MAZLUMUN AHI FİLİSTİN

A+
A-
21. Yüzyılın tam ortasında, tüm dünyanın gözleri önünde bir insanlık suçu iÅŸleniyor. Ekranlardan yansıyan görüntüler, vicdan sahibi her bireyin içini sızlatıyor. Bombalanan evler, topraÄŸa düşen çocuklar, sığınaklarda yaÅŸam mücadelesi veren kadınlar ve yaÅŸlılar… Acı, kimliÄŸi yok; gözyaşı, milliyet sormuyor.
Ne yazık ki dünya, bu acı karşısında çoğu zaman seyirci konumunda kalıyor. Uluslararası kamuoyunun sessizliği, zaman zaman adaleti sağlayacağına inanılan yapılarla ilgili sorgulamaları da beraberinde getiriyor. Hangi inançtan, hangi milletten olursa olsun; bir halkın topyekûn hedef alınması, yalnızca bir coğrafyanın değil, insanlığın ortak hafızasına kazınan bir yara haline geliyor.
Burada önemli bir nokta, bu yaşananlara yalnızca bugünün penceresinden değil, tarihsel süreç bağlamında da bakabilmektir. Çünkü yaşanan her trajedi, ardında bir geçmişin izlerini, ihmallerin ve hataların gölgesini taşır. Bu bağlamda sık sık dile getirilen bir halk deyişi vardır:
“Dedeleri toprağı sattı, torunları devletsiz kaldı.”
Bu söz, herhangi bir halkı yargılamaktan çok, bir uyarıdır. Toprağın yalnızca bir ekonomik değer değil, bir milletin kimliği, onuru ve bağımsızlığı olduğunun hatırlatılmasıdır. Toprak kaybı yalnızca coğrafi bir daralma değil, aynı zamanda milli iradenin ve direncin zayıflaması anlamına gelir.
Elbette tarih boyunca birçok millet işgale uğramış, parçalanmış ya da devletini kaybetmiştir. Ancak bu durumların oluşmasında sadece dış güçlerin değil, içerideki ihmallerin ve içsel çözülmelerin de etkisi büyüktür. Çünkü bir millet, vatanına ve değerlerine ne kadar sahip çıkarsa, dışarıdan gelen tehlikelere karşı da o denli dirençli olur.
Bugün yaşanan dramın failleri bellidir. Ancak bu faillerin uluslararası hukuk önünde hesap vermesi gerekirken, çoğu zaman çeşitli siyasi dengeler ve çıkar ilişkileri nedeniyle bu hesaplaşma gecikmekte ya da hiç gerçekleşmemektedir. Oysa insanlık, sadece haklıların değil, aynı zamanda mazlumların da yanında durmayı başarabildiği sürece insan kalabilir.
Türk halk kültüründe yer alan ve kuşaklar boyu aktarılan bir atasözü şöyle der:
“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.”
Bu söz, yalnızca bireysel deÄŸil, toplumsal ve tarihsel bir uyarı niteliÄŸindedir. Mazlumun gözyaşı, sadece toprakta deÄŸil, tarihin sayfalarında da iz bırakır. Ve her gözyaşı, gün gelir adaletin temelini oluÅŸturur. Mazluma yapılan zulmün cezası hemen olmasa da, er ya da geç tecelli eder. Çünkü yüce adalet er geç tecelli eder; bazen bir milletin diriliÅŸiyle, bazen zalimin çöküşüyle…
Bu bağlamda her devletin, her bireyin şu soruyu kendisine sorması gerekir:
“EÄŸer bir gün bu acılar benim ülkemin başına gelirse, ben ne yaparım?”
Empati, yalnızca bir ahlaki sorumluluk değil, aynı zamanda milletlerin geleceğini belirleyen temel insani bir ilkedir. Bir milletin acısına göz yumanlar, yarın kendi milletleri benzer bir durumda kaldığında yalnız kalmaktan kaçamazlar.
Dolayısıyla bu çağrı sadece bir coğrafyaya, bir dine veya bir millete yönelik değildir. Bu çağrı, tüm insanlığa yöneliktir. Çünkü insan olmak, başkasının acısını kendi yüreğinde hissedebilmektir. Çünkü barış, ancak adaletin ve vicdanın hüküm sürdüğü yerlerde yeşerir.
Tarih; zulmedenleri de, sessiz kalanları da unutmuyor. Ama aynı şekilde, vicdanı ile hareket edenleri, adalet için ses çıkaranları da unutmaz. Mazlumun yanında yer almak, bir taraf tutmak değildir; insan olmaktır. Bu bilinci taşıyan her toplum, kendi geleceğini de güvence altına alır.
Nasuf ABALI
AYDIN DÜNYA EFELERİ YÖRÜK TÜRKMEN FEDERASYONU BAŞKANI 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın