13 Temmuz itibarıyla Dera, Rif Dimashq ve özellikle Süveyda’da, Dürzî milis gruplar ile Bedevî aşiretler arasında başlayan gerilim, kısa sürede büyüdü. 11 Temmuz’da yola kurulan barikat ve akabinde Bedevîlerin bir Dürzî tüccarı kaçırması, intikam döngüsüne yol açtı. Bu süreçte hızlı şekilde karşılıklı şiddet, ölümler ve sivil kayıplar yaşandı.
14–16 Temmuz’da Suriye hükümet güçleri bölgeye girdi, ancak hem ordu hem Dürzî milisler arasında artan dozu kontrol altına alamadı.
İsrail bu gelişmeleri Dürzî azınlığın korunması olarak değerlendirdi. 16 Temmuz’da Şam’daki Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay karargahına yönelik hava saldırıları düzenlendi. Resmi açıklamalara göre bu, “uyarı” maksadı taşıyordu.
Aynı günlerde Süveyda kırsalında yoğun çatışmalar devam ederken, İsrail hava bombardımanlarıyla hükümet güçlerini hedef aldı. Bu müdahaleler, ABD tarafından de facto bir “misunderstanding” (yanlış anlaşılma) olarak tanımlanarak yumuşatılmaya çalışıldı.
ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın aracılığıyla İsrail ile Suriye arasında ateşkes kararı alındı. Türkiye ve Ürdün gibi bölgesel aktörler bu süreci destekledi. Ancak ateşkes fiilen sadece 24 saat kadar sürdü, sonrasında çatışmalar tekrar patlak verdi; Dürzî lider Hikmat al-Hijri direnişi sürdürürken, Suriye hükümeti aşiretlerin çekilmesini ve polisiye güç devredeceğini açıkladı.
Bölgesel Denklemlerde Türkiye’nin Rolü ve Stratejik Yaklaşımı
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 19 Temmuz’da ABD S. Eyaleti Rubio ile görüşerek çatışmaların sonlandırılması gerektiğini, İsrail müdahalelerinin Suriye’nin toprak bütünlüğünü zayıflattığını vurguladı.
Türkiye, askeri eylem yerine diplomatik çözüm arayışlarında olduğunu açıkladı; İsrail ile istihbarat kanalları sezgisel olarak kullanılarak görüşler iletildi.
Aralık 2024–Ocak 2025 döneminde Türkiye, geçiş süreci izlenen Şara yönetimini tanıdı ve hem Ankara’da hem Şam’da temsilcilikler yeniden açıldı. Türkiye, Suriye’de yalnızca insani değil aynı zamanda ekonomik-siyasi etki alanı oluşturdu. Süveyda’daki Dürzî-ordu anlaşması sonrası Türkiye, Suriye devletiyle yakın temas içinde oldu. Türkiye Dışişleri, Suriye’de istikrarın şart olduğunu; istikrarsızlığın IŞİD gibi unsurların güçlenmesine neden olabileceğini belirtti.
Türkiye ve İsrail, Suriye’de ‘gölge savaş’ halinde; Ankara Şam’ı desteklerken, Tel Aviv Dürzîlerin arkasında duruyor. Ayrıca, Türkiye’nin kuzey Suriye’deki askeri varlığı, İsrail bünyesinde büyük endişe yaratıyor. Bu süreç Tel Aviv tarafından “beklenmedik çatışma riski” olarak ifade ediliyor.
İsrail gözünden Dürzî azınlık, özellikle Golan Tepeleri üzerinden kurduğu tarihi dini-bağlılığın bir parçası olarak stratejik alandır. 2024 başından bu yana saldırıların ardındaki gerekçe bunlar. Süveyda’daki kanlı döngüler, İsrail’e “kırmızı çizgi” olarak okunuyor. Bu strateji, Ben-Gurion Doktrini çerçevesinde: Suriye’de merkezi hükümetin otoritesini parçalamak, küçük gruplara destek vererek istikrarı engellemek istikametinde.
ABD’nin Trump yönetimi, İsrail’in hava saldırılarını “yanlış anlama” olarak gördü ve diplomatik ateşkes çalışmalarına öncülük etti. Ancak İsrail, ABD’nin Suriye’deki istikrar hedeflerine doğrudan meydan okuyor; Trump’ın ABD ordusunu çekme planları İsrail’in stratejik emelleriyle çatışıyor.
Türkiye–İsrail arasındaki çatışma, zaten İran–İsrail geriliminin gölgesindedir. Suriye, bu yeni “ana cephe” haline geliyor. Tel Aviv, Türkiye’nin etkisini özellikle Suriye’de engelleme peşinde, buna karşılık Ankara da Şam’la ittifakla iş birliğini geliştirme odaklı.
Diplomatik Arayışlar
Türkiye’nin arabulucu rolü, bir yandan İsrail–Suriye anlaşmasının sağlanmasında etkili oldu. Ancak ateşkes kısa sürdü. İstanbul – Washington – Tel Aviv – Şam arasında yoğun diplomasi süreci artık uzun vadeli güvenlik mimarisi için ön şart oldu. ABD, Türkiye’yi bir denge unsuru olarak konumlandırmak istiyor. Süveyda’daki çatışmalar, Suriye içinde yeni özerk bölge talep eden gruplara zemin hazırlar. Dürzî’ler kendi yerel ordularını Süvetda Askeri Konseyi (SMC) ile oluşturmaya çalışıyor. Bu model, kuzeydeki Kürtlerin özerklik adımlarını andırıyor.
Türkiye, askeri müdahaleden kaçınırken diplomatik ağını hızlandırmalı. Ancak İsrail gerilimi sürerse, çatışmaları izleyen IŞİD gibi İslamcı unsurların güç kazanması olasılığı artar. Tel Aviv, ‘‘Ben‑Gurion Doktrini’’ ve Dürzî koruması stratejisini devam ettirirse, Türkiye’yle doğrudan karşılaşma ihtimali doğabilir. Bu da Washington’un Suriye politikasını zora sokar.
ABD, bu üçlü çatışmada ortada kalıyor. İsrail’in stratejik koruma adımları ve Türkiye’nin bölgesel genişlemesi arasında denge kuramazsa, Trump döneminde daha ciddi bir denge bozulması yaşanabilir.
Sonuç ve Öneriler
Türkiye, ABD, Ürdün ve Birleşmiş Milletler devreye sokularak saha izleme sistemi kurulmalı ve kalıcı ateşkes için çok taraflı mekanizma oluşturulmalıdır. Azınlık hakları güvence altına alınmalıdır. Dürzî, Bedevî ve diğer gruplara anayasal haklar gerçekleşmelidir. Güney Suriye’deki son gelişmeler, klasik bir vekâlet savaşından öte, Türkiye ile İsrail’in ittifak ve yöntem farklılıklarının bir zemine indiğine işaret ediyor. Dürzîlerin korunması, Suriye devletinin yeniden otorite kurması ve Türkiye–İsrail rekabeti bu çatışmanın ana eksenini oluşturmaktadır.
Ankara’nın, hem Türkiye–İsrail hattında hem de Suriye iç politikasında akılcı bir diplomasi ile hareket ediyor olması, bölge istikrarı için avantajlı bir pozisyona gelmesini sağlıyor.
Yorumlar (0)