Prof.Dr. Afşin Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan coğrafyasındaki varlığının, tabiri caizse sınırlı sayıdaki camiler dışında, adeta görsel tarihten silinmesine yol açan hadiselerdir. 1. Balkan Savaşı, 08 Ekim 1912 ile 30 Mayıs 1913 yılları arasında gerçekleşmiş; Bulgaristan’ın 1908 sonrası bağımsızlığını ilan etmesini takiben genişleme çabalarıyla ortaya çıkmıştır. Kırım Savaşı sonrası Balkanlar’da Rusların Panslavizm politikası belirginleşmiş, Güney Slavlar arasında yer alan Bulgarlar, askeri ve siyasi açıdan Rusya tarafından desteklenmiştir. Ulusal Askeri Müze’de sergilenen silah ve ekipmanlardan da görüleceği üzere, Bulgaristan, 1. Balkan Savaşı’nda, özellikle Rusya’dan sağladığı destekle öne çıkmıştır. Kırklareli Muharebesi’nin (17-18 Ekim 1912) ardından Kırklareli’ni işgal eden Bulgarlar, Edirne Kuşatması (3 Kasım 1912 – 26 Mart 1913) sonunda da Edirne’yi ele geçirmiştir. Savaşın ardından imzalanan Londra Anlaşması (30 Mayıs 1913) ile Edirne ve Kırklareli Bulgaristan’a bırakılmıştır. Ancak, Bulgarların bu ilerleyişi Sırbistan ve Yunanistan’ı rahatsız etmiş, 2. Balkan Savaşı’nda bu devletlerle karşı karşıya gelmiştir. Bükreş Anlaşması (10 Ağustos 1913) ile Bulgaristan, Makedonya’daki topraklarının büyük bir bölümünü Sırbistan ve Yunanistan’a devretmiştir. İstanbul Anlaşması (29 Eylül 1913) ile Edirne ve Kırklareli Osmanlı’ya iade edilmiştir. 1. Balkan Savaşı’nda galip olan Bulgaristan, 2. Balkan Savaşı’nda askeri başarısızlıklarla karşılaşmış, iktisadi ve toplumsal sıkıntıları baş göstermiştir.
Tarihsel süreçte yaşanan bu büyük değişimler, ilerleyen yıllarda da bölgeyi etkilemeye devam etmiştir. 1946-1989 yılları arasında komünist dönem yaşanmıştır. Sovyet Kızıl Ordusu’nun Bulgaristan’a girmesiyle birlikte ülke, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti adıyla varlığını sürdürmüştür. Selanik’te 1902’te doğan ve 1963’te Moskova’da hayatını kaybeden Nazım Hikmet, 1950’li yıllara doğru Sovyetler Birliği’nin teşvikiyle Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından Sofya’ya, oradaki Türkleri etkilemesi ve yönlendirmesi amacıyla gönderilmiştir. Bu görevlendirmenin temel amacı, Bulgaristan’daki Türklerin Türkiye’ye göç etmelerinin önüne geçmektir. (Yenisoy). Nitekim o tarihlerde yazdığı Sofya ve Varna üzerine şiirleri mevcuttur. Komünist dönemde Bulgar halkının gördüğü baskı ve yoksulluk, ülkenin Avrupa Birliği üyesi olmasına kadar etkisini sürdürmüştür. Dini ve milli duyguların baskılandığı bu yılların sonunda, 1989 yılında yüzbinlerce Türk, Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. 1989 yılında Doğu Avrupa’da komünist sistemin çökmesiyle birlikte, Bulgaristan’da 1990’da çok partili seçimler yapılmış, bir yıl sonra da yeni anayasayı kabul edilmiştir. Türkler’den bazıları bu tarihten sonra kendi isimlerini geri alabilmişlerdir.
