışan Yalova kıyılarını bile seçebilirsiniz belli belirsiz.”   Â
Misafirlerimize açıklamalarımı sürdürürken, çay bahçesinin hemen altında bostan eken Hayri Amca(GÜRSOY)bahçeye gelerek sesleniyor:”Hanımlar!Bahçeye inip de zerzevat toplamak isteyenler,aÅŸağı gelsin.Bir saat sonra bostana su salacağım havuzdan.”diye hemen arkamızda,bahçe sulamak için yapılmış Ayazma’nın sularının toplandığı büyük havuzu iÅŸaret ediyor.    Â
Anında dört,beÅŸ masada birden ayaklanmalar oluyor.AÅŸağıya,bostana inen hanımlar oradaki domates,biber,patlıcan ve fasulyeleri kendi elleriyle,taze taze,dalından toplama zevkine ulaşıyorlar.Üstelik,ocakların içinde kendiliÄŸinden çıkan körpecik semizotlarından toplamak da iÅŸin en güzel yanı.    Â
Bir ara,misafirler kendi aralarında sohbete dalmışken kendimi Ayazma’nın başında buluyorum.Pınarın,bilek gibi fışkıran, karşı duvara vuran,gürül gürül bol ve buz gibi suyu ile elimi,yüzümü,kafamı yıkıyorum.”Ohhhhh be!”diyorum.”Ohhhhh be!”
Derken…
Sabah erkenden ortalığı inleten ördek “vakvak”ları ile gözlerimi açıyorum.Bir de bakıyorum ki Göztepe,Caddebostan’da baba ata evindeyim.Büyük amcam ayaklarının arasında dolaÅŸan ördeklerin,birkaç yerde bulunan yalaklarını temizleyip,taze suyla doldurmakla meÅŸgul.Bir köşedeki kümeste,önlerine atılan yemleri gogurdanarak yemeye çalışan tavuklar ve horozlar…Evin hemen bitiÅŸiÄŸinde bulunan ahırdan çıkardığı atı “Åžahin”i tımar eden küçük amcam.Biraz sonra ilk müşterilerine karşı hizmet etmeye /baÅŸlayacak olan faytona koÅŸacak atını.Koskocaman bahçenin doÄŸu tarafının en ucunda bulunan muhacir usulü abdesthaneye,omuzunda peÅŸkiri,elinde ibriÄŸi ile gidip gelmeye baÅŸlayan ev sakinleri…Sabah sabah,karınları doyurulsun diye her türlü sırnaşıklığı sergileyen sevimli mi sevimli seter türü av köpekleri…Hepsini ama hepsini büyük bir merak ve zevkle izliyorum doÄŸrulduÄŸum yatağımın üzerinde.     Â
Bahçenin üst tarafındayım. Daha mezattan gelip toplamadıkları için kendimi sümbül,nergis,lâlelerin süslediği,enfes kokuların ortalığı sardığı bir ortamın içine atıyorum.Toprağın,ağaçların, çiçeklerin, hayvanların oluşturduğu,senelerce burnumun ucunda tütecek bambaşka bir kokuyu,tertemiz havayla birlikte ciğerlerime çekiyor,çekiyorum.
Bahçenin aÅŸağı yukarı ortalarında yer alan,ulu dut aÄŸacının-93 muhaceretinin ilk yıllarında dikilmiÅŸ olmalı-karşısında durup aÄŸaca bakıyorum,hem hayranlıkla,hem de ÅŸaÅŸkınlıkla.Koca dut aÄŸacına hayran olmak olaÄŸan bir durum da,ÅŸaÅŸkınlık neyin nesi diyeceksiniz.AÄŸacın koca dallarında dört ayrı dut türü var çünkü.Bir tarafa bakıyorsunuz beyaz dut,diÄŸer taraf kara dut.Onun üstünde pembe dut ve onu karşılayan,dalları genellikle aÅŸağıya dönük Åžam dutu. Bakıyor,bakıyorum; Bİr türlü aklım ermiyor,aynı aÄŸacın üzerinde dört farklı ÅŸekilde meyve olduÄŸuna.SorduÄŸumda da benimle matrak geçen amcalarım “OÄŸlum, bu dutun da cinsi böyleymiÅŸ.Ne yapalım,takma kafana sen!”diye benimle oynuyorlar.    Â
En çok da,bahçenin en üst başında yer alan Åžam dutu hoÅŸuma gidiyor.Zira,onun ÅŸemsiye gibi açılıp yere kadar sarkan dalları benim için çok deÄŸiÅŸik bir eÄŸlence kaynağı.Dutun bir dalını aralayarak içine giriyorum.Ortadaki küçük boÅŸlukta oturarak dut yiyorum Hiç aÄŸaca tırmanma tehlikesi olmadan.Ama tehlikeli bir risk var:Åžam dutu lekesi.Bir bulaÅŸtı mı çıkmaz mübarek.Ama yine de annemden dayak yeme ihtimalini de göze alarak,Åžam dutunun oluÅŸturduÄŸu küçük boÅŸluÄŸa gidip oturmayı sürdürüyorum zaman zaman.     Â
Bir sabah,küçük amcamla birlikte,onun yanında,faytonda güzel bir gün geçirmek üzere tam yerimi alıyorum ki…
Â