Zeynep Ebe
Biz annemizin, babamızın annelerine "ebe" deriz...
“Bu Kaykay Kardeşim”: Böyle bir söz cinayet sebebi olabilir miydi? Oldu! Mattia Ahmet Minguzzi Cinayeti Üzerinden Suç ve Sistem analizi: Emekli bir polis ve Adli Bilimler Uzmanı olarak yazdığım polisiye romanlar, okurlar tarafından kurgularımın gerçekçiliğiyle takdir edilir; bu, mesleki birikimimin hem bir avantajı hem de ağırlığıdır. Suç kurgularımı şekillendiren hayaller, bazen bir sosyopat ya da […]
“Bu Kaykay Kardeşim”: Böyle bir söz cinayet sebebi olabilir miydi? Oldu! Mattia Ahmet Minguzzi Cinayeti Üzerinden Suç ve Sistem analizi:
Emekli bir polis ve Adli Bilimler Uzmanı olarak yazdığım polisiye romanlar, okurlar tarafından kurgularımın gerçekçiliğiyle takdir edilir; bu, mesleki birikimimin hem bir avantajı hem de ağırlığıdır. Suç kurgularımı şekillendiren hayaller, bazen bir sosyopat ya da psikopatın zihnini aratacak kadar karanlık olabilir. Cefacı romanımda işlenen sert cinayet, ilk okurum olan eşimden bile eleştiri alsa da kimse “Yok canım, bu kadarı da olmaz” diyememiştir. Zira bu korkunç cinayetler, ne yazık ki günümüz toplumunun acı bir gerçeğidir. Her gün tanık olduğumuz korkunç cinayetlerin gizemi olmasa da insanlığa vurduğu darbeyi hep birlikte göğüslemeye çalışıyoruz.
14 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi’nin 24 Ocak 2025’te İstanbul Kadıköy’de bir sokak pazarında kaykay yaparken bıçaklanarak öldürülmesi, yalnızca bir çocuğun hayatının son bulması değil, Türkiye’nin kanayan toplumsal yaralarının sokağa yansıyan kanlı bir izdüşümüdür. Bu cinayet, bireysel faillerin ötesinde, gençlik suçluluğundan şiddet kültürüne, sosyal dışlanmadan kentsel kaosa kadar sistemsel eksikliklerin bir ürünü ve sonucudur. Suç bilimi (kriminoloji) ve toplumcu perspektif, bu trajediyi bir “çocuk kavgası” ya da “anlık öfke” değil, kurumsallaşmış bir çürümenin sonucu olarak değerlendirmelidir. Kentte yaşayan ancak kentlileşemeyen insanların ve onların çocuklarının toplumsal durumu bu cinayetle bir kez daha kendisini gözler önüne sermiştir. Kıymetli Hocam Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli’nin sosyal medya hesabından paylaştığı çarpıcı sözleri, olayın ciddiyetini ve toplumsal sorumluluğu gözler önüne seriyor: “Ergenlikte rekabet olur, zorbalık olur, ama bıçakla kalbe ölümcül darbe vurmak suça sürüklenmiş çocuk işi değildir.” Ahmet’in ölümü, bireyleri değil, sistemi yargılamamız gerektiğini haykırıyor, hocamın bu paylaşımına ben de “Kriminolojiyi baştan yazdıracak tipler bunlar!” diyerek öz bir katkı sunmuştum.
