Mustafa Muharrem / Şair-Yazar
Foucault söylemin de bir düzeni olduğuna ve egemen sistemin kendi dili, kendi retoriği içinden konuştuğuna, konuşturduğuna dikkat çeker. Buna göre, her statüko yerleşik bir düzen olmadan önce müesses bir dil ve müesses bir söylem geliştirmiş; bu sayede kendi hayat hakimiyet şebekesini zihinlere de ruhlara da kolayca döşeyebilmiştir.
Ne dil mevcut otoriter üsluptan kendini yalıtabilir; ne düzen dilden bütünüyle emindir . Kısaca, söylem biçimleri egemen gramerin doğasına aittir ve –deyim yerindeyse-bu mülkiyet ilişkisi, düzenin müdahale pençelerinin nerelere uzanıp indiğinin göstergelerinden biridir.
Söylemi yoğuran eller, egemen omuzların iki yanındaki kolların ucunda hareket eder. Egemenlik, bu bağlamda bir dilsellik stilidir çünkü ve kendi işaret likiditesinin dolaşımda gördüğü rağbetten cesaret alır, meşruiyet kazanır, ‘güç’ vasfıyla tanımlanır.
Althousser’in ayrı bir konsepte yerleştirdiği ideolojik aygıtları anımsayalım: Okul, kilise ve ordu. Ancak Althousser ideolojiyi bir dünya görüşünden türetilmiş sorumluluklar silsilesi olarak değerlendirmez . Doktriner bildirim ve modellemeden çok, ideolojinin hayatı onayan ana referans ile bu arka planı besleyen süreç akıntıları olması gerçeğine çevirir kamerayı . İdeolojiler, sonuna …izm eklenmiş düzen adları; hayatın uyması gereken tasarım şablonları değildir. Aksine, hayat maskesiyle bilincimizi çoktan kaplamış dönüştürücü süreç dizileridir ve disiplinlerinin bedeni görünemez.
Bilişsel donanım, inançsal dizge ve güvenliğe yönelik teminatlaşma ittifakı, bizi bu disiplinin sarmalına biçimlenmek üzere bırakıverir. Ders-vaaz-emir üçlüsü, yaşantımıza içerik taşıyan iletkenlerdir . Bizler de bu iletkenliğin hizmetini üstleniriz kendi rızamızla ve hiç itirazda bulunmadan . Hatta, kendimizi de bu akımın bir başkasına bireysel veya tüzel/toplumsal transferinde başarılı sayılabilecek işlevsellik için hazırlarız titizlikle.
Duygularımız, hayallerimiz ve düşüncelerimiz hayatın tekerine sokulacak çomak olma ihtimalini fısıldadıklarında artık tehlike gongu çalar: Hayatın keyfini kaçıramayız. Düzenin konforu, hayatın nakaratlaşmış heyecanlarına bağlıdır çünkü. Egemen dil bizim kelime repertuarımızı, müesses duygu,hayal ve düşünce körüklerinden püskürüp yaşananları biraz daha alevlendirme kabiliyeti olarak istendiğinde gösterebilecek bir kapsam çeperinde kendi tanziminden geçirmiştir.
Dilediğimiz an aklımızda palazlanmış ya da ruhumuzda filizlenmiş herhangi bir fikri, herhangi bir heyecanı bir kelime kombinasyonu ile sesleştirip somutlayamayız; iletişim vitrinine koyamayız .
Başvuracağımız söylem, düzenin serimleme metodunca bir terbiye görmüş; egemen dilselliğin hem gramatikal, hem sosyal-kültürel-siyasal kuralları tarafından eğitilerek sertifikalandırılmış olmalıdır ki mevcut lüksler dengesini sarsmadan hayata gölgelenme şansı tanıyabilsin.
Zihnimizde yüzen soyutluk, tonajına uygun kelimelere yüklenebilirse dil gemisi kazaya uğrama, karaya oturma ya da batma riskini azaltır . Seyrin esenliği için, dil gemisinin kaptan köşkünde egemen düzenin söylemi tarafından onanmış bir anlam doğrultusu oturmalıdır. Yoksa ne muhtemel fırtınalar savuşturulabilir, ne haritalarda bilinmeyen kara ve kaya kütlelerinin gemiye karşı gazaba gelmelerinden sakınılabilir.
Geminin kıyıdan kopması kadar hedeflenen karayı bulması, belirlenen körfeze demirlemesi, istenen limana yanaşması, söylemin koordinatlarına dümenin ne tür bir irtibat ve ne cins bir itaat sergilemekte olduğuna göredir. Aksi durumda gemi kendi kaderiyle baş başa kalabilir: Söylem, dili de, dilin koparacağı kıyameti de kendi himayesinde tutar çünkü.
Söylemden azade kalmak, egemenliğin varlık ve bilinç üstündeki dominant dilinin terk ettiği bir tenhalıkta, bir izbelikte olmak demektir; bir anlaşılmazlığa, bir karanlığa gömülmektir bu .Çünkü bilinç montaj atölyesinde hayatı önce söylemin çekici döver.
Yorumlar (0)