İnsan olmak… Yüzyıllardır filozofların, şairlerin, düşünürlerin en çok sorduğu sorulardan biridir. Bedenle sınırlı bir varlık olmak mıdır insan olmak, yoksa ruhun, aklın ve vicdanın ortak dilini kurabilmek midir? Tarih boyunca bu sorunun cevabı farklı şekillerde verildi; ama bir hakikat hiç değişmedi: İnsan olmak, zalimin kim olduğuna bakmaksızın mazlumdan yana durabilmektir.
Bugün insanlığın en büyük açmazı, işte tam da burada karşımıza çıkıyor. Çünkü zulmün kaynağına göre tavır almak, insanlık değil, tarafgirliktir. Eğer zulme maruz kalan, bize benziyorsa sesimizi yükseltiyor; ama “öteki” gördüğümüz biriyse sessiz kalıyorsak, işte o noktada insanlığımızı pazarlık konusu yapıyoruz demektir. Ve ne yazık ki bu pazarlığın en acı sahnesi, bugün Gazze’de yaşanıyor.
Gazze, artık sadece bir coğrafya değil; dünyanın vicdanını ölçen bir turnusol kâğıdıdır. Yıkılmış evlerin, paramparça olmuş sokakların, enkaz altında kalan çocukların çığlıkları yalnızca Filistinlilerin değil, hepimizin sınavıdır. Çünkü orada ölen bir çocuk, aslında insanlığın ölmekte olan kalbidir. Ama dünya bu kalp atışına sağır ve dilsiz davranıyor. Uluslararası kürsülerde özgürlük, insan hakları, barış ve adalet üzerine nutuk atan devletler, iş çıkarlarına dokunduğunda sessizliğe gömülüyor. Silah ticaretinin, enerji politikalarının, jeopolitik hesapların altında, insanlık değerleri adım adım eriyor.
Gerçek şu ki insanı insan yapan şey, yalnızca kendi acısını hissetmek değil, başkasının acısına da ortak olabilmektir. Bir annenin gözyaşını görmezden gelmek, bir çocuğun çığlığına kulaklarını tıkamak, insanlığın özüne ihanettir. Eğer merhamet sadece bize benzeyene gösteriliyorsa, bu merhamet değil; bencilliktir. Eğer adalet sadece güçlüden yana eğiliyorsa, bu adalet değil; zulmün kılıfıdır.
Dünya, Gazze karşısında susarak aslında kendi geleceğini de ipotek altına alıyor. Çünkü zulme karşı susmak, zalimi güçlendirir. Tarih defalarca kanıtlamıştır: Zulme karşı sustuğunuzda, bir gün aynı zulüm kapınızı çalar. Bugün Gazze için susanlar, yarın kendi evlatları için ağlamak zorunda kalabilir. Sessizlik, sadece mazlumu öldürmez; sessizlik, aynı zamanda insanlığın da canını alır.
Aslında bu manzara yeni değil. İnsanlık tarihi, sessiz kalanların utanç defteriyle doludur. Dün Ruanda’da, Bosna’da, Arakan’da yaşananlar bugün Gazze’de tekerrür ediyor. Fakat hâlâ ders almadık, hâlâ aynı körlükle, aynı duyarsızlıkla yolumuza devam ediyoruz. Teknolojide ilerliyoruz, yapay zekâ üretiyoruz, Mars’a gitmeyi tartışıyoruz; ama hâlâ en temel mesele olan “insan olmak” sorusuna cevap veremiyoruz.
İnsan olmayı unutan bir dünya, aslında kendi sonunu hazırlar. Çünkü medeniyetler, tanklarla, füzelerle değil; merhametle ve adaletle ayakta kalır. Bir toplumu yıkan en büyük felaket, dışarıdan gelen saldırılar değil, içindeki vicdanın körelmesidir. Ve bugün dünyanın yaşadığı en büyük felaket, vicdanın yavaş yavaş ölmesidir.
Gazze’de yaşananlar işte tam da bu yüzden yalnızca politik bir mesele değildir. Orada olup biten, insanlığın ortak imtihanıdır. Çocukların üzerine yağan bombalar, aslında hepimizin üzerine yağıyor. O enkazların altında sadece Filistinli çocuklar değil, insanlığın onuru da gömülüyor.
Bugün hepimizin kendimize sorması gereken soru şudur: Gerçekten insan mıyız? İnsanlığın onuru, hangi pasaportla gezdiğimizde, hangi dine inandığımızda ya da hangi ideolojiyi benimsediğimizde değil; mazlumun yanında durup durmadığımızda ölçülür. Zulme karşı susuyorsak, hangi milletten olursak olalım, hangi dine mensup bulunursak bulunalım, insanlığımızdan bir parça eksilmiş demektir.
Dünya Gazze’ye sessiz kaldıkça, aslında kendi insanlığını da kaybediyor. Bu sessizlik, tarihten önce vicdanların mahkemesinde yankılanacak. O mahkemede hiçbirimiz diplomalarımızla, unvanlarımızla, makamlarımızla değil; yalnızca vicdanımızla yargılanacağız. Ve unutmayalım: İnsan olmak, ne coğrafyanın, ne kimliğin, ne de gücün meselesidir. İnsan olmak, zalimin karşısında, mazlumun yanında dimdik durabilmektir.
Bugün Gazze’de inleyen çocukların sessiz çığlığı, tüm dünyaya tek bir şeyi haykırıyor: “İnsan olun.”
Yorumlar (0)