Bir milletin asıl felaketi ne yoksulluk, ne kriz, ne de dış düşmanlardır. Bir milletin gerçek çöküşü ahlakını kaybettiği gün başlar. Bugün Türkiye tam da bu tehlikenin ortasında.
Sürekli “kötü yönetim”den şikâyet ediyoruz. Fakat asıl sorun yalnızca yukarıda değil, toplumun bütün hücrelerine işlemiş durumda. Çünkü “sizler toplum olarak nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.” Türkiye bugün sadece siyasal değil, kültürel ve ahlaki bir kriz yaşıyor. Yöneticilerin yaptığı yolsuzluklara, adaletsizliklere, kayırmacılıklara bakıp öfke duyuyoruz ama dönüp kendimize bakmıyoruz. Oysa aynı anlayış sokaktaki davranışlarımızda da var. Trafikte kural tanımayan sürücüyle, devleti soyan siyasetçi arasında fark yok; ikisi de aynı zihniyetin ürünü.
Bugün rüşvet normalleşmiş, torpil meşrulaşmış, liyakat neredeyse alay konusu hâline gelmişse; bunun sebebi yalnızca siyasetçiler değil, bunu kanıksayan, buna razı olan toplumdur. Adalet isteyen ama gündelik hayatında hak yemekten geri durmayan, özgürlük talep eden ama farklı fikre tahammül göstermeyen bir millet, sonunda kendi kopyasını iktidarda bulur.
Türkiye’nin en büyük sorunu ekonomi değil, ahlakın çürümesidir. Ahlak erozyonu, toplumun bütün damarlarını kemiriyor. Herkes günü kurtarma peşinde, çıkarını önceleyen, kısa vadeli menfaat için uzun vadeli geleceğini feda eden bir anlayış hâkim. Böyle bir toplumda siyaset de üretimden değil, tüketimden, adaletten değil, kayırmacılıktan beslenir.
Şunu artık görmek zorundayız: Siyaseti değiştirmek sandıkla mümkündür, ama toplumu değiştirmek sandıktan çok daha zor ve sancılı bir süreçtir. Eğer millet olarak kendi alışkanlıklarımızı, ahlak ölçülerimizi, değerlerimizi değiştirmezsek; iktidar değişse bile sonuç değişmez. Aynı sahnenin aktörlerini değiştirir, aynı oyunu oynamaya devam ederiz.
Bugün Türkiye’nin yaşadığı kriz, yönetim krizi değil, toplum krizi; ekonomik kriz değil, ahlak krizidir. Ve ahlakını kaybeden bir millet, hiçbir seçimle kurtulamaz.
Yorumlar (0)