Ünsüz Türk Düşünürü / Yazar
Son yıllarda nereye dönsek, “toplumsal cinsiyet eşitliği” nidalarıyla dolu salonlar, projeler, yasalarla karşılaşıyoruz. Ne güzel değil mi? Kadınlar artık her alanda “eşit” olsun istiyoruz. Fakat bir sorun var: Bu eşitlik neden sadece haklarda talep ediliyor da, ödevlerde, yükümlülüklerde bir anda “kadının fıtratı”, “duygusal yapısı”, “toplumun sorumluluğu” gibi kalkanlarla görünmez hale geliyor?
Eğer gerçekten eşitlik istiyorsak, bu eşitliğin yükünü de taşımaya hazır olun. Hak istiyorsan, ödev alacaksın. “Ben de eşitim” diyen herkes, aynı mücadeleyi, aynı bedeli, aynı sorumluluğu üstlenmeli. Yoksa bu sadece seçilmiş ayrıcalıklar için açılmış bir alan olur, adalet değil.
Gelelim “pozitif ayrımcılık” masalına. Adı bile kendiyle çelişiyor. Ayrımcılığın pozitifi mi olur? Bir tarafı kayırmak, diğer tarafı bilinçli ya da bilinçsiz şekilde ezmek demek değil midir bu? Bu, “adil olmayan ama iyi niyetli” bir sistem inşa etmektir. Yani torpilin kurumsallaşmış hali.
Kadın olmak kutsaldır, evet. Erkek olmak da öyledir. Ama insan olmak, sorumluluğu da hak kadar omuzlamakla başlar. Kimse sadece kadın olduğu için seçilmeyi, sadece erkek olduğu için yük taşımayı kabullenmek zorunda değildir. Eşitlik, kimin neyi hak ettiğine değil, kimin hangi gruba ait olduğuna bakıyorsa, bunun adı adalet değil, kodlanmış ayrımcılıktır.
Bu yüzden biz, eşitlik şovmenliğini değil, adaletin sessiz ama sağlam yürüyüşünü savunuyoruz.
Ve diyoruz ki:
Ya tam eşitlik, ya gerçek adalet!
Ama ne olur artık bize “pozitif ayrımcılık” yalanını adalet diye satmayın.
Yorumlar (0)