Mustafa Muharrem / Şair-Yazar
İnsanı planlanmış ve bir mizansene aktarılarak yaşantılandırılmış ‘korku’lar içine kapatmak, hemen her tarihsel kesitte başvurulan kolay bir yöntemdir. Hatta her otorite üslubu, bu organize korkuların tasarımlanma biçimine göre farklılık gösterir. Korku imalathanesine dönüşmüş bir toplumsal yapı, hem bireyler hem değerler arasındaki uzlaşmazlıkları, ayrılıkları, kopmaları ve çatışmaları hızla dengeleyebilir , denetleyebilir, yönetebilir.
Korkular bu bağlamları yüzünden, eğitimi de kolektifleştiriverir. Düşünceler, tutum ve davranışlar, hayaller, heyecanlar, eylemler kendilerini egemen kılınmış ‘korku’nun onayına sunuverir. ‘Korku’nun iznine tabiyet, bizim her tür tehlikeye karşı savunulacağımız taahhüdünü veren güvenlik belgemizdir de.
Varlığımızı sürdürmenin ilk koşulu, korkuya karşı sergilediğimiz yakınlığın düzeyi ve niteliğidir. ‘Korku’ ile kurduğumuz irtibat, varlıksallığımızın direğine sımsıkı sarılmamızın ; böylelikle hayatiyet iddiamızın bayrağını, tarihin ve bütün canlıların tam ortasına dikiyor olmamızın izleğidir.
Doğallıkla, ‘korku’yu tanımak, biz kişioğlunun yaşamına titizlenip titizlenmediğinin; yarına çıkmak isteyip istemediğinin, akıp giden üzerinde sürüklenip sürüklenmediğinin cevabını verecektir herkese.
Herkes, ‘korku’nun hangi türünü kendi hayatının pusulası olarak cebinde taşıyor ve izliyorsa, tutacağı yönü de bu seçiminin mührüyle tescilliyordur . Herkes, ‘korku’sunun kevgirinde dünyayı ayıklayıp kendi anlamsallığını temizliyordur . Herkes, ‘korku’sunun enlemi ve boylamı kadar bir coğrafyadır; sığ ya da engin; soğuk ya da sıcak; sarp ya da dümdüz . Herkes, önce korkusunun cinsinden, vasfından ve künyesinden ibarettir.
Topyekun insanlık geçmişi, kendi içinde bir korku hiyerarşisini yalın realiteden devşirilmiş bir sıralama mantığıyla derecelendirir. Kabuğu üstünde gezinilen yerküre, kişioğluna korkusuzluğu değil başlangıçta kestirilemeyenin tereddüt ve kuşkularını telkin ettiğinden, kimse kendini bir güven vaadinin gerçekleşmişlik kazanımlarında algılamaz . Tabiatın estirdiği endişeden ne kavrayışımız kurtulabilecek güçte; ne kazanmayı arzuladıklarımız; ne hedeflerimiz
Hayatın matematiği, tam bu noktada girer devreye işte: Başa çıkmak, yenmek zorunda bırakıldığımız korku, bizim gereksinimlerimizin tabanını çatar. İçinde yuvarlanıp gittiğimiz kronolojik sel bir yandan kendimiz için zorunlu saydığımız eklentiler ve donatılar ile bizi buluştururken diğer taraftan zaman koçanımızdaki biletleri tüketiverir hovardaca ve müsrifçe. Kendi fakımıza kendimiz basarız nihayet: Zorunluluklarımız, sorumluluklarımız olarak bütün potansiyellerimizi kuşatıvermiştir bir anda.
Artık biz bir korku diyalektiği geliştirerek bu bilinç kamaşmasından dünyanın fizik veya fizikötesi bölgelerine yönelmiş bir tanımlama-niteleme listesi hazırlamış olarak anlamı var ederiz. İdrak bahçemize dadanan her obje, her hareket, her durum, önemli ya da önemsiz, değerli ya da değersiz, büyük ya da küçük, korkumuzdan aldığı patent sayesinde isimleşerek belirginleşir .
Temelleştirdiğimiz korku ne ise, aidiyetimizi kabullenerek bizi yücelttiğine, bizi biyolojikliğin çeperlerinden özgürleştirdiğine inandığımız anlam genetiği odur. Doğmak ile ölmek parantezinin biz kişioğullarında hiç durmadan çalan alarm zili, sonluluğun bitmek bilmez konukluğudur çünkü.
İhtiyaçlar piramidinin iç tabakaları ve geçiş imkanları, açlıktan güvene, sevgiden estetiğe, korkumuzu cevaplayabilmek için bulduğumuz ontolojik sözleşme hükümleri olarak hayatla zımnen imzalanmış gizli bir protokoldür aslında . Korkuyu bastırmak uğruna denediğimiz her çare, biz kişioğullarını biraz daha mü’min, biraz daha katil, biraz daha şair ve biraz daha zalim yapar . Çünkü ‘korku’ içinde kendi zıt kuvvetlerimizden hangisinin bize şövalye olacağını veya bize ihanet edeceğini asla kontrolde tutamayız . Ahlakileştirme operasyonları, yaşadıklarımızı ilkesel düzleme aktarıp oradan akide örgütüne dönüştürme çabasıdır sadece.
‘Korku’yu kalabalıklaştırarak toplumsalın inşasını kotarırız: Bilinmezlikle simetrikleştirdiğimiz ‘korku’ biz kişioğullarında din; normların müşterekleştirilmesi ideoloji; zayıflıklarımızın estetize edilmesi ise, sanat alanlarını açar.
Yorumlar (0)