DAĞIN BİLGELİĞİ
Yörük Kültüründe Doğa, Ahlâk ve Yaşam Yörük olmak; dağda yaşarken yalnızca doğaya katlanmak değil, onunla konuşmak, onunla sırdaş olmak, onunla bir olmak demektir. Dağlarda doğan her çiçekten, esen her rüzgârdan,...
Muharrem Ağabey her zamanki gibi ceketini giymiş, kravatını takmış, Kubat Kültür Evi’nde oturuyor. Bazen buraya yolum düşer, okul arkadaşları olur. Hepsi de kravatlıdır, takım elbiselidir.
92 yaşında Muharrem Ağabey. 1955 yılında Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş.
Acıpayam, Akalan’da kalmış bir süre. Sonra Bolvadin’e gelmiş. Bu arada Gazi Eğitim’i bitirmiş. Emirdağ Orta Okulu’nda görev yapmış. Niğde Çamardı’na uzamış yolu, sonra Bâlâ. Sonra da Milli Eğitim Bakanlığı’nda, Personel Şube Müdürlüğünde çalışmış. Aldığı para ile geçinememiş Ankara’da. Eskişehir’de 19 Mayıs Orta Okulu açılmış, orayı istemiş. Amiri “Ben isteğinizi Bakan Bey’e ileteceğim. Ama onun aklında oraya müdür yapmak istediği biri varsa bilemem” demiş.
Bakana söylemiş amiri, “neden gidiyor?” diye sorunca “geçinemiyormuş” demiş. İlave etmiş ardından “aslında geçinir de…” Bakan Bey merak edince Personel Şubesinde çalıştığını söylemiş. Dönemin Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem imiş. Yanına çağırmış Muharrem Ağabey’i.
-Eşiniz çalışıyor mu?
-Hayır.
-Kaç çocuğunuz var?
-İki.
-Kaç TL maaş alıyorsun?
-….
“Tamam ” demiş Bakan Bey. Sizi Eskişehir 19 Mayıs Orta Okuluna Müdür olarak tayin ediyoruz.
Tam yirmi yıl çalışmış burada. Sekiz müdür yardımcısı, yüz kırk sekiz de öğretmen varmış. “Hiçbir şikâyeti yukarıya aksettirmedim. Kendi içimizde çözdük” diyor Muharrem Ağabey. Hatta geçenlerde yolun karşısına geçerken bir beyefendi elinden tutmuş, beraber gitmişler. “O tarihlerde öğretmenler bazı olumsuz işlere karışırmış, ama siz ceza almasınlar diye kendi aranızda halledermişsiniz ” diye konuşmuş. Tanıyamamış arkadaşı Muharrem Hoca. “Siz nereden biliyorsunuz?” diye sorunca “Sizin döneminizde benim eşim okulunuzda öğretmenlik yapmış, devamlı anlatıyor hiç bizi şikâyet etmedi” diye.
Feyzi Halıcı ile ile o dönemin Pera Palas otelinin işletmecisi Hasan Süzer uğramışlar okula. O sıralar tükenmez kalemler yeni çıkmış. Üzerinde Pera Palas yazan bir tükenmez kalem hediye etmiş Hasan Bey. Gerektiği gibi ilgilenemediğinden yakınıyordu hâlâ…
Feyzi Halıcı Ağabey’in bizim üzerimizde hakkı çok.
Eskişehir’e geldiği bir gün bir büyüğümüze uğramışlar. Bürosu varmış o kişinin. Geleni gideni orada ağırlıyormuş. Ona özenmiş Muharrem Ağabey, “benim de böyle bir yerim olsa” diye düşünmüş yıllarca. Sonra olmuş, hatta daha büyük. Toplam yüz elli metre kare bir yer. Mutfağı, banyosu, tuvaleti içinde. Feyzi Halıcı Ağabey başta olmak üzere gelen misafirler kalırdı. Hatta hanımıyla kavga edenler de kalır ama konumuz o değil.
Muharrem Hoca bir yağmur damlası berraklığında. Nereden bakarsan bak diğer tarafı görünür. Ne sorarsan -kendinde kalması gerekenler hariç- samimiyetle anlatır. Dün bir daha anlattırdım.
Okulda hademe ile biraz itişmiş Muharrem Hoca. Sinirli bu yüzden. Her sabah okula gelenler birbirlerine “günaydın, hayırlı sabahlar, iyi dersler” falan diyor. Bir gün hışımla geçmiş müdür yardımcısının yanından. O arkadaş da merak etmiş tabi. “Hayrola rahatsız mısın? Bir şey mi var?” diye sormuş. “Cahilin biriyle münakaşa ettik, canımı sıktı” demiş. Meğer o arkadaşın da evinde biraz tatsızlık olmuş, hırsla konuşmuş; “Okumuşu ne ki? Okumuşu ne ki?”
Bizim dönemimizde orta okula girişte üç yabancı dilden hangisini okuyacağına dair kura çekiliyordu. Fransızca, Almanca ve İngilizce. Genellikle de veliler İngilizce istiyormuş. Kayıt zamanı okulda tam bir kargaşa var. Muharrem Hoca da bahçeye çıkmış hava almak için. Öğretmenlerden birinin çocuğu da gelmiş, bahçede onunla oynuyorlarmış. Çocuk köşenin öbür tarafındaki duvar dibinden geliyor, ayak seslerini duyan Muharrem Ağabey tam köşede “ceee” diyormuş. Çocuk gülüyormuş, eğleniyormuş. Bir, iki, üç derken…
Yine çocuk yavaş yavaş geliyormuş, ayak seslerini duymuş. “Benim av geliyor” diye düşünüyor. Tam köşede yine ellerini uzatarak “ceee” diyor. Diyor ama gelen bir hanım. Elleri de kadının göğsünde… Muharrem Ağabey’in beti benzi sararmış. Eli ayağı dolaşmış. Ne diyeceğini şaşırmış. “Kusura bakma, çocukla oynuyorduk” falan diyecek olmuş. Gelen hanım bir çocuğun velisi imiş. “Bizim çocuğun yabancı dili” falan demiş. “Bu hanım ne diyorsa yapın” demiş içeridekilere.
Eskişehir’de 6- 10 Mayıs tarihleri arasında Yunus Emre Törenleri olur. Uzun yıllar Muharrem Hocam ilgilendi gelenlerle. Feyzi Halıcı’dan Ahmet Tufan Şentürk’e, Orhan Şaik Gökyay’dan Halil Soyuer’e kadar nice güzel insanlarla muhatap oldu.
Yirmi yıl görev yaptığı 19 Mayıs Orta Okulu’ndan çok memnunmuş Muharrem Ağabey. Hiç sıkıntı yaşamamış. İlk kurulduğunda görev almış ve kendine göre bir düzen kurmuş. İlk Öğretim Genel Müdür Yardımcılığı vermişler, istememiş. Eskişehir Atatürk Lisesi Müdürlüğünü teklif etmişler, istememiş. Ama şimdi Atatürk Lisesi’nin önünden geçerken “keşke isteseydim” diye de içinden geçiyormuş sanki.
Muharrem Kubat Ağabey’in “Türkiyem’e Sesleniş” şiirinden bir aç kıta koyayım.
…
Bizim Prof. Dr. Tamilla Aliyeva Hanım “Yunus Gönüllü Ozan Muharrem Kubat” kitabını yazdı. İki cilt.
Kitabında Samed Vurgun’un bir şiirini koymuş, “Şair ne tez gocaldın sen” diye. Sanki kendi gocalmadı Tamilla Hanım’ın.
O şiiri de okuyalım efendim.
Şair, nə tez qocaldın sən!
Şair, nə tez qocaldın sən!
Şair, nə tez qocaldın sən?
Ürək yıxan bir iblis də
-Şair, nə tez qocaldın sən!
Samed VURGUN
Allah Muharrem Kubat Hocama sağlıklı, uzun ömür versin.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Yorumlar (0)