Olay, birkaç saniyelik bir diyalogla başladı. Faillerden biri, 15-16 yaşlarında bir çocuk, Ahmet’e yaklaşarak sordu: “Bisikletçiler burada ne yapıyor?” Ahmet’in yanıtı sakin ve masumdu: “Bu kaykay kardeşim.” Ancak bu cümle, bir çocuk tarafından söylenen basit bir açıklama değil, öfkeyle çarpıtılmış bir “meydan okuma” gibi algılandı. Tartışma hızla fiziksel saldırıya dönüştü. Pazardaki bir tezgâhtan alınan bıçakla Ahmet’in kalbine ölümcül bir darbe vuruldu. Saldırı sonrası zanlılardan birinin panikle diğerine seslenmesi, şiddetin içselleştirilmiş doğasını ortaya koydu: “Bıçak sende kaldı mı?” Bu diyaloglar, birkaç yıl önce bir parkta oynayabilecek yaştaki çocukların nasıl bir cinayete sürüklendiğini ve sokaklarda büyüyen tehditkâr şiddetin bilinç düzeyini yansıtıyor. Ayrıca cinayet zanlıları suç delili ne demek ve muhakkak gizlenmelidir şuurundalar. Ahmet’in “Bu kaykay kardeşim” sözü, belki de artık bir sembol, masumiyetin ardına saklanan öfke, reddedilme ve dışlanma kültürünün trajik sonuçlarını ortaya saçan bir sembol…
Kriminoloji, suçu sosyolojik, psikolojik ve ekonomik faktörlerin kesişiminde inceler. Ahmet Minguzzi cinayeti, bu çok katmanlı analizi elzem hale getiriyor. Sosyal öğrenme teorisi, bireylerin şiddeti; aile, akranlar ve medya gibi çevrelerden öğrendiğini savunur. Failler, şiddeti bir çözüm biçimi olarak nasıl benimsedi? Toplumun her hücresine sinmiş şiddet yücelten söylemler, popüler kültürdeki çatışma odaklı anlatılar ve aile içi dinamikler, genç zihinleri bir hakikat gibi sarmış durumda. Kadıköy’ün heterojen ve kaotik pazarı, kentsel anonimlik ve denetimsizliğin suç fırsatlarının da etkilediğini gösteriyor. Faillerin tezgâhtan bıçak alması, “kırık camlar teorisi”ni doğrular nitelikte; “küçük düzensizlikler, büyük trajedilere kapı aralar”. Psikopatolojik tanıdan ziyade, yoksulluk, eğitimsizlik, göç ve aile içi ihmalkarlık gibi çevresel stres faktörleri gençlerde öfkeyi tetikler. Verimli’nin “bıçakla kalbe ölümcül darbe” vurgusu, bu cinayetin basit bir ergen kavgasından çok, derin toplumsal sorunların ürünü olduğunu açıklar.
Toplumcu kriminoloji, suçu bireysel ahlaki çöküş değil, sistemin doğal bir sonucu olarak görür. Ahmet’in failleri, muhtemelen sosyal dışlanma ve yoksulluk yaşayan gençlerdir. Kadıköy, orta sınıf ile kenar mahallelerin kesiştiği bir bölgedir; bu dışlanma öfkeye, öfke şiddete, şiddet cinayete dönüştü. Ancak suçun bu sosyal hiyerarşisi hiç kimseyi masumlaştıramaz! Ahmet’in İtalyan-Türk kökenli bir ailenin çocuğu olarak görece avantajlı konumu, faillerde “öteki” algısı yaratmış olabilir mi? Böyleyse de bu sınıfsal bir düşmanlıktan çok, sistemin bireyleri rekabetçi ve dışlayıcı kılan doğasının yansımasıdır. Türkiye’de erkeklik kimliği, maalesef fiziksel güç ve tahakkümle tanımlanır; Ahmet’in masum sözü bile bir tehdit gibi algılanarak toksik erkeklik normlarının yıkıcılığını gözler önüne serdi. Verimli’nin “Yasemin Minguzzi’nin gözyaşında boğulun” sözü, sistemin bu acıya duyarsızlığını sertçe eleştirdi ve toplumsal bir uyanış çağrısı yaptı. Ancak bazıları da var ki yılların duayen psikiyatristi Arif Hocama ne laflar etti, hatta bu sosyal medya paylaşımları sonrası “diploması asıl iptal edilmesi gereken bu hoca” diyenler bile oldu. Toplumca çıldırmanın eşiğini geçtik diye düşünenlerdenim.
