Trump Ne Yapar, Dünya Ne İster?

A+
A-

Günümüzde siyaset, görünür ve maddi bir zeminden teknopolitik bir evrene doğru evrilmiş durumda. Artık yeni bir sahne var: sanal olanın sahnesi. Kamusal alanın maddi formlarından dijital temsillere geçiş, siyaseti yalnızca biçimsel olarak değil, ontolojik olarak da değiştirdi. Bu dönüşümün başlıca aktörlerinden biri Donald Trump ise bir diğeri de Elon Musk. Bu iki figür yalnızca sistemin değil, aynı zamanda çağın ruhunun birer temsilcisi hâline geldi.

Trump, bu dönüşümü fırsata çevirmekte gecikmedi. Gündelik siyaseti, iş dünyasındaki kurnazlığıyla yeniden biçimlendirdi. Musk ise teknolojiyi sadece üretmekle kalmadı, onu kültürel ve politik bir metaya dönüştürdü. Avrupa’daki aşırı sağa verilen dijital destekten, Kanada’yı ABD’nin 52. eyaleti yapma hayaline kadar uzanan bir strateji izliyorlar. Hepsinin ardında aynı soru var: “Güç nasıl sayısallaştırılır?”

Trump’ın ekonomi merkezli yaptırımları, çoğu zaman, kaba bir güç gösterisi olarak görülüyor. Ancak asıl mesele, bu yaptırımların arkasında yatan zihinsel dönüşümdür. Trump klasik diplomasi oyununu oynamaz. Masaya oturmaz; masayı ortadan kaldırır. Onun siyaset tarzı, Machiavelli’nin yazdığı, fakat bu kez bir veri tabanında işleyen, bir güç siyasetidir. Ne yapmak istiyorsa doğrudan yapar; gerekçeleri değil sonuçları önemser. Başarı onun için ölçüttür; ahlak ise önemsizdir. Zaten ruhu olmayan ekonomik insanın amacı da bu değil midir?

Trump’ın yaptırımları ilk bakışta çelişkili görünebilir. Zira bu kararlar, kendi şirketlerini ve hatta destekçisi Musk’ı da etkileyebilir. Ancak bu, bir zarar değil, daha büyük bir yatırım olarak değerlendirilmelidir. Hem Trump hem Musk için bu hamleler, küresel hegemonyanın yeni yapı taşlarıdır. Günümüzde artık sadece para değil, veri de güç hâline gelmiştir. Politikayla ticaretin iç içe geçtiği bu çağda, ekonomik insanın “ya hep ya hiç” mantığı siyasetin de merkezine yerleşmiştir.

Ekonomik insanın doğasında ahlaka yer yoktur ve Trump, bunun çok iyi farkındadır. Attığı her adımı bu anlayışla atar: Sert, hesaplı, ahlaki kaygılardan arınmış fakat etkili. Sayılarla yönetilen bir dünyada artık vicdan değil, algoritmalar belirleyici olmuştur. Güç gösterisinin dili dijitalleşmiş, sıfırlar ve birler yeni sınırları çizmeye başlamıştır.

Trump, işte tam da bu zihniyetin bir ürünüdür. Onun için her şey mubahtır. Amacı güç kazanmak olduğunda, ahlaki sınırlamalar anlamsızlaşır. Bu sınırsızlık, onun siyasal başarılarının temelini oluşturur. Attığı her adımın bazı müttefiklerine zarar vereceğini bilse de bu adımlardan vazgeçmez. Çünkü bu zararlar, daha büyük bir oyunun stratejik parçalarıdır. Musk bu süreçten kısa vadede zarar görebilir fakat uzun vadede bu iki figür, yeni bir küresel hegemonya düzeni inşa etmektedir.

Bu dijital tahakküm ortamında dünyanın geri kalanı da kendi yerini belirlemeye çalışıyor. Çin, Avrupa Birliği ülkeleri ve Trump karşıtı görünen diğer küresel aktörler bile benzer bir güç dili konuşmaya başladı. Bu durum bir karşı duruş değil, aynı sistemde mevzi kazanma arayışıdır. Herkes kendi teknopolitik aparatını oluşturmaya çalışıyor.

Ancak bu benzeşmenin bir bedeli var: aynılaşma. Farklılıklar siliniyor; kültür, siyaset ve insan ilişkileri giderek nesneleşiyor. Bireyler birer sayı hâline geliyor ve ahlaki yönelimlerden yoksun fakat düzenli bir sistemin parçasına dönüşüyor. Bu düzenin bir ruhu yok. Çünkü ruh, sayılara indirgenemez.

Peki, bu dünyada ahlak mümkün mü? Bu, oldukça köklü bir sorudur. Ahlak, bireysel değerlere, vicdana ve insanî kırılganlıklara dayanır. Oysa sayısal olan, tüm bunları dışlar. Sayılar ne vicdan tanır, ne merhamet. Trump, bu nedenle sayısallaşmış güç üretiminin en rafine örneğidir.

Trump’ın kurmaya çalıştığı dünya, tam anlamıyla sayısallaşmış bir güç evrenidir. Kanada’yı ABD’ye katma arzusu sadece coğrafyayı değil, veri alanını da büyütme isteğidir. Grönland’a yönelmesi, yalnızca doğal kaynaklar değil, aynı zamanda algoritmik hâkimiyet arayışıdır. Vergi oranlarını bir gün artırıp ertesi gün düşürmesi plansızlık değil; sayısal akış içinde siyasi refleksin test edilme biçimidir. Bu eylemler çocuksu bir kapris değil, programlanmış stratejilerdir.

Peki ya dünyanın geri kalanı ne istiyor? Gönüllü biçimde bu sisteme uyum sağlamak, yarışa katılmak, benzeşmek… Ancak bu benzeşme, özne olmanın çözülmesi anlamına geliyor. Çünkü sayısallaşmak, özne olmaktan vazgeçmekle başlar.

Tüm bu dönüşümün ortasında, ahlaktan söz etmek mümkün mü? Yoksa sayısallaşan ve nesneleşen bir dünyada artık ahlak, sadece nostaljik bir kavram mı?

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın