Yazar-Şair Atakan Yavuz Yazdı: Dijital İlâhiyat

A+
A-

Atakan Yavuz / Yazar-Şair 

Carl Schmitt’in Siyasal İlâhiyat kitabı şu meşhur cümleyle başlıyor: “Egemen, olağanüstü hâle karar verendir.” 1.59 boyunda, iyi derecede piyano çalabilen, çok önemli bir anayasa hukukçusu olduğu halde çağdaş ve ileri sanatı da takip eden bir ismin zikrettiği bu sert ve soğuk cümle günden güne etkisini arttırarak siyasetten felsefeye, sağdan sola pek çok düşünüre hâlâ ilham vermeye devam ediyor. Bu terminolojinin en güncel ve etkili yorumcularından Agamben’e göre özellikle pandemi, savaşlar ve mülteci krizinden sonra Batı ülkelerinde olağanüstü hal ilâhî bir kural haline gelmiş, sadece hukuk değil insan hayatı da askıya alınmış, insan sırf biyolojik bir varlığa indirgenmiş, kriz sıradanlaştırılmıştır. Schmitt, modern siyaset sekülerleşmiş bir teolojidir, derken Agamben olağanüstü hâlin artık kural olduğunu, bu yeni teolojinin sadece istisnâî durumları değil tüm hayatı kuşattığını söylemekteydi.

İyi de senin gibi, şiiri hayatının merkezine koymuş birisi için bu cümle neden önemli, diye sorulabilir. Hemen çok önemli olduğunu, kimin görüneceğine ve duyulacağına karar veren egemen gibi; asıl işlevi duyulur olmayanı duyumsatmak görülür olmayanı göstermek olan sanatın da bu cümlenin doğrudan muhatabı olduğunu söyleyerek başlayabilirim söze. Şiirin alanı olağanüstü haldir zaten. Sadece estetik değil hukuki ve sosyolojik bağlamı da vardır, istisnâî olanın tecessümüdür. Şiir, egemenin olağanın sınırlarını daraltarak sıradanlaştırdığı düşünce alanını insan lehine genişletmek ister. Yaşam alanını bir hayret, haysiyet, neşve ve temâşâ genişlemesine tâbi tutarak egemenin bölgesine müdahale eder. Egemen olağanüstü hali hukukun dışına teşmil edecek donanımdan yoksundur, istisnâî durumları yavan ve sıkıcıdır. Şairinki ise varoluşu, bütünlüklü bir anlam dünyası inşa etmeyi, bir açıklığa varmayı hedefleyen mucizevi âna yönelik bir sapma, bir kaçış önerir. Şairin egemenle ontolojik olarak başı hoş değildir. Siyaset gibi şiir de bir ifade biçimidir, aynı alana yani kamuya hitap eder, ikisi de birbirinin alanını daraltmakla mükelleftir. Puşkin şaire ithafen yazdığı o güzel şiirinde “Sen çarsın, yürü hür vicdanının seni götürdüğü yere,” derken onu olağanüstü hale karar veren bir egemen ama karşı egemen olarak görüyordu.

Büyük mahkeme sensin

Ama benim amacım egemenle şair arasındaki bu çatışmayı ele almak değil. “Puşkin’in “Her şey sendedir, büyük mahkeme sensin,” diyerek egemenlik mazbatasını verdiği şair için daha fazla berata gerek yok. Sözlüğü kuran da kat eden de bozan da odur sonuçta. Amacım şu soruya cevap aramak: Bu yeni dönemde olağanüstü hâle karar veren kimdir? Yani egemen kimdir? Egemenin modern dönemlerin fiziki devletleri, kurumları olduğu şeklindeki son iki yüz yıllık standart cevap büyük oranda geçerliliğini yitirdi. Nasıl ki liberal siyaset başlangıçta Protestan ahlâkının teolojik kavram ve kurumlarının seküler hale getirilmesi ile inşa edildi ve bu yüzden Schmitt’in bu yeni siyasal duruma “siyasal ilâhiyat” adını vermesine sebep olduysa, yeni dönem için bu tanımın yetersiz olduğu da bir vakıadır. Bu yeni döneme “dijital ilâhiyat” dönemi diyebiliriz. Bu defa seküler teolojik kavramların yerini teknolojinin soğuk kavramları almış ama ritüelleri, mükâfat ve kefâretiyle aynı teolojik mantık devam etmektedir. Yeni pratik sadece siyaseti, kültürü, toplumu ve dili şekillendirmekle kalmamış, insanı gereksiz kılacak bir teknolojik ilerleme mitini de ortaya koymuştur. O da siyasal ilâhiyat gibi kavramlarını seküler bir dilin içinde eritmiştir. Bugünkü yazılımcı girişimcilerin Tanrı adına toprak keşfine çıkan o eski misyonerlerden farkı olmadığını hep akılda tutmak lâzım. Onlardan farkları haritalardaki verimli arazileri değil ruhlarımızdaki koordinatları da ustalıkla belirlemeleri, hatta şekillendirip yönlendirebilmeleridir. Bugün hayatımıza sirâyet eden yavanlığı ruhlarımızın en uç noktalarına kadar keşfedilip sömürgeleştirilmesinden bağımsız düşünemeyiz.

Dijital teknolojinin teolojik mantığı

Türkiye’de de siyasal bir kavga varmış gibi görünse de aslında her tarafın bu dijital ilâhiyata boyun eğdiğini görmek için sadece bir adım geriye çıkıp tabloya oradan bakmak yeterli. Dijital ilâhiyat nedir? Bir inanç sistemi olarak onun da tanrıları, kurumları, ritüelleri, cennet ve cehennem, ödül, kefaret vb. unsurları vardır. Bu yeni dijital toplumun tanrısı artık bir toprağa bağlı sivil toplumunkisi olmaktan çıkmıştır. Ondan farklı olarak devletin yerini algoritma, sivil toplumun yerini kullanıcılar topluluğu almıştır. Algoritma da görünmez bir gözlemci olduğu için sürekli ruhsal olarak borçlandırmakta, suçluluk hissiyle insanı sürekli bu dijital mâbedin içinde kalmaya mecbur tutmaktadır. Algoritmanın da hikmetinden sual edilmesi oldukça zordur, dijital bir kader anlayışı içinde dijital kullanıcı vatandaş hâkim veri sistemine, buna bağlı yaşam ve düşünme biçimine boyun eğmek zorundadır. Kendi ritüelleri, değer yargıları, âyinleri olan bu yeni mabedin tanrısı olan algoritmanın sahipleri yeni egemenlerdir, istisna haline algoritmalar üzerinden onlar karar verir ve rıza üretirler. Kimin görüneceği, ödüllendirileceği, yok sayılacağı onların hükmüne bağlıdır. Bu yeni teolojinin de değer yargıları, ritüelleri, ibadetleri, ödül ve eza teknikleri vardır: Beğenilme, etkileşim, shadowban, linç, trend olma vb. Burada bulunmak, değer görmek ve kalıcı olmak için algoritma tanrısının belirlediği görme ve görünme biçimlerine teslim olmanız gerekmektedir. Ne kadar iyi ve muteber olduğunuz görüntülenme, etkileşim, beğeni gibi âyin kurallarına uymanıza bağlıdır. Algoritmanın tanrıları dilediğini yüceltir dilediğini helâk eder. Kırılganlığımız hem üretilir hem de bizi mabedin içinde tutacak bir suçluluk/ günahkârlık hissiyle beslenir. Hâkim veri standartlarına, içeriklerine, hikâye mantığına, akış debisine uymayan bilginin ve bilme biçimlerinin bu yeni ilâhiyatın modern liberal piyasa tapınaklarında görünürlük şansı yoktur. Âyinleri aksatırsanız bu dijital kiliseden aforoz edilmeniz an meselesidir. İyi olmanız sözünüzün hakikati kadar değil etkileşiminizin çapı kadardır. Performatif bir kimlik sunduğunuz, yüzeyde kaldığınız ve sığlaştığınız oranda trendin tanrıları tarafından ödüllendirilirsiniz, o da kısa bir süreliğine. Bu da kırılgan kimliğinize bir de sürekli onay bağımlılığı ilave ederek direncinizi biraz daha kırılgan hâle getirir.

