Mustafa Muharrem / Şair-Yazar
Etik kurnazlıklarla ört-bas edilerek yadsınmış iç yörelerimizi eşeler şiirin pençesi. Öznel bir mahşerdir bu: Duyargaların tabutlarından canlanarak fırladığı, uyuma ve ayık kalma bilançolarının çıkarıldığı bir mahşer. Şeylerin, durumların ve anlamın ölü pozu vermesi, gerçeklik ressamına ait bir görüntüdür oysa. Şiirin yaptığı, bu poza kilitlenmeyi, bu pozun anakronik geçerliğini zaman ve gerçek maskı ile totemleştirmeyi terketmeye iknadır. İlk terkedilen dildir; anlamın üretilmiş efekti ve öngörülmüş silueti olan dildir bu elbette. Bu metruk dil, anlamı betimleyen o sesleşmiş krokidir.
Mahmur hâlimize teslimiyetin ayarını bozar şiir. Çünkü şiirin coğrafyası, tabiatın ve hayatın diri kal- manın flamaları olarak gönderde dalgalandığı bir kelime yurdudur aynı zamanda. Bir konaktır o, kelime yurdunda: Ayıklığın, aydınlığın nesneler katmanında renge, biçime, duruma, sürece dönüşmüş o müziksi zindeliğinin konağı. Varlıkların bulunmaları gereken. yeri ve rolü paylaştıkları, özerkliklerine göre evin sakini, evin dekoru, evin bir âleti ya da bir üyesi oldukları bir konak. Şiir bu nedenle bir yerleştirme yerlileştirme melekesi ehliyetiyle gerçekliğin çerisi değil, doğrunun realiteye parola sorduğu absürd bölgeye dikilmiş îmâ muhafızı, mecaz eridir.
Şiir bizim yokluk kıdemimize gönderme yapar. Şiirin bize matuf temel çabası, bizim sözden yani beden bulmazdan önceki tarihimizin insan oluşumuza bir alarm düzeneği işleviyle döşenmesidir. Şiir bu gayreti, var olmak için kabullendiğimiz o ilk an adına ortaya koyar. Olmayana verilen komuttur söz. Yok ile var arasındaki hısımlık ya da hasımlık, söz ile bağıntılanabilir ve yaşantılanabilir. Yokluktan varlığa çevrilmenin hiyerarşisini konumlayan bu tablo, aşkın gerçeğin de eşkâlini bildirir. Komutun kendisi olan söz üst-erktir ve astlara ettirme-oldurma yetkisi yerine, yaşama eşiğini seçerek sınırlarına göre yapma onayı vermiştir. Demek ki söz, yokun var biçimi alması için uyması istenen form ve içerik terbiyesidir. Var olmanın ilk koşulu, sözün alımlayıcısı ve uygulayıcısı değeriyle yüklü yokun kendini muhataplaştırmasıdır. Sözün önceliği, başlangıca ait biyografik tanık olmasındadır. Çünkü yokun vücududur sözden önce yaşayan. Çünkü söz, varlığın aynasıdır. Şiirle ilk iletişimimiz, içimizdeki evrensel belleğin sızmışlıktan ayrılarak aymışlığın ve ayılmışlığın rotasına dümen kırmayı başarmasıyla başlar. Bu bizi varlık nedenimize dönmekle kefesine çıkabileceğimiz bir tera- zide, neyin miktarının hangi ölçekte bulunabileceğinin anlaşıldığı o saf hesapta tartmanın işlemidir.
Yokluk geçmişimizle ilişkimizi tazeleme girişimi olarak şiirin dinden ve diğer sanatlardan farkı, dili yaratımın ritmi saymasıdır. Şiir asla din ile yarışmaz. Şiir bilir ki dinin iletisi insanüstüdür ve aşkın bütünün çoğullaşmış parçalarına yeniden tertip düzen fırsatı vermektedir. Şiir de din gibi kendi retoriği, kendi semantiği ve kendi estetiği içinden konuşur. Ancak din her şeyi ve herkesi hizaya sokarken, şiir sadece bu tümel söylemin orijinine çıkışın adresi peşinde koşar. Din başlan- gıç ile sona ilişkin açıklamaları yanında, akan hayata dair somut cetveller getirir. Bir redler-kabûller listesi, yanlışlar-doğrular çizelgesi sunarak insanın düşünce, duyarlık ve eylemlilik boyutlarını onarıma çeker. Bir evren görüşü, bir yaşantı stili ve bu ikiliye dipnot düşen yükümlülük yöntemleri vardır dinin. Diğer sanatların ise yapılış ve icra kabukları şiirle aynı çekirdekten pa- lazlanmadıkları çıkarımına götürmez bizi: Kronolojik bir nedensellik sıralamasında şiir sanatların atasıdır. Bu da, kişioğlunun kutsalla tanışıklık için önce irtibat kodu olarak aşkınlığı özüne klavuz bilmesi demektir. Öyleyse şiir, duanın primitif ve öznel gölgesini keli- melerle yeniden bulabilme ihtimâlidir. Homo-sapiens ve homo-faber tarafından dünyaya müdahalelerin tezyin ile giydirilmesi, çıplaklıklarından da kopartılmasıdır. Oysa şiir, insanın yeryüzü ile tutuştuğu kavgayı rayiç göstererek bütün üretimini estetikleştirme hilesiyle haklı göstermesi oyununa katılmaz. Çünkü bu oyun, insanı merkezinden uzaklaştırarak yitmenin boşluğuna sarkıtır bir şakul gibi. Herkesi ve her şeyi bu şakule göre istiflenmeye zorlar üstelik.
Şiir bizi önceki tabakamızla yüzleştirirken maya- mızın yankısıdır. Hiçliği bilincin ana üssüne özdeşlemeye kalkıştığı an şiir, hayatı doğrular; ve gerçekliğin vitrini olur. Eğer gerçekliği meşruiyetinin tescil organı yapmışsa, orada şiir, ‘olmuş’a kulluğu seçmiştir. Şiirin kendini inkârıdır bu. Bu aşama, ‘saf hafıza’ ile aradaki haberleşme hattını parçalama, cinneti cennete eşitleme canbazlığıdır. Halbuki şiir, dili yalıtarak anlamın fetretini sağlam atlatma güdüsüyle, çürüttüğü gerçekliğe iman etmeyecek kadar güçlü ve soyludur. Gerçekliği teyid eden şiir, geçerliden beslendiği için dilin güvenlik alanını somutun görevlendirmesiyle gevşetmeye yellenir. Casus bir şiirdir bu; her kılığa girebilir. Gerçeklik, gerçekliğin kıyameti şiire, karşı-şiir ile bulaşmak ister. Böylelikle gerçeklik, bir tehdîde kapan hazırlamanın rahatlığıyla şiirin de kendine katılmasını bekleyecektir. Gerçekliğe katılan şiir, şiirsizliği şiddetlendirir. Çünkü gerçeklik, şiirsizliğin kudretiyle ayakta durabilir. Gerçeklikle barışan şiir, anlamın fetretinden kendine tahakküm devşiren zorba bir artistlik malzemesidir. Tabii ki bu, egemen bir zenaat gözükaralığıyla şiirin has gereklerini kolonileştirecektir de. Tehlike budur insan adına: Sözün kolektif bir ileti şebekesine dönüşmesi… İşte şiir bu simyada sonuçlaşarak çıkış nedenini amaçlaştırır. Gerçekliğin kendine kattığı şiir, kurumsal- laşmıştır artık. Artık şiirin karşı kutbu, şiir künyesiyle isimlendirilmenin bütün şartlarını sağlamıştır.
Salt şiir duanın genlerini taşır. Yabanlıktan dolayı duyduğumuz irkilmeyi eksenleştirmeye değil, varoluşsal garipliğimizi aşarak sılamız ile bilişmenin, kaynaşmanın mümkün yollarını keşfetmeye koyulur o. Şiirin evrenselliği, gerçekliğin sılamıza ilişkin tarihimizi iptaline direnen kozmik bir paylaşım itkisi üzerinde durur. Gerçekliğin görüntü silgeçleriyle süpürdüğünü, kaybettiğini bularak anlama ve duyumsama arkeolojisi: Dua hâlini varlık diliyle stilize eden şiirin damarı budur. Kozmik paylaşım, evrendeki müzikte hangi sese tekabül ettiğimizi söyler bize. Şiir bizi bu müziğin ana temi ile buluşturur; çöp çatanlık üslûbuna düşmeden yapar bunu.
Yorumlar (0)