Devletin ve toplumun sorumluluğu burada kritik bir soru olarak ortaya çıkar. Çocuk mahkemelerinde yargılanacak failler, yaşları nedeniyle indirimli cezalar alacak. Ancak adalet bu kadarla sınırlı mı olmalı? Eğitim sisteminin çocukları şiddetten uzak tutacak değerler aşılamadaki başarısızlığı, sosyal hizmetlerin yetersizliği ve polisin önleyici rolünün zayıflığı, bu cinayetin önlenebilir olduğunu düşündürüyor bana ve ben bu konuda yetkili olmasam da yetkin olduğumu düşünüyorum. Mecliste suça sürüklenen çocuklar için verilen araştırma önergeleri, sorunun farkında olunduğunu gösterse de yüzeysel girişimler çözüm olmaktan çok uzak. Prof. Dr. Arif Verimli’nin “Güzel Yüzlü Kurbanlarımız olacak dedim ve sözümü dinletemedim” feryadı, sistemin bu trajedilere kör kaldığını haykırıyor. Yani meclis önergeler ötesine geçmek için Arif Hoca gibi insanların kapısında yatıp kalkmalı ki somut gelişmeler olsun, hocamızın sitemi duyması gerekenlerin duymadığını net bir biçimde ifade ediyor.
Suç önleme ve denetleme stratejileri, bu tür olayların tekrarını engellemek için elzemdir. Kadıköy gibi yoğun bölgelerde polisiye denetim artırılmalı, pazarlarda bıçak gibi potansiyel silahların erişimi kısıtlanmalıdır. Erken uyarı sistemleri, risk altındaki gençleri tespit ederek suça sürüklenmelerini önleyebilir. Okul temelli programlar, empati ve çatışma çözme becerilerini güçlendirmeli; şiddeti yücelten medya içerikleri denetlenmelidir. Sosyal hizmetler açısından, aile destek birimleri yoksul bölgelerde yaygınlaştırılmalı, gençlere mentorluk ve mesleki eğitim fırsatları sunulmalıdır. Aile hekimi sistemi gibi her ailenin bir sosyal hizmeti uzmanı ataması acilen yapılmalıdır. Zamanında bu projeyi dillendiren Kemal Kılıçdaroğlu olduğu için mi hükümet bu konuda somut bir adım atmamaktadır bu da siyasetin meselesidir elbette. Toplum merkezli projeler, dışlanmış gençleri topluma kazandırabilir. Çocuk mahkemeleri, cezadan çok ıslah ve rehabilitasyona odaklanmalıdır, faillerin aile dinamikleri incelenerek uzun vadeli takip programları uygulanmalıdır. Ancak birçoğunun tahliye sonrası takip edildiğini düşünmüyorum zira denetimli serbestlik sisteminin şu anda yalnızca kağıt üzerinde kaldığını işin içindeki yetkililer ifade etmektedir, bu konuda da acil bir reforma ihtiyaç vardır.
Ahmet Minguzzi’nin ölümü, hepimizi sorumlu kılar. Suç, yalnızca işleyenin değil, ona zemin hazırlayan sistemin suçudur. Eğitim sisteminden medya diline, sosyal politikalardan kent planlamasına kadar radikal değişimler şarttır. Okullar, dayanışma ve farklılıklara saygıyı öğretmeli; sosyal refah politikaları, eşitsizliği azaltarak dışlanmayı önlemelidir. Şiddeti yücelten söylemler, medyadan sokak jargonuna kadar sorgulanmalıdır. Ahmet’in “Bu kaykay kardeşim” cümlesi, masumiyetin ardına saklanan öfke, reddedilme ve şiddet kültürünün Türkiye’nin geleceğini tehdit ettiğini duyurdu hepimize, hâlâ duymayanlarınsa art niyetli oldukları kesin bilgidir. Adalet, yalnızca faillerin cezalandırılmasıyla değil, başka Ahmet’lerin ölmesini önleyecek bir toplumsal uyanışla sağlanabilir. Prof. Dr. Arif Verimli’nin sözleri bu gerçeği sarsıcı bir şekilde özetliyor: “Yasemin Minguzzi’nin gözyaşında boğulun.” Çünkü bu gözyaşları, yalnızca bir annenin değil, bir toplumun sessiz çığlığıdır.
Koca bir toplum mühür gözlü bir çocuğun getireceği adalete muhtaç…