Post modern dijital tanrıların merhametsizliği ve zulmü ise hepimizin mâlûmudur. O zaman bu yeni, daha muktedir, daha zalim egemen olağanüstü hale nasıl karar verir? Ya da onun olağanüstü hali nasıl tecelli eder? İstisna hali soyut ve yersiz yurtsuz, çok merkezli bir küresel sermaye tarafından belirlenir. Yerellikler bu küresel standartlara, algoritmik normlara uyumlandığı oranda yani kendi özgünlüklerinden vazgeçtikleri oranda görünür olabilirler, olağanüstü hal onların sesinin gür çıkma ihtimaline karşı kullanılır. Özellikle Gazze katliamında uluslararası toplumun sesi olağanüstü hal kapsamında yeni egemenler tarafından iç edilmiş, neyin görüleceğine, kimin haklı olacağına da algoritmanın görünmez tanrıları karar vermiştir. Yeni OHAL bant daraltılması, küresel efendileri rahatsız edecek meseleleri algoritma hileleriyle görünmez kılmaktır. Bu yeni egemenler dilerse Güney Afrika’da beyazların zulüm gördüğünü söyletebilir ki geçtiğimiz haftalarda Musk’ın platformunda bu olay yaşandı.

Dijital mabedin günahkârı olarak şair

Varlıkları dünya sistemi ile uyumlu iş birliğine bağlı olan Üçüncü Dünya ülkelerinin ise bu yeni dijital tahakküm biçimleri ve algoritmik olağanüstü hal pratiği neticesinde egemenlik pozisyonları epey zayıflamıştır. Klasik sömürge döneminin toprak işgali, modern sömürgeciliğin kültürel/ epistemik sömürgesinin üzerine bu yeni dijital dönemde ruhsal sömürgeleşme de devreye girmiş, yerel ve özgün refleksler erozyona uğramış, bağımlılık veri düzleminde de artmıştır. Eskiden onlar adına siyaset biçimi belirleyen egemenler artık kurşun sıkmadan onlar adına algoritma yazmaktadırlar. Geri kalmışlık yapay zekâ üzerinden yeniden teknolojik düzlemde katmerlenmiştir. Algoritmik normlar yerel ve özgün olana şirket standartları dışında bir görünme/ var olma hakkı tanımamaktadır. İstisna haline karar veremeyecek kadar zayıflamış yerel egemenlerin artık yurttaşları değil küresel şirketlere tâbi takipçileri, iradî tercihleri değil veri bağımlılıkları, şenliğe katılabilecek kadar folklorik kimlikleri kalmıştır geriye.

Özetle liberal hümanist etiğin tıpkı liberal piyasa ekonomisinde olduğu gibi nötr ve tarafsız kavramlarla yeni bir ilâhiyat kurduğunu, tanrılarının daha da görünmez ve zalim hale geldiğini, bunun da dünya çapındaki adaletsizlikleri daha katmerli hale getirdiği gibi Batı dışı toplumların kültürel yıkımını hızlandırdığını söyleyebiliriz.

Schmitt’e rağmen Schmitt ile birlikte düşünmek

Eğer şiir egemenle aynı alana, istisnâî olana talip olması nedeniyle çatışma halinde ise, yeni egemenin kim olduğu sorusunu da sormalıdır. Çünkü yeni egemen olağanüstü hâle karar veren aktör olarak şiirin, hayatın, insanın nefes alacağı alanı daraltacak olan olağanüstü hâle karar verendir. Bu egemenin muteber kıldığı kusursuz veri üreten, kusursuz enformasyon tüketen, performatif ve sansasyonel davranan, varoluş borcu olarak sürekli derûnî bir huzursuzluk vergisi ödeyen özne tipine karşı direnerek şiir kendi olağanüstü hâline karar vererek kusuru bir fazilet olarak benimseyecek, akışta bulunarak akışa karışmayacak, suyu bulandırmaya, bu yeni teolojinin günahkârı olmaya devam edecektir. Şiirin seküler ve tarafsız görünümlü bu yeni dijital ilâhiyat mâbetlerine, yeni tapınak olan platformlarına, silikon suretlerine kefâret borcu yoktur.

Carl Schmitt büyük ihtimalle egemeni kişiliksizleştirdiğim, dost-düşman ayrımını belirsizleştirdiğim, şairi estetik alanın dışında konumladığım için eleştirirdi bu satırları. Benim niyetim de zaten Schmitt’e rağmen Schmitt ile birlikte düşünmekti.

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

POPÜLER HABERLER