Mustafa Muharrem Yazdı: Göç
Artık bir coğrafyayı terk edip başka topraklara yerleşmekten çok, bir yaşam biçiminden diğerine doğru geçici ikametler edinilerek süren göç revaçta..
İnsanoÄŸlunun düşünebilme kapasitesi sadece ÅŸimdinin, yaÅŸanıyor olanların ıklım tıklım…
Â
Mustafa MUHARREM / Åžair-Yazar        Â
İnsanoÄŸlunun düşünebilme kapasitesi sadece ÅŸimdinin, yaÅŸanıyor olanların ıklım tıklım doldurduÄŸu bir valiz deÄŸil. Zaman ÅŸeridinin eksi uzantılarına da iner düşünce; henüz eriÅŸilmemiÅŸ artı boyuta da yolculuk yapar sık sık . Çok katmanlı bir zamansallık içindedir o . Åžimdinin kollarından sık sık kaçıp bazen geçmiÅŸin dizlerine koÅŸar, bazen geleceÄŸin daha açılmamış koridorlarına .    Â
Realizmi bu noktada yaÅŸananlara bire bir eÅŸlikçilik olarak nitelediÄŸimizde yanılırız . Çünkü herkesin üzerinde müşterek bir kontrat halinde taraf olduÄŸu genel-geçer takvim ve saatin dışında bir de her insanın kendi içsel kronolojisi, kendi içsel kronometrisi vardır : Bireyin özel tarihi .       Â
Sularında çalkandığımız bu objeler, durumlar ve hareketler denizinde bütün hemcinslerimizle temel benzerliklere sahibiz, doÄŸru . Ama bu paydaları çok gerilere atan farklılıklarla da köşelerimizi, ayrıldığımız özelliklerimizi ve bunların yarattığı nüansı taşırız boynumuzda sallanan bir künye gibi . Benzemezliklerimiz bizim kimliÄŸimizdir; ortaklaÅŸa yönlerimiz ise, insanlık arterinin iÅŸaret levhaları .    Â
Kimlikte yoÄŸunlaÅŸtığımızda, ‘öteki’leÅŸtirdiklerimizden bize kalan imkanların yüzölçümü hesabına otururuz : GeniÅŸleyen de daralan da, ‘öteki’lerin hayat haklarını kullanma konusunda gösterecekleri ısrarın tonuna göre çıkar ortaya . DoÄŸallıkla herkes, yaÅŸantı alanını kimseyle bölüşmek istemeyecek, mümkünse ‘baÅŸka’larından aparılmış sahalar sayesinde kendi pratik ikametini enlemesine büyütecektir .   Â
İnsanlar bunu bir yetki sorgulamasından, bir meÅŸruiyet araÅŸtırmasından geçirerek; kendi dayatmalarını deyim yerindeyse referanduma götürerek yapmazlar : ‘Öteki’ zaten ‘öteki’ olduÄŸu için borçludur da o yüzden . Dışlanan ve dıştalanan, bu konumlayıcı gücün nesnesi olarak kendisine verilen, kendisine bırakılan kadar bir yaÅŸama ölçeÄŸine uymakta zorunludur . ‘Öteki’leÅŸtiren özne, dışladığı ve dıştaladığı üstünde egemenliÄŸin her tür keyif enstrümanını kullanabileceÄŸi gibi, bu faaliyetine ait gerçekliÄŸi bir onay organına da boyun büktürebilir rahatlıkla .  Â
Bireyin özel tarihi, kitlesel yapıştırıcılardan bağımsız bir ‘öteki’leÅŸtirme iÅŸlemi yordamıyla devingenleÅŸir : Birey, bir anda kendi aidiyetine konukluktan toplumu kovacak denli atak davrandığında . Toplumun hepimize monte ettiÄŸi tarihsel, dilsel, inançsal bütün uzuvları kendi varlığından koparma ataklığı bireye de bir ‘öteki’lik kipi ekler halbuki . Bu çift gerilimli bağıntı, özgürlük ile sorumluluk arasındaki trajik kutuplaÅŸmanın, hatta, kutup oyununda sıkışmanın insanoÄŸluna bir armaÄŸanı.   Â
Ya kimliÄŸimizi mensubiyetimizin yataylığından alacağız;ya da, mensubiyete karşı da kendi dikeyliÄŸimizi savunacağız . Ya herkesleÅŸeceÄŸiz, herkesin içinde ‘öteki’leÅŸmenin risklerinden çekinerek;ya da ‘baÅŸka’ olmak rotasından sapmayacağız, herkesleÅŸmenin aslında hiç kimseleÅŸme anlamına geldiÄŸinin bilinciyle . Elbette kendi deneyimlerimiz, izlenimlerimiz bizim imgelemimizin nöbetçiliÄŸinde, bizim belleÄŸimizdedir . YaÅŸadıklarımızın da, yaşıyor olduklarımızın da zihnimizin ve ruhumuzun kıyılarına vuran cesetleri, bizim yıllarımızdan, bizim ay ve günlerimizden, bizim saatlerimiz ve bizim dakikalarımızdan ibarettir .  Â
Herhangi bir nesne, bir olgu, bir durum karşısında sergileyeceÄŸimiz düşünsel ve duyuÅŸsal tepkinin tetiÄŸini, ne bize üflenmiÅŸ kitlesel bir heyecan çekebilir, ne kütleselleÅŸmiÅŸ bir rüya . Takvim ve tarih, toplum adı ile etiketlenmiÅŸ amorf bir  kabuller yumağıyla zevklenen amansız bir kedinin pençelerinden her biri olarak bizi dilediÄŸince yuvarlayamaz çünkü .   Â
Tanpınar’ın dizelerindeki gibi ‘parçalanmaz bir anın yekpare akışında’ sürüklendiÄŸimiz için zamanın neresine düşüldüğüne dair üretilmiÅŸ problemin ciddiyetini ve geçerliÄŸini kim mi saÄŸlıyor ? Zaman gerçeÄŸini, kendi kreasyonu olan kıyafet serisinin mankeni sananlar tabii ki . Oysa zaman, tezlerin de düşlerin de kolektif vitrininde ne özenilerek seyredilmeyi sever, ne kiralanmayı . Â
Düşünmeye, zamanın toplum ve bireydeki sızıntısını saptayarak; tarihin hangi kostümle aramızda dolaştırıldığını ve bu giysinin neresine ilik açılırken neresini iplik gibi tutturduğumuzdan kuşkulanarak başlayabiliriz belki.
Artık bir coğrafyayı terk edip başka topraklara yerleşmekten çok, bir yaşam biçiminden diğerine doğru geçici ikametler edinilerek süren göç revaçta..
İnsanların inandıkları inançlarına akli gerekçeler araması yeni bir merak değildir. İnsanlara ilahi buyrukları vaaz eden peygamberlere en çok sorulan sorulardan birisi muhtemelen bu konu, ibadetlerin hikmetinin ne olduğudur..
Aile: karı-koca ve çocuklardan oluşan toplumun temel ve çekirdek bir kurumudur.
Önümüzdeki 10 yılda gelecek 100 yılın tohumlarını ekemezsek, yok oluruz, demiştim...