Bir milletin tarihini öğrenmenin en iyi yollarından bir tanesi de o ülkenin kütüphane ve müzelerini ziyaret etmektir. Osmanlı tarihine ilişkin birçok yazılı eser Bulgaristan’da müze ve kütüphanelerde bulunabilir. Özellikle Sofya’daki “Kliment Ohridsi”de bulunan “Cyrill and Methodius Kütüphanesi” gibi kurumlarda bulunan kitapların tamamına yakını Bulgarca dilindedir. Dolayısıyla, Bulgarca bilmeden bu ülkede özellikle tarihi ve akademik araştırmalar yürütmek neredeyse imkansızdır. Ulusal kütüphaneye düşük bir ücretle üye olarak kitaplara erişmek mümkündür. Askeri müzede Osmanlı’nın Balkanlar’daki Savaşları ve politikalarına ilişkin yazılı ve görsel pek çok askeri eser yer alır. Özellikle, dönemin modern silahları ve Atatürk’ün bahsettiği ve öğrenmeyi amaçladığı askeri kültür ve eğitimin akışı burada sistematik bir biçimde sunulmaktadır. Roma dönemine ilişkin benzer biçimde ülkede çok sayıda eser mevcuttur.
Türkiye’de Osmanlı izlerine, eserlerine ve Kurtuluş Savaşı, Balkan Savaşına ilişkin bilgi ve belgelerin yanında görsel tarihi eserler bulunmaktadır. Bunun yanında, Türkçe edebi eserler, Balkan Savaşları ve Kurtuluş savaşına ilişkin bilgileri içermektedir. Karşılıklı ve yerinde yapılacak tarihi, edebi çalışmalar ve projeler, döneme ilişkin pek çok konunun aydınlanmasına ve tarihin inceliklerinin gün yüzüne çıkarılmasına katkı sağlayacaktır. Tübitak’ın bu konularda yararlanılabilecek araştırma destekleri mevcuttur.
Türkiye’de 1911 ile 1923 yılları arasındaki dönem, Milli Edebiyat dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemde milliyetçilik akımları öne çıkmıştır. Abdullah Cevdet ve Tevfik Fikret gibi yazarlar batıcılık akımını benimsemişlerdir. Mehmet Emin Yurdakul gibi şairler ise “Cenge Giderken” gibi eserlerle Türk vurgusunu ön plana çıkarmış ve toplumu milliyetçi duygular açısından bilinçlendirmeye çalışmışlardır. Bu yıllar aynı zamanda Balkanlarda Bulgarlar, Sırplar, Arnavutları gibi milletlerin de kendi ulusal kimliklerini kazanıp bağımsızlıklarını ilan ettiği bir süreçtir. Bulgarların bu dönemde kendi dillerini, kültürlerini ve yazılı tarihlerini Bulgarca olarak korumaları, geçmiş tarihleri ve olayları ile ilgili detaylı bilgilere ulaşmalarını sağlamıştır.
Türkiye’de Osmanlı alfabesinden Latin alfabesine geçiş, 1. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki gelişmelerin derinlemesine analiz edilmesini ve görsel malzeme desteğiyle incelenmesini zorlaştırmıştır. Ancak yapay zeka teknolojisi sayesinde Osmanlıca eserler basitleştirilebilir ve günümüz Türkçesiyle Latin alfabesinde okunabilir hale getirilebilir. Bu da genç nesillerin kültürel mirasını daha iyi anlamasına olanak sağlayacaktır. Yapay zeka, o dönemin Arap harfleriyle yazılmış ve çok sayıda Arapça, Farsça kelime içeren eserleri sadeleştirerek gençlerin okumasına katkı sağlayabilir; bu da Türk dili, kültürü ve edebiyatı açısından büyük bir kazanım olacaktır.
Balkan kökenli yazar ve şairler, milliyetçilik akımlarından etkilenmiş ve eserlerinde tarih ve kültür konularını işlemişlerdir. Yahya Kemal Beyatlı, Mehmet Akif Ersoy bu akımın önde gelen isimlerindendir. Ahmet Yesevi Üniversitesi Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü’nde bu yazarlarla ilgili ayrıntılı bilgilere ulaşmak mümkündür (https://teis.yesevi.edu.tr/anasayfa). Özellikle Mehmet Akif Ersoy, mazlum hikayeleriyle dönemin yaşam koşulları, problemleri hakkında önemli bilgilerin gerçekçi bir bakış açısıyla elde edilmesine yardımcı olmaktadır. Mehmet Akif Ersoy bu bakımdan içi boş bir teknik ilerlemeyi kabul etmemiş, milli ve manevi değerlerle süslenmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Milli Edebiyat’ımızda dönemin savaşları, kahramanlıkları ve iktisadi koşullarla ilgili bilgiler elde etmek mümkündür. Ömer Seyfettin, dönemin olaylarını çarpıcı biçimde anlatan önemli bir hikayecidir. “Keziban’ın Mahkemesi”nde, tefeci Eseoğlu’nun köylülerin maddi sıkıntılarından faydalanarak ortaya çıkardığı ve temelinde yüksek faizin olumsuz etkileri yatan durumları görmek açısından değerlidir. “Perili Köşk”te yine bir dolandırıcı karakteri anlatılmaktadır. “Kiralık Konak”ta Yakup Kadri Karamanoğlu, ihanet içine girmiş Servet Bey’i ve 1. Dünya Savaşı’nı konu almaktadır. Kuşak çatışması bu romanda işlenmektedir. “Hüküm Gecesi”nde II. Abdülhamit dönemi ele alınmaktadır. “Sodom ve Gomore”de İstanbul’daki hayata ilişkin toplumsal ve iktisadi sorunlar ve çürümüşlükler irdelenmektedir.
1923-1933 Ankara dönemi, 1934 yılında yazılmış “Ankara” romanında anlatılmaktadır. Abdülaziz dönemi ise 1956’da kaleme aldığı “Hep O Şarkı”da ele alınmaktadır. Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşı’na ilişkin anılarını “Vatan Yolunda” adlı kitabında paylaşmaktadır. Türkiye’de 1. Dünya Savaşı ve Balkan Savaşlarına ilişkin müzelerde sınırlı görsel kaynaklar vardır. Amerikan Mandası’nı bir dönem savunan Halide Edip Adıvar’ın romanları bu döneme ışık tutmaktadır. Adıvar, yaşamı boyunca önemli değişimler yaşamış; “Yeni Turan” adlı romanında milliyetçi bir çizgiye kaymıştır. 1912 yılında yazılan ve Balkan Savaşları’nı anlatan bu romanı milli duygularla kaleme alınmıştır. Ayşe, Peyami ve Cemal üzerine yazılmış Ateşten Gömlek’te (1923) Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan toplumsal ve iktisadi olaylar canlandırılmaktadır.
Bulgaristan’da ise Yordan Yovkov (1880-1937), “Eski Dağ Efsaneleri” adlı eserinde Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı sırasında Bulgaristan’da kırsal alanlardaki yaşamı konu edinmektedir. Chudomir (1890-1967, “Bayram Akşamı”) ve Elin Pelin (1877-1949, “Gerak Ailesi”) benzer biçimde savaşların toplum üzerinde bıraktığı etkileri romanlarında işlemişlerdir.
Günümüze gelindiğinde; AB’den gelen yardımların azalması, artan işsizlik, hayat pahalılığı gibi sorunlar Bulgaristan’da kendini göstermektedir. ABD’nin uygulayacağı gümrük vergilerinin toplumda yarattığı kaygılar da güncel sorunlar arasındadır. Bu noktada, Türkiye’nin Avrupa’ya açılan sınır kapısı Bulgaristan’la siyasi, iktisadi ve toplumsal ilişkilerini hızla geliştirmesi, karşılıklı önyargıların azaltılması, somut işbirliklerine gitmesi, her iki ülkenin de kazan-kazan stratejisi çerçevesinde geleceğe daha güvenle bakmasına ve hayat standartlarının artmasına katkıda bulunacaktır.
Yorumlar (0)