ÖZGÜR OLMALI KADINLAR

A+
A-

Neden kadınlar böyle sıcak?

Neden kadınlar böyle taze?                  

Yaz gelince basmalar giyerler    

Sade…                  

Ben yine çocukları severim              

Bütün kadınlardan ziyade.       

Cahit Külebi

 

530 nolu söyleşimde dayım İzzet Koca’nın sevdiği kızla birlikte kaçarak mutlu bir yuva kurduklarını iki kız iki oğlan dört genç yetiştirdiklerini anlatmıştım. Oğulları hakkında çok kısa da olsa söz etmiş, kızlarının adını bile anmamıştım.  Diyordum ki içimden:

“Şimdi başta Fazilet Özkan Por, Nâlân Uluğ, Raziye Aydemir, Gülseren Korç, Nurten Bozdemir olmak üzere pek çok dost, ‘Siz de mi ayrımcılar safına geçtiniz? Dayınızın iki oğlunu tanıtıyorsunuz da kızlarından niçin söz etmiyorsunuz hiç?” diye eleştirecekler beni; haklı olarak.”

Yanılmışım. Birkaç gün merakla bekledim ama ne yukarıda adını andıklarımdan bir eleştiri geldi, ne de bir başkasından… Umudumu kesmek üzereydim ki, hiç beklemediğim birinden aldım; güzel bir eleştiri! Ne kadar sevindim, bir bilseniz! Kimden mi?

İzzet dayımın küçük kızı Şükran’dan…

Ablası Fatma ne düşündü bilemem de kardeşi Şükran Koca Uludağ, bu hatamı yüzüme söyleyerek çok mutlu etti beni. Ne mi dedi?

“Abiciğim; Sen de toplumumuzda geçerli yanlış kurallara uyup merak ve gururla okuduğum o güzel söyleşinde öz dayın İzzet Koca’nın oğullarını anlatmışsın da söz etmemişsin, hiç kızlarından. Doğrusu ya hiç mi hiç yakıştıramadım; bunu sana!” diye yazıp göndermesin mi?

Yüreğimin tam ortasından vurdu; bu ok. Ama hiç acıtmadı beni; dersem, inanın. Sevindim; mutlu oldum aksine. Böyle diyen bir yakınınıza siz ne dersiniz bilmem de:

“Haklısın, sevgili kardeşim. Yüzde yüz hem de… Aileniz hakkında fazla bilgim olmadığı için yanlış bir şey söyleyip yazmaktan çekindim. Kusura bakma lütfen!” diye yanıtladım hemen. Ayrıca, “Aileni tanıtırsan memnun olurum.” diye de bir not ekledim.

Hiç gecikmeden 5 kişilik mutlu bir aile fotoğrafı gönderdi. Altında şu açıklama: “Soldan sağa, eşim Ahmet Bayram Uludağ… Vergi dairesi gelir şefliğinden emekli… Büyük oğlum Kemal Gökhan… İşletme okudu; oto galeri işi yapıyor. Gelinim Elif… Tarih öğretmeni… Küçük oğlum Murat… Pazarlama okudu; mesleği oto kurtarma… Onun kucağındaki hepimizin sevgili köpeği Duman… Beni tanırsın zaten.”

Buraya kadar her şey güzel! Bundan sonra verilen haber daha da güzel!.. Bakınız, neden? “Biliyorsunuz, 1960’ta Manavgat’a göçmüş ailem. Ben de ortada dünyaya gelmişim; o yıl. 1972’de ilkokulu bitirince ortaokula gitmek istedim. O günlerdeki yoğun olumsuz propagandaların etkisinde kalan ailem, ”Okuyup da göminis mi olacan!” deyip engel oldular bu isteğime. Genç yaşta evlilik, çoluk çocuk, iş derken unutsam da bir süre, özellikle emekli olduktan sonra çok rahatsız etti; bu eksikliğim beni. Hiçbir çaba göstermeden boşu boşuna üzülmek yerine ne gerekiyorsa onu yapayım; dedim sonunda. Dışardan ortaokul sınavlarına girdim. İlk günler, ilk yıllar biraz güç oldu ama yılmadım. Çalıştım, didindim; ortaokul diploması aldım. Daha bir güvenir oldum kendime. Ortaokul diplomamı alnımın teri ile kazandığıma göre niçin liseyi de bitirmeyecektim ben? Bitirenlerin ne üstünlüğü vardı benden? Bu inançla liseyi de dışardan okuyup bitirdim. Şunu özellikle belirtmek isterim ki, bu konuda eşim de teşvikçi ve yardımcı oldu bana, çocuklarım da… Sıra geldi üniversiteye…

“Haydi Şükran, korkma canım, devam kızım!” deyip gece gündüz çalışarak girdim sınava. Isparta Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Grafik Tasarım Bölümünü kazandım. Ama orayı değil, Anadolu Üniversitesi Aşçılık Bölümünü seçtim. Şimdi ikinci sınıftayım.”

Ne güzel bir haber bu! Ablası Fatma kardeşimden henüz bir haber yok ama verdiği güzel haberlerle çok mutlu etti; beni Şükran! Evli, çoluk çocuk sahibi yaşı 60’ı geçmiş emekli bir hanım, hem ortaokul hem liseyi dışardan sınava girerek bitirmeyi nasıl göze alabilmiş?  Ya üniversiteyi kazanmasına ne dersiniz?

Ortaokul ve liselerde yıllarca dirsek çürüten yüz binlerce genci sollayıp geçen bu iradeye şapka çıkarmaz mısınız siz? Her babayiğidin harcı mı bu?

Cesur annenin ve babanın kızı elbette böyle olacaktı.

Keşke bu cesareti 12 yaşında ilkokulu bitirince göstermiş olsaydı!

Gerçi o kadar üzüleceğine, o kadar uğraşıp didineceğine internet sitelerinden para ile de satın alabilirdi; bu diplomaları! Paraya mı kıyamadı acaba? Yok, yok!  Benim bildiğim Şükran, “Parayla satın alınan diplomanın ne değeri olabilir! Hangi bilgiyi kazandırır bana, hangi yeteneğimi geliştirir ki!” diye düşünüp onca zahmete seve seve katlanmıştır.

“İyi, güzel de ablası Fatma’dan ne haber?” diye sorarsanız, Antalya’da yaşadığını, yazın kardeşi Şükran gibi atalarının köyü Menerge (Akseki) yerine ailece Serik’te bir köye gittiklerini biliyorum. Cep telefonuma gönderdiği iletilerden güzel dileklerini alıyor, güzel dilekler gönderiyorum ben de. İşte o kadar!…

Her ortamda kendi özgürlüğü gibi başkalarının özgürlüğünü de savunan insanları çok seviyor, içten bir saygı duyuyorum onlara. Hele o bir kadınsa!.. Yıllarca önce, gazeteci Ayşe Arman’ın Iğdırlı 1963 doğumlu yazar İsmail Güzelsoy’la yaptığı bir röportajdan şu sözleri not etmiştim:

“Eğer bir yerde kadınlar özgür değilse, orada hiç kimse özgür değildir. Bir toprağa kadının gözyaşı damlıyorsa, oraya kan da damlayacaktır. Biz bu ülkede kadınları incittik. Doğrusu bu. Lânetimizin de nedeni bu bence.” (Hürriyet gazetesi,02/03/2018)

Ben de aynen İsmail Güzelsoy gibi düşünüyorum. Kadınların özgür olmadığı bir ülkede demokrasiden de söz edilemez; hak, hukuk, adalet ve çağdaşlıktan da…

Bu söyleşimi Amerikalı yazar Richard Bach’ın güzel bir özdeyişi ile bitireyim:

“Sana hiçbir dilek verilmemiştir ki, onu gerçekleştirecek güç de birlikte verilmemiş olsun.”

Bu sözün doğruluğunu dayım kızı Şükran Koca Uludağ kanıtlamış olmuyor mu?

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın