Küçük Şeylerden
Semtimizde, eşimle birlikte günlük yürüyüşümüzü yaptığımız bir park var. İki yıl kadar önce, park görevlisinin kulübesinin öte başındaki köşeye, iki küçük köpek kulübesi konulmuştu.Yan sitenin, yaşlı bir karı koca çiftinin...
Savaşlarla yatıyor, savaşlarla kalkıyoruz…
Bombalar taşıyoruz zihinlerimizde. Bir şafak vakti büyük bir gümbürtüyle yüreğimizde patlıyor. Yıkılmış kentlerin arasından kana bulanmış gözyaşları dökülüyor. Uçsuz bucaksız bir kâbusun içinden çocukların ağıtları yükseliyor…
Kana susamış canavarların gölgesi düşüyor masumiyetimizin üzerine. Patlayan sesler arasında kahkahaları susuyor kadınların, gözleri soluyor.. Oyuncakların sessiz, umudun ürkek bakışları direnirken savaşın soğuk nefesine şarapnel parçaları çarpıyor insanlığın vicdanına…
Ölümün aydınlattığı şehirlerde hislerimiz karanlığa saplanırken çocukların büyüyüşüne tanık oluyoruz bir zaman sonra. Yeni doğan ay gibi sevdiğimiz düşerken aklımıza ölümün bile yetmediği acılarımızı taşa, toprağa işliyoruz.
İnsan savaşta en çok merhametini susturur derler ya namlunun ucunda bekleyen vicdanımız kadim şehirlerin üzerine patlıyor. Çocukların tankların gölgesinde değil çiçeklerin serinliğinde oynadığı bir dünyayı düşlerken katiller dikiliyor hakikatin önüne korkak gölgeleriyle…
“Ne güzel şey yaşamak, çocukları yaşatalım, umut kadınların ellerinde çiçeğe dönüşsün” ders korkunç oyunlar ve parayla kirletilmiş yarınlarımızın fragmanını izletirler mukaddes şehirlerin duvalarında…
Gökyüzü griye çalar savaşta. Güneş doğsa da ışık ısıtmaz, çünkü toprak, artık yalnızca bedenleri taşır sırtında. Bir anne, battaniye yerine gökyüzünü örter çocuğuna. Çünkü çatılar düşmüştür, dualar yarım kalmıştır.
Ve ağlayan sadece insanlar değildir…Savaşta sessizlik bile ağlar. Toprak kanı emer, susar. Ağaçlar yaprak dökmeden önce umut döker dallarından. Bülbüller susar, silahlar şarkı söyler. Zaman cam kırıkları gibi dağılırken avucunda her saat başka bir sevdiğinizi gömer toprağa…Kana bulanmış nehirlerin içinden hatıralarımız gözyaşı döke döke hafızamızdan akar gider de yarım kalmış şiirlerin hüznü belirir mezar taşlarında…
Kafiyesi çalınmış hayatların türküsünü heceleriz ruhumuzun yalnızlığında.
Sonra barıştan gelen selam rahatlatır yüreğimizi. Şanlı direnişin destanı duyulur uzaklardan. Yüklersin sırtına cesareti, koyarsın namlunun ucuna mazlumun ahını da yüreğimizde şimşekler çaka çaka zalime karşı yürürüz.
Yakıp yıktığı kentlerden yükselen kara dumanların arasında kurtuluş marşını söylerken köy köy, şehir şehir gezerek umudu besteleriz. Barutun kokusu dağıldıkça gün ışığının aydınlığıyla sessiz sedasız bir papatya çıkar molozların arasından…
Ilık bir rüzgar gibi düşlerimizi serinletir Barış. Kuşlar gökyüzünü kanatlarıyla süslerken kanla değil yağmur ile ıslanır toprak. İnsanın insana sadece insan olduğu bir sabaha uyanırız. Her şeyin küle döndüğü şehirlerin arasında öfkenin, kinin değil sevginin barışın sesi yankılandığını duyumsarız.
Bir çocuk kahkahasını savurur masmavi gökyüzüne. Barış, sıcak bir anne kucağı gibi sarıp sarmalar çocukların düşlerini…Barış sadece bilge bir suskunluk değil dilimizde tütsülenen bir köy türküsüdür. Barışın gölgesinde bir taraftan geçmişin yasını tutarken gerçeğin, sevginin ve geleceğini hayaliyle körebe oynarız çocuksu bir masumiyetle.
Katillerin yağmaladığı umutlarımızı bir annenin oğluna ettiği duada buluruz bir zaman sonra: “Yeter ki sağ salim dön!”
Gözyaşlarımızın billurluğunda küçük bir çocuğun çizdiği güneşli bir resimdir Barış. İşte o an mermi susmaz sadece gönül affetmeye razı olur. Barış, merhameti fısıldar çünkü kulaklarımıza.
Bir halkın özlemiyle yazılmış şiir gibi dünyayı güzelleştirdiği, insanları aynı melodide buluşturan ulvi bir müziktir Barış. Kuşatılmış bir şehrin içinde tutsak edilmiş çocukların özgürlüğe kanat çırpışı, gecenin karanlığında sessizliği devşiren yetim ve öksüzlerin sesidir.
Barış geldiğinde dikenlere tutulmuş yavru kedilerin çığlığı kurtulur. Yer yüzünde korkusuz yaşamanın saadetiyle kelepçeler çözülür nasırlı ellerden. Çelik bir canavar gibi geçen tankların uğultusu değil özgürlüğün vahşi bir köpeği uykusunda bile gülümseten türküsü yükselir sokaklardan…
Bir sabah aydınlığında evden çıkıp akşam kızıllığında eve dönen babanın alnından dökülen ter, ölüm kusan füzelerin, katillerin habercisi olan bombaların açtığı çukurlara ekilen umut çiçeğidir..
Velhasıl-ı Kelam;
Elleriniz ceplerinizde şehrin sokaklarında gezinirken korkudan yüreğiniz titremiyorsa Barış size yaşamı müjdeler. Çevirdikçe sayfalarını tarihin yeniden başlamanın sevincini kucaklarsınız. Barış gelmişse; sevincin yaprakları yeşerir; adil ve dürüst insanlar sevginin, hoşgörünün çizmelerini çekerek iyiliği eker şafak vaktinin aydınlığında insanlığın vicdanına…
Barış, sadece cephelerden değil, kalplerden de başlar. İçimizde savaş oldukça, dışarıda da barış olmaz. Herkesin içinde bir barış kıvılcımı gizlidir. O kıvılcımı korumak, bir ömür boyu sürecek bir ateşi yakmaktır.
Ve belki de barış, bir bakışta saklıdır. Düşman sanılan gözlerle göz göze geldiğinde, “Sen de bensin” diyebilmektir. Aynı gökyüzünü paylaştığımızı hatırlamaktır. Çünkü en çok barışa benzer gökyüzü: herkesin, her yerin ve her zamanın ortak malı.
Bir gün, dünyayı sessizlik değil; barışın melodisi sarsın… Tüfek seslerini değil, insanların birbirine söylediği şarkıları duyalım. Ve bilinsin ki, barış sadece savaşın yokluğu değil; insanın, insanca yaşamasıdır.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Yorumlar (0)