Bir gün ehl-i ilhâddan biri hângâha kondu. Akşam oldu, namâz kılmadı ve dervîşler namâzdan çıkıcak şeyh katına bile geldi. Oturdular, taâm getirdiler. Taâm sonuna zikr etdiler, o kişi etmedi.
Hazret-i Şeyh zikri dindirdi, duâ etdi. Ondan sonra tınmadı, oturdu. O kişi, Hazret-i Şeyh ümmîdir nesne bilmez sandı. Ratb ve yâbis (yaş ve kuru, boş) kendin öğüp marifet söylenmeye başladı. Şeyh başını kaldırıp eydür:
“Sâkin ol, mülhidin kelâmını dinler bunda kimesne yok.” didi. O kişi sâkin olmadı. Edille getirmek istedi. Falân dîvânında filân şöyle demiş, fülân risâlesinde filân böyle demiş.” diye ebyâta ve eş’âra başladı. Hazret-i Şeyh eydür:
“Şeyyâd (ehl-i riyâ) olmuşsun kuru efsâneden he hâsıl? Hani senin tahsîlin? Kendi sözün varsa onu söyle. O dîvânlar ve risâleler rumûzdur ve muammâdır, müevveldir. Ekserînin mânâ-yı zâhirîsi şer’e tatbîk olmaz. Onların gibi risâleye ve dîvânlara ulemâ-yı zâhir nazar ederse sâhibine münkir olur, avâm nazar ederse mülhid olur.
Kişi risâle-i meşâyıha şol vakit nazar etmek gerek ki evvelâ kendi risâle demeye kâdir ola. Belki deye. Ondan sonra nazar ede. Göreyim benim dediğim evvel diyenlere uyar mı? diye. Yoksa risâle-i meşâyıha nâ-mahremler nazar etmek harâmdır.” dedi. O kişi eydür:
“Bildiğim bana yeter. Gerek mülhid olam gerek olmayam; eğer mahrem olam, eğer olmayam.” dedi. Hazret-i Şeyh eydür:
“Dervîşler! Benden size nasîhat, sakın mülhidler ile musâhabet etmen. Hanginiz ederse mülhiddir.” dedi. Durdu (kalkdı), mescide vardı, namâzı kıldı ve hücresine girdi, çıkmadı, tâ sabâh olunca. O mülhid tekyede kaldı. Dervîşler yatıp uyuduğu gibi durdu, tekyenin bir kilimini uğruladı, geceyle kaçdı. Bu hâli dervîşler sabâh şeyh hazretlerine dedikleri gibi eydür:
“Bir kişi yalancı ve dilenci marifet uğrusu mülhid ola, ondan emânet ve sadâkat gelmez ve insâf olmaz. Onların gibiler bî-dinlerdir. Ulemânın mübtedîlerini ulûm-ı meşâyıha münkir eyleyenler bunlardır. Sakının dervîşler, bunların gibi yol urucu, din yıkıcılardan.” dedi.
Yorumlar (0)