YOKSUL BİR ÖYKÜ

A+
A-

Gün batımının çökmesiyle sokak lambalarının titrek ışığı perdenin arasından masamın üzerine usulca düşüverdi. Gazetenin baskısına yetiştirmeye çalıştığım yazımın son dokunuşlarını yaparken müezzin yanık sesini segâh makamından süzerek akşam ezanını henüz okumuştu.

Bir an durdum. Duvarda asılı duran eski resimlerin arasında çocukluk günlerimi aradım. Gözlerimden inci inci yaşlar döküldüğünü fark ettim bir zaman sonra. Cebimde kimbilir hangi bayram günlerinden kalma mendille usulca sildim gözyaşlarımı.

İçimde biriken hasretlikle dedemden kalan yegâne hatıra eski bir radyoda çalan alaturka bir şarkıya eşlik ettim belli belirsiz bir ses tonuyla.

Derken hüzünlü bir çocuk gölgesi kondu penceremin önüne…

Bakışları yaşadıklarının ızdırabı, yaşayamadıklarının hasretiyle boşlukta sallanıyordu…

Yoksulluğun yoksunlukla buluştuğu noktada bir şeyler söylemek istiyordu da yüreğinde biriken sözcüklerin kör bir kurşunun hedefi olmasından korkuyordu…

Hayal ile gerçek arasında kaldığımı düşünmüş olacağım ki, yazımın son birkaç paragrafına ara verip pencereye doğru usulca yürüdüm.

Perdeyi araladım ve bakışlarımı bütün bir dikkatle akşamın geceye çalan karanlığı çökmüş sokağa doğru boylu boyunca uzatıverdim.

Çok değil bir saat önce evine dönmeye çalışan işçilerin, emekçilerin hayat pahalılığından dem vuran sohbetleri, çarşı pazardan dönen kadınların fısıltılı konuşmaları, cıvıltılarıyla günün son vakitlerinin tadını çıkaran çocukların gürültüleriyle seslerden yapılmış renklerin boyadığı sokak biranda sessizliğe bürünüvermiş ve etrafı sanki ölümün matemli yalnızlığı kaplamıştı.

Hüznün dilim dilim yayıldığı sokakta ince bir bedenin yürüdüğünü fark ettim neden sonra. Hatıraların ihtiyar yüzlerdeki kırışıklık, yorgun bir parmak izi gibi belirdiği evlerin duvarlarında ay ışığının pırıltıları çöküyordu.

Tozlu bir sandığın dibinde saklanmış, çatlak bir aynada şekli bozulmuş ve dokundukça uzaklaşan duygularım sanki sûr üflenmiş de kıyamete uyanan bir ölü gibi ruhumun derinliklerinden ansızın dışarı çıkıverdi.

Gecenin alacakaranlığında yakamozlarla ışıldayan bir akarsuya dönüştüm sözgelimi. Yalnızlığın yatağında berrak duyguların hafifliğinde ucu bucağı olmayan bir gelecek kaygısına doğru ılgıt ılgıt döküldüm saatler ilerledikçe.

Zaman, takvim yapraklarının sarartısında, saatlerin tik taklarında belirdikçe çığlıklar yükseldi zihnimin duvarlarından…Varlık ve yokluk arasındaki o derin sessizliğin içinde cam kenarında sessizce bekleyen çocuk gibi yıllarca savunduğum fikirlerimin, anlamını arayan düşüncelerimin yankısını işittim.

Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Paltomu aldım, insanı iliklerine kadar üşüten dondurucu soğuğu sırtlayarak yalnızca rüzgârın konuştuğu kaldırımlarda yürüdüm. Cebimde boşluktan başka bir şey taşımazdım bu saatlerde ya ilk kez üç beş parayla çıkmıştım sokağa.

Yarı uyanık yarı uykulu 2 genç çocuk dikildi karşıma. Birkaç kuruş verip başımdan savdım. Şanslıydım. Gecenin bu en tenha vakitlerinde insan ya şehit olurdu ya şahit.

Adımlarımı tazelediğim her sokakta gecenin en koyu saatlerinde, sobasız odalarda, boş tencerelerin yankısında yoksulluğun bir sükûtu büyüyordu sanki.  Yıldızsız bir gökyüzü gibi sonsuz karanlıkla sarıyordu.

Ne hayal vardır ne umut…

Yoksulluğun büyüdüğü evlerde oyuncaksız kalmış çocukların suskunluğu yükselirdi bacalardan.

Dizlerinde yara, ellerinde çatlak, gözlerinde erken gelen bir sonbaharın hüznü beliren emekçi babaların delik ayakkabılarından sızarak kaldırımlarda süzüle süzüle yoksulluğa ağıt yakardık.

Yoksulluk..

Sandığınız gibi sadece para eksikliği değildi. Bazen bir çocuğun yeni kalem istemeye utanması, bazen annesinin pazar filesine boş poşet sıkıştırmasıdıydı. Bazen akşam yemeği saatinde sokaktan gelen yemek kokularına sessizce pencereyi kapatmaktı. Bir lokma ekmekte sayılı düşler birikirdi. Çatlamış avuçlarda umut izleri belirirdi. Yama tutmaz eski giysiler dilsiz ağlardı geceleri. Bir annenin gözünde sönmüş bir dua yükselirdi göğe doğru.

Düşlerinin peşinde titreyen çocukların içinde annelerinin sesi duyulurdu:

“Sabret evladım,”

Ama sabır da yorulurdu bazen.

Zaman acıyı hiç umursamazdı. Bazen bir ömrün kırık kaderi kadar ağır gelirdi insana. Yorgun ruhların boşlukları arasından hayatın izleri görünürdü. Okul defterlerin eksik sayfalarına suskun kelimeler yazılırdı. Her yağmur yağdığın dualar yırtılırdı.  Masum birçok kendi acısıyla yürürken dilinde bir şiir tütsülenirdi:

Önce çaresizlik çaldı kapıları

Sonra yoksulluk

Bütün aşina çehreler silindi aynalardan

Bir anda boşaldı dünya

Yapayalnız kaldık

 

Tez tükendi umut ekmeği

Bitiverdi suların hayali

Çevirdik derin bir karanlığa gözlerimizi

Sen ey büyük yalnızlık

Bir sen terketmedin bizi

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın