Mustafa Muharrem Yazdı: Şiir, Dilin Perçemine Takılmamak İçin

A+
A-

Mustafa Muharrem / Şair-Yazar 

Şiir kimseyi bir iletişime çekmez; nesnel dünyanın özne ve öznel karşısındaki belirleyici öğretisini çürütüverir bir anda. Şiirin zoru, öznelliği daraltan şeyleştirici öğeleri benzemezlik alanı içine sokulmaktan alıkoymaktır. Benzemezlik alanımızın yüzölçümü, insan kalışımızı sağlayan yegâne imkândır. Bu alan işgale uğrarsa, özerkliğimiz şeylerin mülkiyetine geçmiştir artık. Oluştaki süreklilik artık modelimiz olmaktan çıkmış, yerini körlüğün hiç kalkmayan ablukasını ayna edin- mek almıştır. Nesnelerin düzenini zihnimize, duyarlık ve eylemliliğimize cetvel olarak yatırdığımız kadar şeylerarası bir koda indirgenmenin keyfinde boğuluruz. Çünkü nesnelerin düzeni bizi de kendisiyle özdeşleyerek, kendi mumyalar koleksiyonunu zenginleştirme peşinde koşar. Gerçeklik çehresine bürünerek hayatımıza giren, oluşun ritmine kendi müzikal cengini açmış bu yankı saldırısıdır. Şiir ya bu taarruz öncesinde alarm düzeneğini çalıştırır; ya da, bizi yaşamanın sahici sesine katarak oyundan çıkar. Yaşamayı lunaparka sıkıştırmaz; kendini dünya diye yutturan lunaparkları boşaltır hayatımızdan. Faniliğin bitimsizlik kostümü ile aramızda dolaşması, şiirle rastlaşmasına kadar inanılan bir masaldan ibarettir. Bizi masaldan silkeler şiir. Masal bizden nerede kaçtıysa, dil de orada silinmiştir. Masaldan koparız; çünkü, bizimle nesnelerin geçerliğine perçinlendiğimiz gerçeklik arasındaki dil lehimleri sökülmüştür orada.

Dil varlıkların ve yaratılışın omurgasına kelimeleri sıraladığında, uzuvlar durmaları gereken yerleri bulmuş olur. İletişim, bu eklenmiş cismaniyetlerin birbirleri ile bakışmalarıdır. Anlamı somutlayan atölye, dildir öyleyse. Öyleyse kelimeler mensubiyetini taşıdıkları dilin, daha doğrusu dil kentinin maket semtleri, maket caddeleri, maket sokaklarıdır. Bir tasarım olarak dil, nesneler dünyasına ait ses hendesesi ile anlamı göstermekle yetinmez; anlamı, ses birliklerine özgü yasalar uyarınca kimliklendirir. Kelime anlamın coğrafî özetinden başka bir şey değildir ve bilişmek, nesnel ile öznelliğimiz arasında dil sınırının karşılıklı geçilebilme izni tanımasına bağlıdır. Objeler zihinsel oluşumuzu tenha kalmaktan kalabalıklaşmaya doğru iterek, nüfuz sahibi yapar öznelliğimizi. Dilin işlevi, bu nüfuzlu kılmanın komisyonculuğudur da: Hem öznellikten komisyon alır dil, hem nesnellikten. Öznelin ödediği bedel, nesnelerin disiplinine itaattir. Nesneler ise, çıplaklıklarını ses katmanıyla sarmalayarak kelimeleşir; provalarını bitirmiş hâlde, kulis arkasından sahne sırasını bekler yapayı canlandırmak üzere. Algılanırlık kendi modelinin kanlı-canlı olduğu kanısında toplar bütün zihinleri; eskiz renklendirilmeden derinleşir ve portrenin, natürmortun, peyzajın, figürün reelliğine bitişir. Şiir doğanın gölgesine ortak yapan hisseleri yırtar oysa; bizi çıktığımız doğa olma/doğal olma damarına zerkeder yeniden. Dilin harcıyla karılmışlık, doğa olanı ve doğal olanı kelimelerin mozolesine yatırdıktan sonra okşayan ölü ertesi bellek halayıklığı demektir.

Dilin tepesinden gelen bir konuşma gibi anlaşılır şiir, nedense. Dilin bir de yamacı vardır sanki. Aşağılarda seyretmekten, yukarılara tırmanma mecalinin bitmesinden türemiş gizli bir memnuniyetin rasyonalizasyon ile bu düşünüşü paylaşmayanlara takazada bulunmasıdır bu. Genel kabul gören “Üst-dil” nitelemesi, şiire ilişkin bu duyma hiyerarşisinin kırbacıdır. Üst-dil, dil tabanıyla çakışımsızdır, öyle mi? Dilin sonuna dayanmış bir duyma, usun da hududuna varmıştır artık. Artık dil, kelime ile anlamın birbirini dansa kaldırdığı eşeylik terbiyesi olma mazeretini tüketmiştir. Şiire üst- dil yakıştırması getirmek, zihnimizi tanrısallık- kulluk skeçlerinin nesneler düzenine göre değişen, ama aslında hep dekor olarak kalan bir kurgu imalâthanesine çevirir. “Üst-dil” lâkabı takarak şiiri konumlama, şiire karşı bir ezilmişlik, bir nankörlük itirafıysa, bu özür bağışlanabilir elbette. Şiirin bizi şeylere ve kendimize yeniden tattırma yönündeki cehdine cevap verememe- nin meşru açıklaması, insaniyetimizi nesneler düzeni- nin örsüne koyma hainliğini aklar mı peki? Şiire “üst- dil” dediğimiz an, kendimizi doğa olma ve doğal olma durumundan kıskanırız. Kendimizi nesne düzeninin verileri doğrultusunda tanımlamaktan aldığımız rüşvet nedeniyledir bu. Çünkü nesnelerin düzeni, iradesizliğin emniyetidir. Bölmelemeler, derecelendirmeler bu emniyetin kol gezen devriyeleridir. Kelimeler bağlantıların rozetidir ve gözetlenebilmeyi gramerleştirmek için vardır her biri. Şiire dair üst-dilci öngörü, nesnelerin, kelimeleri insana ayarlanmış mercek olarak kilitlediği optik bir hapishane fıksiyonudur. Dil, bu fiksiyonun karton yaşantısıdır ve gerçeklik enzimiyle zihni parçalamaktadır. Gözetlenmeyi şiir önleyebilir sadece. Zihnin irâdeye çıkmak için kazdığı düşünce ve duyarlık tüneli, şiir istinadıyla çökmez başımıza. Optik hapishanemizden kurtuluş, gerçekliğin gardiyanı olan dili ciddiye almamakla beliren bir yoldur. Dilde değildir şiirin mukimliği, dilsizliktedir. Konuşamamak, hatta, bilinçli bir biçimde konuşmamak bizim hangi varoluş bölgemiz ise, şiir oramızdadır. Bizim dil çatısı altında durmaya güvenmeyişimiz ve dışarı fırlayışımızdır şiir. Dilden ayrılabilirsek, nesnelerin cazip saklambacında ne ebe oluruz, ne de sobeleniriz. Dil taşıtında oturtulduğumuz yeri benimsemeden, biletimizi yakma pahasına bu sefere katılmayarak, insaniyetimizle aramızda uzanan bu sahte mesafeyi hiçleştirebiliriz. Özgürlüğümüz ve asliyetimize gerçekliğin muşambası dil ile tutturulabilir. Şiir çerçevemizi kaldırarak, bizi hayatın ve tabiatın ruhuna birleştirir.

Şiire dönük yörelerimiz, insan oluşumuzun mutlak hakikatine yönelmiştir bir. İletişimsizliğimiz bizi nesnelerin kıyıcı hukukuna tabiyet zorunluluğunun işlerliğine kaptırmaz. Böylece, nesneler dünyasının kalıplarına dökülen alçı bir biblo olmaktan (sosyal, kültürel, politik, folklorik, etik veya estetik bir biblo olmaktan) kurtarabiliriz kendimizi. Tarih ve toplumsal ilişki kılığındaki iletişim bizi önce kendimize, sonra mutlak gerçeğe karşı sağırlaştırır. Tarihsel ve toplumsal sorumluluk, hayat denilen nesneler düzenini ciddîye almak yerine, ciddiyeti nesneler düzeninin denetleyiciliğine getirmeyi gerektirir. Arılığın solmaz ve değişmez rengini, zihnimize, duyarlığımıza ve yaşantımıza yedirebilmektir bu ciddiyet. Şiir ile sıkı fıkı olmak, mutlak gerçekle tanışıklığı arttıran, pekiştiren bir diyalog yöntemidir de. Şiir sahtenin değil, hakikî ve sahih olanın; geçicinin değil kalıcı ve sonsuz olanın, şeylere, kişilere, durumlara, eylemlere ve dile dair umutlarını her an diri, her an taze tutabilmesine varlığımızın sergilediği seremonidir. Şiirin gücü fâninin ve fâniliğin vadesini esnetmede aranmamalı; çünkü nesnelere, durumlara, olaylara, kişilere ve dile fena dipnotu düşer şiir. Şiir bütün takatini, sonluluğun bitimsizlik cakası satması- na nokta koyan delikanlı tavırdan kazanır. Realitenin zamiri olan dili aradan kaldırır o. Ya şiir ile kafesimizi parçalarız, ya da, ikametimiz şeylerin aksesuarı olur. Dilin perçemi yüzümüzü kapattığında karanlığımızın hükmü, şiire kadardır.

 

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

POPÜLER HABERLER