Â
Mustafa Muharrem / Åžair-Yazar                     Â
Carlyle  tarihi ‘kahraman’ figürüyle açıklar : Deha katından aramıza karışan olağanüstü kişiler bu kurama göre tarihin failleridir. Dönüştürücü ve değiştirici başat öge, insanların ortalama niteliklerini aşmış bu yüksek karakterlerdir . Gobineau ise, tarihin başrolünü uluslara verir. Ulus bu formülleştirmede tarihin kurucu yetkesidir.
Fukuyama 1991’de ilk Körfez Savaşı günlerinde bir bitiÅŸ ilanı yaptı : Tarihin Sonu . Bu bir kıyamet öngörüsü deÄŸildi şüphesiz; daha çok demokrasinin ve liberalizmin zafer tellallığıydı. ÅžemalaÅŸtırılırsa, Hegelci yaklaşımın iÅŸaret levhalarına uyarak ilerleyiÅŸi sürdüren tarih, yani tümel akıl, yeryüzü deneyiminin ulaşılabilecek en mükemmel formunu bulmuÅŸtu . Bu küresel olgunlaÅŸmanın ana enstrümanları durumundaki demokrasi ve liberal yaÅŸam, insanlık çapında gelinebilecek en iyi düzeyi artık yakalamış; dolayısıyla iÅŸlevini noktalamıştı. Konser bitmiÅŸ; çalınabilecek bütün ÅŸarkıların güya en güzeli dinlenmiÅŸ; duygu ve düşünce rafineleÅŸmesinin doruÄŸuna global ölçekte çoktan varılmıştı.   Â
Sanki tarih kağıt bir peçeteydi de, yeryüzünün ellerindeki bulaşıkları temizleyip görevini bitirmiÅŸti sevinçle. Demokrasi ve liberalizm sayesinde dünyadaki bütün pürüzler rendelenmiÅŸ, bütün sorunlar çözülmüş, evrensel bir barış ve mutluluk havuzu bütün insanlığı kendi huzurlu sularına çekmiÅŸti sanki. Sanki global cinnet çoktan bitmiÅŸ, yerini gobal bir cennete bırakmıştı.      Â
Hungtinton’un ‘ Medeniyetler Çatışması’ tezi, bu pastel pembe masalın tam ortasına bir meteor gibi düşüverdi. ‘ Batı’ ve ‘DoÄŸu’ arasına döşenen yapay kavga zemini, kendi özürleriyle birlikte tazeleniverdi . ‘ Batı’yı bir uygarlık ana kodu olarak uyulması kaçınılmaz kriterler listesi halinde takdimlerken bir taraftan da meÅŸrulaÅŸtıran, ahlaki, estetik, bilimsellikle destekli bir kader ama pozitif bir kader fotomontajıyla süslemiÅŸ bir yorumdu bu.    Â
Bu yorumun teorik geçerliÄŸini, ‘Batı’lı deÄŸer skalasını hayatlaÅŸtırmış toplumların imrenilesi düzeni ispatlıyordu zaten. Haklılık ‘Batı’dan yanaydı . Dünya patronajının demokrasi ve liberalizmin armaÄŸanlarını, kazanımlarını kıskançlığı yüzünden ortadan kaldırmak, imha etmek isteyen; bu yolla histeri krizlerinin iÅŸtihasını doyurma çareleri arayan  bir kötü vardı: Uygarlık vasfını tarih çöplüğüne atmasına karşın, emperyal bir medeniyet inÅŸası niyetini hiç törpülememiÅŸ olan İslam, bir. Bir milyarı çoktan devirmiÅŸ yüzlerce yılın hıncını bir çırpıda çıkartmaya hazır dinamizmi ve kadim kültür birikimiyle Çin, iki.    Â
Ancak Çin, kızıl çağın tortularını çabuk silkeleyip pazar ekonomisinin ve modernitenin rükünleri baÄŸlamında bir entegrasyon dili geliÅŸtirmiÅŸ, egemen kabüllerin onayından kolay geçebilecek bir perspektif koymuÅŸtu. Çin bu yüzden pazara sokulabilme ıstırabı çekebilirdi yalnızca ; çünkü ‘pazar’ paradigmasına önerebileceÄŸi bir modellemesi de yoktu, herhangi bir itirazı da.    Â
Tarihi, merkez ile çevrenin tersinir iliÅŸki ve etkileÅŸim momenti dolayımında algılayan Wallerstein’ın izinden gidersek, bu kez amuda kalkmış bir zamansallıktan; santral ile periferinin birbiriyle cilveleÅŸmelerinin tarihe açtığı mecradan konuÅŸacağız: Merkezin temsil ettiÄŸi normatifliÄŸin içeriÄŸi ile çevre katmanların alış veriÅŸi sonucu belirecek dönüşüm-deÄŸiÅŸim dengeleri ihtimallerini hesaplayacağız ve bu döngünün hangi durağında beklediÄŸimizi anlayacağız.      Â
Elbette tarih felsefesinin dehlizlerinde-havasızlıktan nefessiz kalma tehlikesine rağmen- gezmiyoruz. Tarihi, tarihin temellerini ve bu temelleri refere eden çekirdeği tanımlamaya, anlamlandırmaya; bu temellerin esneme-oynama-sarsılma-yıkılma potansiyellerini kavramaya çalışırken, kendi tercihimizin beslenme kaynakları neler, bunları bilmeye, zehirlenip zehirlenmediğimizi öğrenmeye gayret ediyoruz.
 Neden mi ? Bu kadar spekülatifleÅŸtirilmiÅŸ, bu kadar mizansene ve kurmacaya esir edilmiÅŸ bir idrak stili olan ‘tarih’ karşısında emniyette olmadığız için: ‘Tarih’ etiketiyle dimağımıza, duyarlığımıza yapıştırılmış nesne, birilerince arzu edilen kılıkta mikrofonu kapıp tiz veya bas ahkam kesebiliyor, her nasılsa . İçimizde bizim rızamız dışında konuÅŸan bu yaban ses, bize ait bir bilinç midir; bizi oyuncak yapan bir atölye mi?     Â
Â
           Â