DEDEMKORKUT;
Yom vereyim hânım: Yerli
Karadağların yıkılmasın!
Gölgelice kaba ağacın
kesilmesin! Kan gibi akan
görklü suyun kurumasın!
Kanatlarının ucu kırılmasın!
Anadolu’da coğrafi isimlendirmelerin hemen hepsinin mantıklı bir açıklaması vardır. Bu isimlerden biri de coğrafi isim olarak ‘’ musluk’’ sözcüğüdür.
Musluk sözcüğünün en çok bilinen anlamı ‘’günümüzde kullanılan anlamı herkesin bildiği anlamının dışında bir de yerel ağızlarda bilinen, coğrafi isim olarak kullanılan anlamı vardır. O da bölgenin en hakim tepelerinde dağ sırtlarının kesiştiği nokta anlamında kullanılır.
Bu musluklara aynı zamanda gedik de denir. Genelde musluk gediği olarak birlikte kullanılır. Bir de bu musluklarda adeta kutsal kabul edilen ulu ağaçlar, yine halk dilinde ‘’gabaç’ denen, genelde meşe gibi uzun ömürlü ve dayanıklı ağaçlar vardır.
Bizim köyümüzde bunlardan bildiğim kadarıyla üç tane var. Güvemcik gediği, aşağı musluk ve yukarı musluk. Adlarından anlaşılacağı gibi biri Güvemcik bölgesinde biri köyün hizasında, biri de köyden aşağı bölgede yine araziye hakim tepelerdedir.
Köye her gelişimde, çocukluğumun geçtiği, çobanlık yaptığım, bağıra bağıra türkü söylediğim, yerleri fırsat buldukça gezmeye çalışırım. O tabiat harikası tepelerin bol oksijenini ciğerlerimi şişire şişire içime çeker, çocukluğumu, kıl torbamdaki kuru ekmeği hatırlarım. Yirmi koyunla on keçiyi bir araya getiremeyip kaybettiğim ve ağlaya ağlaya köye döndüğümü hatırlarım. Geçmişi yadederek bu günüme şükrederim. Bu bende zihinsel olarak adeta meditasyon etkisi yapar. Sanki zihnim berraklaşır, bütün manevi yükünden kurtulur. Sadece bu etkinlik için bile yüz kilometrelik yol göze alınır.
Yine böyle bir kır gezintisinde köyümüze en yakın olan yukar ki musluğa doğru yöneldim. Köylülerin ‘’Musluk Talı’’ dedikleri o ulu gabacın gölgesinde oturup kocasu’nun sesini duymayı, Uludağ’ın adeta beyaz bir çarşafın arkasına saklanmış gibi görünen karla örtülü arka yüzünü görmeyi, en az on köyü uzaktan seyretmeyi hayal ediyordum. Çalıların arasındaki patikaya benzer traktör yolundan musluk talına doğru baktığımda yüzlerce yıllık ulu gabaç, yüzlerce yıllık musluk talı yerinde yoktu. Sanki çocukluğum kökünden kesilmiş, yok edilmişti. Mazi bir anda bir yokluk ve hiçlik girdabına dönüşmüştü. Tıpkı Teğfik Fikret’in ‘’Gayya yı Vücut’’ şiirindeki ‘’Cehennemin dibindeki ölüm girdabı’’ gibi olmuştu mazi benim için.
Halbuki bizim göreneklerimizde ‘’gabac (ulu ağaç)’a balta vurulmazdı. Belki onun gölgesinde kaç dedemiz soluklandı, kaç evliye tefekküre daldı. Onların ahını almamak için, onların duaları sonsuza dek sürsün diye bu Ulu kabaağaçlardan bir dal bile kesilmezdi.
Çünkü Dedem Korkut; Yom vereyim hânım: Yerli Karadağların yıkılmasın! Gölgelice kaba ağacın kesilmesin! Kan gibi akan görklü suyun kurumasın! Kanatlarının ucu kırılmasın! Diye başlardı duaya.
Dedem Korkut’u bilmeyen, tarihinden ,kültüründen, geleneğinden, göreneğinden uzak yetişen, adeta manevi soyundan habersiz, sosyal medya gençliği sırf içinde define aramak için belki de binlerce yıllık Musluk talı(meşe)’na kıymış, gerçek hazineyi, yüzlerce yıllık duayı, ‘’gölgelice kaba ağacımızın değil dalını kırmak, kökünden kesmiştir.
Bilmedi ki gafil; aslında kendine yapılan yüzlerce yıllık duayı kesmişti. Yüzlerce yıllık geçmişle olan bağı ve sonsuz geleceği kesmişti.